Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Bu peygambere inanan, saygı gösterip aziz tutan, ona yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar kurtuluşa ve saâdete erenlerdir.” (A’râf: 157)
Dikkat ederseniz hep İslâm dini ile Vehhâbî dininin kıyasını yapıyoruz. Çünkü arada kati bir berzah kurmak istiyoruz. Bu berzahı aşabilmeniz için iman etmeniz lâzımdır. Allah-u Teâlâ’nın onu aziz kıldığı gibi, sizin de onu aziz kabul etmeniz, Sünnet-i seniyye’sini kabul etmeniz ve işlemeniz gerekir. Sünnet-i seniyye’sini reddederseniz, Allah-u Teâlâ’nın ona verdiği izzeti reddetmiş oluyorsunuz ve burada şerefsizliğe düşüyorsunuz.
Allah-u Teâlâ ona uyanları ona verdiği şeref ile şereflendireceğini, ona verdiği nur ile nurlandıracağını, bu Âyet-i kerime’ye inanmayanların küfürde kalacağını açık olarak görüyoruz.
İman edip sâlih amel işlemeyi mi seversiniz, yoksa küfürde bocalamayı mı ey Vehhâbîler? İşte Âyet-i kerime, işte hareketiniz!
•
Ondan önce gönderilen herhangi bir peygamberi, ümmeti ısrarla reddettiği zaman; Allah-u Teâlâ onları yere batırma, suda boğma... gibi cezalarla helâk ediyordu. Fakat onu tekzib eden müşriklerin azabı ise öldükten sonraya tehir edilmiştir.
Nitekim Âyet-i kerime’de:
“Sen içlerinde iken Allah onlara azap etmez.” buyuruluyor. (Enfâl: 33)
Allah-u Teâlâ onu sevdiği için, seçtiği için, onun yüzü suyu hürmetine kâfirlere dahi mühlet veriyor. Ey Vehhâbîler! Siz bu mühlete aldanmayın, ebedî saâdete nâil olmanız için İslâm’a dönmeniz faydalıdır.
•
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Her ümmetten bir şâhit getireceğimiz ve seni de onlar üzerine şâhit getireceğimiz zaman halleri nice olur?” (Nisâ: 41)
Bu Âyet-i kerime’ye bir bakın, bir de hâlinize bakın. Allah-u Teâlâ şâhit olarak yalnız onu kabul ediyor, siz ise onu kabul etmiyorsunuz! Sizin hâliniz ne olacak? Vicdanınıza bir danışın ve kendi kararınızı kendiniz verin.
O kimin lehinde şâhitlik yaparsa kurtulmasına vesile olur. Aleyhinde şâhitlik yaptığı kimsenin kurtulması ise mümkün değildir.
•
Allah-u Teâlâ onun hakkında Âyet-i kerime’sinde bütün âlemlerin en şereflisi olduğunu beyan buyuruyor:
“Resul’üm! Biz senin şânını yükselttik.” (İnşirâh: 4)
Allah-u Teâlâ böyle buyuruyor, Vehhâbîler ise Allah-u Teâlâ’nın ona verdiği bu ulvî şerefi alçaltmak istiyorlar. Bu bir küfür değil midir? Bunu yapan kâfir değil midir? Sizin nereniz müslüman?
•
Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“Resul’üm! Biz seni ancak bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir.
Ne var ki insanların çoğu bilmezler.” (Sebe: 28)
Ey Vehhâbîler! İşte siz gerçekten de bu Âyet-i kerime’deki bilmeyenler sınıfına girdiniz, bilmediniz, tanımadınız, İslâm’dan saptınız. Kendiniz saptığınız gibi, yolun başına oturmuşsunuz, başkalarını sapıtıyorsunuz. Her saptırdığınız kimsenin mesuliyetini de ayrıca alıyorsunuz. Allah-u Teâlâ bütün bunların herbirinden size sual soracak ve cezânızı verecek.
•
Her peygamber kendisinden önceki peygamberi tasdik etmekle yükümlü olduğu gibi; en son gelecek olan Hâtem-ül enbiyâ Muhammed Aleyhisselâm’ı da haber vermek ve tasdik etmekle mükellef tutulmuşlardı.
Allah-u Teâlâ onu o kadar sevmiş ve seçmiş ki, gönderdiği peygamberlerine Muhammed Aleyhisselâm’dan bahsetmiş ve onun sıfatlarını anlatmıştır. Eğer onun saâdet asrına erişirlerse mutlaka ona iman edip yardım edeceklerine dâir kesin söz aldı. Onlar da Muhammed Aleyhisselâm’ın geleceğini ümmetlerine müjdelediler ve âhir zaman Peygamber’inin zaman-ı saâdetine erişirlerse hemen iman edip dinine yardım edeceklerine dair onlardan söz aldılar.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Allah vaktiyle peygamberlerden kesin söz almıştı. ‘Celâlim hakkı için, size kitap ve hikmet verdim. Sizde olan o kitap ve hikmeti tasdik edip doğrulayan bir peygamber gelecek. Ona mutlaka iman edeceksiniz ve mutlaka ona yardımda bulunacaksınız. Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?’ demişti, onlar da: ‘Kabul ettik.’ demişlerdi. Allah da: ‘O halde şâhit olun, ben de sizinle beraber şâhit olanlardanım.’ buyurmuştu.” (Âl-i imrân: 81)
Ey Vehhâbîler! Bu Âyet-i kerime’nin karşısında sizin durumunuz nedir? Siz hâlâ kendinizi müslüman olarak mı zannedeceksiniz?
Âl-i imrân Sûre-i şerif’inin 82. Âyet-i kerime’sinde ise böyle bir ikrar ve misaka riâyet etmeyenlerin yoldan çıkmış kimseler olacağı bildirilmektedir:
“Bundan sonra artık kim yüz çevirirse onlar fâsıkların tâ kendileridir.” (Âl-i imrân: 82)
Allah-u Teâlâ sevdiği seçtiği peygamberine bu emri vermiş, onlardan söz almış, onlar da herbiri ümmetlerine duyurmuşlar.
Siz kim oluyorsunuz ve neci oluyorsunuz da o şerefli Peygamber’e muarız kesiliyorsunuz? Ağızlarınızla bu nuru söndürmeye çalışıyorsunuz. Bu hâlinizle müşrik olarak yaşıyorsunuz da haberiniz yok! Çünkü bütün hâl ve ahvâliniz ilâhî hükümlere karşıdır. İlâhınıza uymuşsunuz, şeytana tapmışsınız. Bu suretle Allah-u Teâlâ kalplerinizi döndürmüş ve mühürlemiş, karanlıkta kalmışsınız. Bir bu Âyet-i kerime’lere bakın, bir de sizin kendi durumunuza bakın da ibret alın. Gerçekten müslüman mı kâfir mi olduğunuzu görün! “Bize kâfir diyor!” demeyin.
•
Yahudiler Tevrat’ta hıristiyanlar İncil’de âhir zaman peygamberinin vasıflarını gördüler ve onun gelmesini beklediler. Her nesil bunu kendinden sonra geleceklere anlattı ve geldiği zaman inanmalarını tembihledi. Bu sebeple her iki zümre de bu peygamberin gelmesini dört gözle bekliyorlardı. Ancak beklenen peygamberin Araplar arasından ve bir yetim kimse olarak gönderildiğini görünce, sırf ırkçılık gayretiyle inkâr ettiler. Halbuki onun gerçekten peygamber olduğunu, kendi oğullarını bilip tanıdıkları gibi tanıyorlar ve gelmesini bekliyorlardı.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizlerler.” (Bakara: 146)
Allah-u Teâlâ: “Bilmedik, bulmadık!..” dememeleri için Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini eksiksiz ve en güzel bir şekilde tanıtmıştır. Hatta onlar onu öz oğullarından daha iyi tanırlar. Çünkü tanıtan, onu yaratan Allah-u Teâlâ’dır.
Yahudiler ve hıristiyanlar Resulullah Aleyhisselâm’ı öz oğullarını tanıdıkları gibi tanıdıkları halde, bile bile gerçeği gizlediler. Ey Vehhâbîler! Sizin onlardan ne farkınız var? Bir baksanıza! Onlar da ilâhî hükümleri inkâr edip gözü yumuk baktılar, siz de inkâr ediyorsunuz, gözü yumuk bakıyorsunuz.
Onu yaratan onun hakkında böyle buyuruyor, siz ise onu yalanlıyorsunuz, bu Âyet-i kerime’leri inkâr ediyorsunuz.
Diyeceksiniz ki: “Biz de Kelime-i şehâdet getiriyoruz, bayrağımızda ‘Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Resulullah’ yazıyor. Ezanda da bunu söylüyoruz.” Amma siz isimde kaldınız. Bu bir perdedir, icraatınız ayrıdır. Siz kendi dininizi yürütmeye ve yaymaya çalışıyorsunuz, İslâm dinini değil. Yoldan çıktınız, hem saptınız, hem de beşeriyeti sapıtıyorsunuz. Resulullah Aleyhisselâm’a Salât-ü selâm getirmeyi, Sünnet-i seniye’sini tatbik etmeyi şirk kabul ediyorsunuz. Allah-u Teâlâ ona itaat edilmesini emir buyurduğu halde, siz bu emr-i ilâhi’yi reddediyorsunuz. Bunun için de oluyorsunuz müşrik!..