O’nun (“Elestü bi-Rabbiküm? = Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” hitâbının) hakkında kendisinde bir marifet (bilgi ve tanıma) meydana gelince, buna mukâbil olarak onlar onu idrâk edip, aslında:
“Sizin kaderinizi ve başınıza gelecekleri yazan ben değil miyim?” buyurulduğunu, cevaben de:
“Evet! Bu, Âdemoğulları üzerine dürülmüş ilâhi bir ihsandır!” denildiğini anlarlar.
Nitekim O, yaratılış gününde ilâhi kudret elinin sanatından kendi paylarına düşeni onlara isabet ettirir, onlara ruh nefyeder ve ilâhi nurunu lütfeder.
İşte bu onların yanında, kalplerinin gözleri üzerine resmedilmiş bir şekil biçiminde meydana getirilir.
Onlar Mîsâk (ahid) günü O’nun ilâhi nurunu gördüklerinde O’nun ilâhi kelâm’ını da işitirler.
Onların kendi yanlarında bulunan şeye göre bu ilâhi nurlanış bizzat avuçlarının içine konularak, onlar ilâhi yakınlığa da ulaştırılırlar.
Onların O’nu tanıyıp bilmeleri, bununla ilgili olarak kendi üzerlerine bir delil olur.
Ayrıca onlar, “Elestü bi-Rabbiküm? = Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” hitabıyla, aslında şöyle denildiği hakkında da anlayış sahibi kılınırlar:
“Ben sizin yanınızdaki bilenlerin, şâhidlerin, delillerin ve âyet (mucize)lerin en iyi tanıtan ve en iyi bildireni değil miyim?”
Nitekim onlar da “Evet!” derler, Allah-u Teâla da şehâdetlerini ve ikrârlarını kabul eder; onları arıtıp temizleyerek, kendine seçerek, muhabbet edip severek, kendine veliler edinerek halk arasındaki kendi kulları kılar.
Onların bâtın (gizli) olan vechi (yüzü)nde karar kılmalarını sağlar ki; o ilâhi isimlerin evveli, en şereflisi ve en önde geleni olan “Elif”tir.
O’nun bütün ilâhi isimleri onu tanır, bilir ve burada onun haricinde olan bir şeyin tanınması zaten söz konusu olamaz!
Zira o O’nun bütün ilâhi isimlerini ve sıfatlarını bir araya toplayıp birleştirmiştir.
İki arzın her ikisi de Kabe’nin altından çıkarılmış ve suretlerinin uzama süresi de onun süresine göre uzatılmıştır.
İşte bütün ilâhi isimlerin ondan çıkarılması da aynen böyledir. Zira “Elif”, yazımında da ayrılamayan ve içinde bozulup değişme göstermeyen, vasladan yana kendisine bağlı kalınan, eğilip bükülmesi imkân dahilinde bulunmayan bir harftir.
İsimlendirme hususunda da başka hiçbir şeye meylettirilemez; o O’nun bizzat kendi ismidir.
O Vâhid’dir, Ehad’dir, Ferd’dir, Samed’dir.
Ebedî’dir, Dâimî’dir, tam anlamıyla Âdil’dir.
O düşeni kaldıran, ayakta tutan Zât-ı Bârî’dir.
O’ndan başka ilâh yoktur; O Azîz’dir, Hakîm’dir.
O (Elif) hecelidir ve diğer yan öğelerin de iş görmesini sağlar; “Elif”; “Lâm” ve “Fe” harflerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.
“Elif”in kendisinden üç harf çıkar; iki “Lâm” harfi, heceleme esnâsında iki “Fe” harfi ve kitapta da tanınıp bilinen harf…
“Lâm” da “Lâm”, “Elif” ve “Mîm” şeklinde hecelenir.
“Fe’” ise “Fe” ve hemzedir.
“Elif” diyen kimse “Allah” ve “Latîf” ilâhi isimlerinden üç harf çıkarır.
“Allah”ın fazileti “Elif”den, “Latîf”in “Lâm”dan, “Fâzıl”ın ise “Fe”dendir.
Sonra, iki ilâhi isim olan “el-Latîf” ile “el-Mecîd” de Lâm-Elif’ten çıkmıştır. “el-Latîf”; “Lâm”dan, “el-Mecîd” ise “Mîm”dendir.
Ayrıca yine iki ilâhi isim olan “el-Melik” ile “el-Müheymin” de Mîm’den çıkarılmıştır.
Sonra, “el-Melik”, “Mîm”den; ilâhi isimlerden üçü olan “el-Mevlâ”, “el-Mücîb” ve “el-Mümît” ise Lâmme ve Kâffe’den çıkmıştır.
Bilâhare “el-Müheymin” de “Mîm”, “He”, “Be” ve sondaki “Mîm” den gelir.
O’nun “Nûn”u, ilâhi isimlerin beşine ilk “Mîm”den verilmiştir.
Aynı şekilde “el-Hâdî”; “Hâ”dan, “el-Hakîm”; “Yâ”dan, “el-Mükerrem”; son “Mîm”den, “en-Nûr” ve “en-Nâsır ise “Nûn”dan gelmiştir.
İşte bu misallere göre, bütün ilâhi isimler ve sıfatlar “Elif”ten çıkarılmıştır.
O harf yazımında ve heceleyişte üç harften ibarettir.
O’nun “Elestü bi-Rabbiküm? = Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” sözü, Allah murad ettiği vakit onlardan misâk üzere alınmıştır.
Bu “Elif”in onların hespini açığa çıkarıp görünür hale getirmesinin misâlini sen, onların kalplerindeki gözlerle sâdırlarının içine nasb olunmuş harftir, şeklinde vasfedebilirsin. Sonra onlara, tâ ki O’nu görecekleri zamana kadar işaret verilmiş ve onların diğer harflerden yana harflerine, isabetine ve istikâmetine nazar edilmiş, hiçbir şekilde eğilip-bükülmemiştir.
Onun harfler ve değişmesi mümkün olmayanlar arasında bir “Ferdiyyet”i; yani tekliği ve eşsiz-benzersizliği vardır.
Onlar Rabb’lerinin mâneviyatı vesilesiyle ayakta dururlar.
O, O’nun bir buyruğu içindedir ki:
“Elestü bi-Rabbiküm? = Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” buyruğudur.
“Elif”in misali kalplerin üzerindeki gözler gibidir, zira onlar Melik’in Vahdâniyyet’ine doğru sürükleyip götürürek, O’na ulaştırırlar.
Nitekim O’nun âyetleri ve ilâhi sıfatları da onların “Belâ = Evet!” diyerek Rabb’lerine cevap verdiklerine delâlet eder.