“Bir mecusi İbrahim Aleyhisselâm’a misafir olarak geldi. Fakat İbrahim Aleyhisselâm mecusi olduğu için eve almadı.
“Misafirim olabilmen için müslüman olman lâzım, o zaman istediğin kadar kalabilirsin.”buyurdu.
Mecusi bunu kabul etmeyip oradan uzaklaştı. Hazret-i Allah İbrahim Aleyhisselâm’a buyurdu ki;
“Yâ İbrahim, bu adam 70 yaşında, bu yaşa gelinceye kadar hep bana asi geldi, ben onun bir gün dahi rızkını kesmedim. Sen ise onu bir akşam misafir almıyorsun.”
İbrahim Aleyhisselâm bu mevzuattan çok alındı, hemen adamlarını çıkartıp mecusiyi buldurttu.
Mecusi dedi ki;
“Ben buraya geldim, sen içeriye almadın, ben yine oyum, niçin beni arattın?”
İbrahim Aleyhisselâm durumu anlatınca, o zaman demek ki hidayet erişiyor ve adam müslüman oluyor.
Onun için hizmet iyi şeydir. Hele Hakk için olursa çok iyidir.
Misafiri çok sevdiği için İbrahim Aleyhisselâm’ın künyesi “Misafirler Babası” mânâsına gelen “Ebul-edyâf” idi.
“İbrahim ne yahudi ne de hıristiyandı. Fakat o Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı.
Müşriklerden de değildi.” (Âl-i imrân: 67)”
“Hamdolsun Hakk Celle ve Alâ Hazretleri’nin verdiği veriliyor, yol yapılması için. Bizim bütün gayemiz ve gayretimiz Hazret-i Allah’ın lütuf nur yolu yapılması içindir.
Çok sene evvel mânâda görüyoruz ki; bir bayır var, herkes koyduğu taş kadar yürüyor. Biz de yürüyoruz, dediler ki;
“Bu yol yapıla yapıla gidilir.”
Biz de “Yapıcısı sizsiniz, yürüyücüsü biziz.”
Ve geçtik gittik.
Yani demek istiyoruz ki; mürid hazır yürüyücüdür. Sevdiklerini hazır yolda yürütürler. Mürşid yanan muma benzer, kendisini yakar etrafındakileri ışıtır.
Bir kimse yalnız Allah için, bu yolun terakkisi için gayret ediyorsa, Hazret-i Allah ona yardım eder. Maksat menfaat güdüyorsa, bir değer peşinde ise, çürüklüğüne vesile olur, nurlanmasına zarar verir. Bunun için bu yolda mihnetle çalışmak değil, çalışmayı minnet bilmemiz lâzım. Çok ince bir noktadır.
Sakın hiçbir zaman önderlik istemeyin. Onda büyük güçlükler, büyük ibtilâlar vardır. Bu yük altına herkes giremez. Hazret-i Allah bizi nereye tayin etti ise, orada çalışalım. Bizim için bu hayırlı olur.”
Bir başka yere müntesip bir kardeş ziyarete gelmişti. Onunla sohbetleri arasında şu sözleri söylediler:
“Hakk Celle ve Alâ Hazretleri’miz müminlerin kardeş olduğunu beyan eder. Ayrılık neden gelsin. Niçin kardeşçe sevişilmesin?
“Müminler kardeştirler.” (Hucurât: 10)
Bu bölücülükler bizim nefsimizin hamlığından, tekâmül edemeyişimizden ileri geliyor.
Nefsin tortularından ayıklanmamız lâzım. Fakat bu ayıklanmak şöyle olur ki; Fenâfişşeyh’i insan ihraz ederse varlığını yok eder. Fenâfirresul’ü ihraz ederse yokluğu yok olur. Fenâfillah’a çıktığı zaman hiç olur.
Artık hiç olduğunu haliyle görende dava kalmaz ki. Fail-i mutlak olan Hazret-i Allah’ın fiilleri tamamen görülmeye başlar. İnsan kendisinin aciz ve basit bir mahlûkçuk olduğunu gözüyle görür. O zaman dava kalkar. Fail-i mutlak olan Hazret-i Allah’ın fiilleri tamamen husule gelir. İcraat O’nun ve O’ndan olduğu bilinir. Her şey tamamlanır.
Mühim olan bu noktaya varmamız.”
Bu misafir kardeşe bir arzusu olup olmadığını sordular. Rüyâsında birkaç defa Zât-ı devletlerini gördüklerini söylediler.
Buyurdular ki:
“Biz sizi seviyoruz. Sizin cidden yavaş haliniz bizim hoşumuza gidiyor. Size Elhamdülillah Hazret-i Allah bir ihlâs bir temizlik bahşetmiş. Bunu çoğaltmak için şükrü çoğaltmamız lâzım.
Biz Hazret-i Allah’ın birer mahlûkçuğuyuz. Bir mahlûk, O’nun ihsanını bilirse, O’ndan olduğunu iyice bilip, yalnız O’na şükrederse, ona bahşettiği nimetin garantisidir bu.
Fakat bunu az veyahut çok benimsediğimiz zaman, helâk oluruz. Hem riyâkârlık hem emanete hıyanetlik yapmış oluruz. Ondan sonrası artık gider.
Şu halde mühim olan, her şeyin O’nun olduğunu nefsimize duyurmak, âleme bildirmek değil.
Çünkü âleme bildirirken, kendi yokluğumuzu da katacağız. Halbuki yokluğu katarken, belki yokluk içinde varlık katacağız, bilmiyoruz.
Nefsimizin hile ve desiseleri o kadar büyüktür.
Aciz olduğumuzu, her şeyin O’nun olduğunu, O’ndan olduğunu nefsimize duyuracağız. Bunu duyurduktan sonra artık dava halledilmiş olacak. Yolumuza bakacağız. Hangi yola? O’na yaklaşma yollarına, tekarrubiyet yollarına...”
İki ihvan hizmet için çevre illere gitmişler. Kadir gecesinde de Düzce’de olmayı düşünüyorlarmış. Fakat birisi aniden hastalandığı için mecburen geri dönmek zorunda kalmışlar ve Kadir gecesi dersine katılamamışlar. İkisi de bu durumdan çok müteessir olmuşlar.
O gece birisi mânâda Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i görüyor.
Buyuruyorlar ki:
“Evlâdım, Kadir gecesinde Düzce’de bulunamadık diye üzülüyor musunuz?
Sizin bu yolda her geceniz Kadir gecesi’dir.”
“Kadir gecesini senede arayan aldanmaz. Çünkü İlâhi tecelliyatın ne zaman olacağı belli değildir. Kadir gecesi gelir amma tecelliyatın ne zaman olacağı belli olmaz. Tecelliyat demek O’nun sana vermesi demek. Yeter ki sen yolunda bulun. O nasıl murad ederse odur. Diğer mübarek gecelerin günü belli olduğu halde Kadir gecesini Hazret-i Allah senenin bütün günlerinde gizlemiştir. Tâ ki; bu kadar kıymetli bir gecenin ulviyetinden mahrum olmamak için, müslümanlar her geceyi ganimet bilip ibâdetle ihyâ etmeye çalışsınlar...
Fakir der ki; zahirî ehli bu geceyi bir gecede arar. Tarikat ehli bir ayda, Hakikat ehli ise senede arar. Hakikat ehlinin işi zaten Hakk iledir. Lütf-u ilâhî ne zaman tecelli ederse Kadir gecesi o olmuş olur. Bunu bilmediği için senede arar...”
•
“Bugünü siz dıştan görüyorsunuz. Hiç de farkında değilsiniz, içi kaynıyor. Küfür içinde yaşıyor, yaşamak istiyor. Ancak helâl-haram katiyen aramıyor. Her birisi kendi nefsinin arzusuna dalmış gidiyor. Kimisi futbol peşinde, kimisi faiz peşinde, kimisi deniz peşinde. Her bir insanın kendine göre tuttuğu bir yolu, muhabbet ettiği yolu var.
Fakat Hazret-i Allah’a, Resulullah’a gönül veren çok az.”