Sonra onun (Âdem’in) içine ruh nefh edip üfledi, tâ ki onun içine dolup yerleşsin, kararını bulsun.
Âdem mânevi haz ve hisseden yana kendisine ayrılan her şeyi ruhun nefh edilip üflenişi ve öyle bir ilâhi nur sayesinde aldı ki, O’nun ilâhi sıfatı, tasvir olunan mânevi yakınlık, [onu] kudret eliyle sanatını gösterip yaratması ve vasfettiğimiz bu beş şeyden ibarettir.
O, onun zürriyetinin tümüne isabet ettirmek için de bunların hepsinden mânevi birtakım haz ve hisseler ayırmıştır. Onların her biri birer tahayyül ve tahsis şeklinde onun sulbünün içine yerleştirilmiştir.
İşte bunların üçü de onların yanında Rabb’leri ile ilgili bir âyet ve kendilerine O’nun üzerine bir delil olur.
Onlar Rabb’lerini, onu kendilerine delil edinip de bilirler.
Onlar O’nun kudret eliyle sanatını tasvir edişine ve yakınlığına ulaştıkları zaman, nefhedip üflediği mânevi hayata da kavuşurlar. Kendisiyle hayat buldukları hayatları mânevi hayat olunca da, sözünü edeceğimiz öyle bir nura erişirler ki, o keyfiyetsiz ve hadsiz-hudutsuz bir şekilde O’nun rüyetini (yüzünü) bilme ve tanıma nurudur.
İşte onların bunu görebilmeleri ancak zikrettiğimiz bu beş şey aracılığıyla olur. Şayet bu olmasaydı, bunların hiçbirinin onlarda ikâmesine imkân da olmazdı.
“Zihn”e gelince; O’nunla ilgili her gizli şeye ancak onun sayesinde vâsıl olunur. Bir de “Zekâ” vardır ki, gizli ve saklı şeylerin hakikatiyle ortaya çıkarılması onunla mümkün olur. Şu kadar var ki “Fehm” yani “Anlayış” da gaybın kendisiyle idrâk edildiği şeydir. Ne var ki onu ihâta edebilmek ise ancak hafıza ile gerçekleşir. Bir de şu var ki, gâibteki görünmez şeylerin tedbir ve idâresi de ancak onun ilmi ile meydana gelir.
Onlar işte bunları kullanmaları nedeniyle Rabb’lerini bilirler.
Onlar Rabb’leri katından bir fehim ve anlayışa onunla erişirler.
O’nun sanatına ve yarattıklarına onunla vâkıf olurlar.
Onların Rabb’lerini hıfz edip idrâk etmeleri de ancak, Rabb’lerinin onunla kendilerine fehim (anlayış) vermesi, onları kendi sanatına ve yarattıklarına vâkıf etmesi sayesinde gerçekleşir.
Onlar O’ndan kendilerine ulaşan herhangi bir şeyi onlar sayesinde hıfz edip anlayabilirler.
Onların isimleri bizzat Makâdir’de (Takdir yerinde) işlenmiştir.
Bu ilme sahip kılacak yüksek hidâyet, onların ataları Âdem’in sulbü içinde gelip onlara dek erişir.
Onlar mîsâk gününde onun sulbünden çıkarıldıkları zaman, omuzları üzerine O’nun yakınlığı da konulmuştur.
Onlar işte bu beş şeyi kullanarak, bu ilâhi yakınlık üzere bu yakınlığın delilini de elde ederler.
Bunların her ikisi de rahmet ve merhamet sâhibi Rabb’den gelir, O’nunla yakınlık kurarlar.
O gün kendilerine rûh nefhedip üfleyenin kelâmı üzere, rûhun nefhedilişinin delillerini de konuştukları zaman, o an O’nun içte olduğuna dair yanlarında O’nunla ilgili bir hüccet mevcut olur.
Sonra, onlara Celîl olan Vech-i ilâhi’si ile tecellî ettiği vakit yüzlerinde O’nun nuru yansıyıp parıldar, o vesileyle atalarının içine yerleştirilip konulan bu nurun delilleri onları da kaplar.
Üzerlerindeki o marifet (Allah’ı tanıma) nuru öyle bir nurdur ki, Celîl ve Cemîl olan Zât’ın gününde onları tamamen kaplayıp üzerlerini sarar.
İşte onlar, Vâhid (Bir), Ferd (Tek) ve Samed (Hiç kimseye muhtaç olmayıp, her şey kendisine muhtaç) olan Rabb’lerini gerçekten bilip tanırlar.
Bu, iki nuru da birleştirdiği zaman, Ferdü’l-Vâhid olan Rabb’leri üzerine kendilerine delil olan her iki Rabbânî nur bir arada kalplerinin gözleri üzerine de yerleşip ilişir. Artık onlar O’nu bilir ve O’nunla yakınlaşırlar.
Bunların hepsi, tavsif ettiğimiz bu beş şeyin kullanılış şeklini gösterir. Kul övgüye değer olanı kullandığında artık her hâl üzere, her vakitte ve her yerde zemmedilmiş olanı terk eder.
Şâyet her vakitte bunu kullanmazsa, Rabb’inin onunla ilgili sanatını da, Âdem’in gününde nefh (üfleyiş)ten, ilâhi nurdan ve yakınlıktan yana kendisine ikrâm olunan şeyleri de unutur ve artık onu bir daha zikretmez, fehim ve zihinle onu hıfz edip idrâk edemez, mîsâk gününde de Rabb’ini tanıyıp bilemez.
Onlar o an artık O’nun katında O’nun ilâhi kelâmına, yakınlığına ve ulaştırıldıkları, yüklenip omuzlarında taşıdıkları ilâhi nuruna delil olabilecek hiçbir şey bulamazlar.
İlâhi marifet ve kendisine tâlip olunduğu addedilen bu beş şeyin kullanılışı, kullanılışının övgüye değer mi, terk edilişinin zemme değer mi olduğuna dâir onların hesaba çekilmesini de gerektirir.
Rabb’in ilâhi marifet nuru kula O’nunla ilgili herhangi bir şeyi ulaştırmaz, artık onunla ilgili ne bir medh ve övgü, ne de zemm ve yerginin onunla ilgisi olmaz.
Allah’ın bir fiili olarak bu meydana geldiği zaman, ona rağmen yine de ona ikrâmda bulunur.