Allah-u Teâlâ Mürselât Sûre-i şerif’inin 3. Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“(Hakikat) tohumlarını yaydıkça yayanlara andolsun ki!” (Mürselât: 3)
Hakikat erleri hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmezler. Vazifelerini bihakkın yürütmek isterler. Hakikati tebliğ eder, duyurmaya çalışırlar, halkı Hakk’a götürürler ve her şeyden temizlerler.
Bu vazifedarlar hakikati duyurmak için dünyanın birçok yerlerine seferler düzenlerler. Bu cihatçılar nûr-i ilâhî’yi ulaştırmaya çalışırlar, insanları irşad için uğraşırlar. Hakikati yaydıkça yayarlar ve iman kurtarırlar.
Hani o “Hakk geldi batıl gitti!” diyenler? Hani o “Refahtan başka İslâm yok!” diyenler?
Hani o Allah-u Teâlâ’nın dinini kendisine mâletmek isteyen, Allah’lık dâvâsında bulunan ve:
“Zekâtı bize vermezsen kabul olmaz.” diyenler?
Hani o “Refah partisinden olmayanlar patates dinindendir.” diyenler? “Refahçı olmayanın Hacc’ı kabul olmaz, nikâhı sahih olmaz.” diyenler? Tesettürün kalkması için imza verenler? Refah dini için erkeği dişisi kapı kapı dolaşıp dilenenler ve halkı soyanlar? Hakkı ceplerine atıp bâtıl olup çıkanlar?
Bunların bütün gayeleri, kendi kurdukları dinlerine dâvet etmekti.
Ve fakat bu hakikat nuru çıkınca, bu cihatçıların meydana çıkması ile; yıldızların karanlığı delip geçtiği gibi, bu nur zulmâniyeti deldi geçti. Hak gelince bâtıl gitti, bunlar da bâtıl olup gittiler.
Bu ilâhi dâvet karşısında maskeleri düştü. Nûr-i ilâhî hâkim oldu. Ne Allah’lık dâvâsı kaldı, ne de onları ilâh edinen türemelerinde bir bağlılık kaldı. Hepsi de sükût-u hayâle uğradılar.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet taktık (daima lânetle anılacaklardır.) Kıyamet gününde ise onlar çirkinleştirilip iğrenç kimselerden olacaklardır.” (Kasas: 42)
Allah-u Teâlâ bunlara daha dünyada iken gadap etti, rezil ve rüsvay oldular. Ahiretteki durumları ise Allah’a kalmış.
Bunların bu rezillikleri ve hâinlikleri yanlarına kâr kalmayacak, hepsi de rezil ve rüsvay olacak. Mülkün sahibi herkesi imtihan edecek, dilediğini dilediğine verecek.
Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Aralarında çıkan gruplar, birbirleriyle ayrılığa düştüler. Acıklı bir günün azabı karşısında vay o zulmedenlerin haline!” buyuruyor. (Zuhruf: 65)
Hakikat güneşi meydana çıkınca, ruhu ölenlerin kimisi dirildi, kimisi de ebedî âfâta gömüldü.
Erbakan, kurduğu refah dininin dallarını İslâm dini ile süslemek istediyse de her dalı kurudu ve çürüdü. Zira kendisi çürüktü, dini de çürük.
•
Allah-u Teâlâ Mürselât sûre-i şerif’inin 4. Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“(Hak ile bâtılın, hakikat ile dalâletin, doğru ile eğrinin) arasını ayırdıkça ayıranlara andolsun ki!” (Mürselât: 4)
Allah-u Teâlâ’nın emir ve nehiylerini ümmetlerine tebliğ eden peygamberler ve onların vekilleri de bu Âyet-i kerime’nin şümulüne girmektedir.
“De ki: Hak geldi bâtıl gitti.” (İsrâ: 81)
Âyet-i kerime’sinin tecelliyatına yalnız bunlar mazhardır. Bu vazifeyi yapanlar, hakkı söyleyenler, hakkı tebliğ edenler de bunlardır.
Hakkı hak olarak gösterirler, Hakk’a dâvet ederler. Bâtılı ve bâtıl yolların içyüzünü tarif ederler ve bâtıldan sakındırmaya çalışırlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
“Allah-u Teâlâ bu ümmete, her yüzyıl başında dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.” (Ebu Dâvud)
Bunlar iman kurtarıcısıdırlar. Allah-u Teâlâ bunları bu vazife için; her türlü kötülüğü, bilhassa bölücülüğü, tefrikayı, ezcümle şerleri def etmek için, din-i İslâm’ın bütünlüğünü sağlamak için ve:
“Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabb’inizim. O halde benden korkun.” (Müminun: 52)
Âyet-i kerime’sinde belirtildiği üzere, müslümanları o bir fırkaya çekmek için, ciddi bir berzah koymak için, hak ile bâtılı tamamen ayırmak için göndermiştir.
Nitekim Seyyid Abdülkadir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri “Feth’ur-Rabbânî” adlı eserinde şöyle buyurur:
“Yerine göre halkın tepesine bir tokmak olur. Hak olanla bâtıl olanı birbirinden ayırt eder.” (60. Meclis)
İşte bu büyük fitne ve şerlerden kurtarmak için, nûr-i ilâhî’yi yaymak ve tokmağı vurmak için, hak ile bâtılın arasını ayırt etmek için, işte bu cihatçılar bu vazife ile gönderilmişlerdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, Hadis-i şerif’lerinde hiç kimsenin yapamadığı cihadı yaptıklarını haber verdiği cihadı; bu mücahidlerin nasıl yaptıklarını, dünyaya bu nuru nasıl yaydıklarını, Hatem-i veli’nin cihad durumunu Seyyid Abdülkadir Geylânî -kuddise sirruh- Hazretleri “Feth’ur-Rabbânî” adlı eserinin “60. Meclis”inde şöyle beyan buyuruyorlar:
“Hiçbir kapı, önünde kapalı durmaz, açılınca da kapanmaz.” (60. Meclis)
Hem kâfirin küfrünü bildirmek, hem de kapıyı zorla açmak.
•
Hani o, gerek himmet geceleri adı altında, gerekse iftar ziyafetleri ile trilyonlarca para toplayıp Allah-u Teâlâ’nın emrine karşı gelen sofra eşkiyaları?
Halkı yemeğe davet ederlerdi, yemekli toplantılar düzenlerlerdi. Balığı tutmak için olta attıkları gibi gelenleri oltaya takarlardı. Cazgırlar: “Şu kadar şu verdi, şu kadar şu verdi!” diyerek oradaki halkı utandırırlar, paralarını alırlardı. Halkı mahçup etmek suretiyle senet imzalattırırlar, bu senetleri günü gelince ödeyemeyenler icraya verilir, evini, arabasını ve arsasını dahi elinden alırlardı. Hiçbir şeyi bırakmazlardı. Yani halkı kaz yerine koyarlardı. Gerçek müslümanlar halkı iftara çağırırlardı, diş kirası verirlerdi. Bunlar da iftara çağırıyorlar, amma dişlerini söküyorlar. Bütün bunların hepsi dini dünyaya alet etmek suretiyle oluyordu. Bütün bu sapıtıcı imamlar böyle yapıyordu.
Bu yaptıkları İslâm dininde var mı?
Oysa Allah-u Teâlâ:
“Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun! Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)
Âyet-i kerime’si ile onların doğru yolda olmadığını bildirdiği halde, halk onların doğru yolda olmadığını bilemedi. Onları müslüman zannetti ve yardım etti.
Her fırsatta sizi ikaz ediyorduk. Fakat siz onları müslüman zannediyordunuz, bütün gücünüzle onları destekliyordunuz ve yardım ediyordunuz. Din-i İslâm’ı yıksınlar diye mi bunu yapıyordunuz?
“Fâsıka ikram eden kimse İslâmiyet’in yıkılmasına yardım etmiş olur.” (Münâvî)
Hadis-i şerif’ini kaç defa önünüze koymuştuk.
Hani o düzenledikleri yemekli toplantılarda halkı mahçup etmek suretiyle senet imzalattıranlar, bu senetleri ödeyemeyenleri icrâ ile tahsil edip halka zulmedenler?
Hani o Allah-u Teâlâ’nın kesin bir hükmü olan tesettüre “Teferruat” diyenler?
Hani o papazlara “Hazret” diyenler?
Hani o hıristiyan papazları ile, yahudi hahamları ile hoşgörü toplantıları yaparak “Keşke her köşeye hoşgörü vakfı kursak da herkes hoşgörü soluklasa!” diyenler?
Hani o necip tarikatlara dil uzatanlar?