Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (11) - Ömer Öngüt
Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (11)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Şubat 2022

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (11)

 

Altıncı Hadis-i Şerif (2)

İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri 261. Mektub'unda fazilet bakımından bu devri, ilk devirlerle birleştiriyor, birbirine benzetiyor ve şöyle buyuruyor:

"Bu öyle bir kemâlât, öyle bir üstünlüktür ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bin sene sonra meydana çıkmıştır. Öyle bir sondur ki, baş tarafa benzemektedir.

Herhalde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bunun için:

'Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez.' (Tirmizi)

Buyurdu da "Başlangıcı mı hayırlıdır, ortası mı?" buyurmadı. Demek ki sonra gelenlerin öncekilere daha ziyade benzediğini gördü, bu arada bir tereddüt oldu.

Diğer bir Hadis-i şerif'inde:

'Ümmetimin en faziletlileri önde ve sonunda gelenlerdir, ikisinin arası bulanıktır.' buyurdu. (Câmiu's-Sağîr: 4056)

Evet... Bu ümmetin son gelenleri arasında baştakilere çok benzeyenler olacaktır. Fakat sayıları azdır, hatta azdan dahi azdır. Ortada gelenlerde o kadar benzeyiş yok ise de miktarları çoktu, hem pek çoktu. Fakat sondakilerin az oluşu kıymetlerini daha da arttırmış, öncekilere daha da yaklaştırmıştır." (261. Mektup)

Şüphesiz ki bu fazilet, Hâtem-i veli'ye tâbi olan ihvana âittir, umum ümmete şâmil değildir. Çünkü onlar çok az, hatta azın da azı olacaklar. Mücadeleyi yalnız bunlar yapacaklar, nuru da yalnız bunlar yayacaklar.

Diğer bir mektuplarında ise şöyle buyuruyorlar:

"Yukarıda anlatılan üstünlükler peygamberlere mahsustur. Onların tümüne Allah'ın salâtı ve selâmları olsun. Zira onlar, beşerin havassı olarak murad (istenilen) olmuşlardır. Bir de, tebâiyet ve veraset yolu ile, bu büyük devlete erme müjdesini alanlar vardır.

Anlatılan devletin peygamberlerin ashâbında husule gelmesi, onun sohbeti ile pek çok ve pek ziyade olmuştur. Onlara salât ve selâm olsun. Her ne kadar az, hatta azdan da az olsa dahi, ashâbın dışında bu devletle müşerref olan vardır." (325. Mektup)

Görülüyor ki hangisinin efdal olduğu hakikaten belli değil.

Nitekim bu hususta Bediüzzaman Said Nursî -kuddise sırruh- Hazretleri de, Emirdağ Lahikası isimli eserinin 259. sayfasında Mehdi Aleyhisselâm'dan evvel gelecek zattan ve vazifesinden bahsederken bu manevî ordu hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve mânevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar."

Allah-u Teâlâ'ya sonsuz şükürler olsun ki, bu lütfu bu ihsanı bahşetti.

Bediüzzaman Said-i Nursi -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektubat" isimli eserinin "28. Mektub"unun "Yedinci Risale Olan Yedinci Mesele" bölümünde şark tarafından zuhur edecek bir nurdan şu şekilde bahsetmektedir:

"Beşinci sebep: Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki; o zât, eski velilerin gaybî işaretlerinden istihrac etmiş ve kanaatı gelmiş ki: 'Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'alar zulümâtını dağıtacak.'

Ben böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nurani zâtlara zemin ihzar ediyoruz.

Mâdem kendimize âit değil, elbette Sözler nâmındaki nurlara âit olan inâyât-ı ilâhiye'yi beyan etmekte medar-ı fahr ve gurur olamaz; belki medâr-ı hamd ve şükür ve tahdis-i nimet olur." (28. Mektup, 7. Mesele)

Bunun mânâsı;

"Nasıl ki o ordu Hazret-i Mehdi'ye zemin hazırlıyorlarsa, biz de ona zemin hazırlıyoruz, biz bu vazife ile meşgulüz. Bu hizmetimizden dolayı da övünmeyiz, ancak Allah-u Teâlâ'ya şükrederiz." diyor.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin tarif buyurduğu bu Bayraklılar'ın cihadı "Cihad-ı ekber"dir.

Bir Hacc vardır, bir de Hacc-ı ekber vardır. Biri diğerinden yedi veya yedi yüz derece üstün olduğu gibi, bu cihad-ı ekber de çok büyük faziletleri hâizdir.

Şöyle ki;

Savaşa giden bir kimse birkaç düşmanla karşılaşır. Fakat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in tarif buyurduğu bu Bayraklılar, bu mücahidler Türkiye'de olduğu gibi, ecnebî devletlerde de fitnelerle mücadele ediyorlar.

Bilindiği gibi bir önderin başkanlığı altında cihad yapmanın dinimizce çok mühim bir yeri vardır.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:

"Ey müminler! Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekiyorsa öylece hakkıyla cihad edin." (Hacc: 78)

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre, Ashâb-ı kiram Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e:

"Azîz ve Celîl olan Allah'ın yolunda cihad etmeye muadil ne olabilir?" diye sordular.

"Sizin ona gücünüz yetmez!" buyurdu. Bu sözü kendisine iki veya üç defa tekrarladılar. Hepsinde: "Sizin ona gücünüz yetmez!" buyurdular.

Üçüncüde buyurdu ki:

"Allah yolunda cihad eden kimsenin misali; oruç tutan, namaz kılan, Allah'ın âyetlerine itaatkâr olan bir kişi gibidir. Ki, Allah-u Teâlâ'nın yolundaki mücahid dönünceye kadar ne oruçtan gevşer ne de namazdan." (Müslim: 1878)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

"İnsanlar arasında peygamberlik makamına en yakın kimse, ilim ve cihad ehli olan kimselerdir. İlim ehli olanlar, insanları peygamberlerin getirdiği hükümlere yöneltirler. Cihad ehli olanlar ise, peygamberlerin getirdiği hükümleri kılıçları ile korumak için cihad ederler." (Ebu Nuaym)

Münafıklara karşı açılacak cihad; delil ortaya koymak, belgeleri açıklamak, içlerindeki kötü niyetleri teşhir etmek, ikiyüzlülüklerini ve dönekliklerini su yüzüne çıkarmak demektir.

İşte bu bayraklılar yaptıkları bu cihad-ı ekber'le, hakikat ile dalâletin arasına berzah koymaktadırlar.

Bu berzah o kadar mühimdir ki, Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"(Hak ile bâtılın, hakikat ile dalâletin, doğru ile eğrinin) arasını ayırdıkça ayıranlara andolsun ki!" (Mürselât: 4)

Buyurarak bunların üzerine yemin etmiştir.

Bu Âyet-i kerime'lerin şerefine mazhar eden Allah-u Teâlâ'ya sonsuz şükürler olsun.


  Önceki Sonraki