Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI 253) - Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (57) - Ömer Öngüt
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (57)
EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI 253)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Şubat 2022

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (253)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (57)

 

Âdem Aleyhisselâm'ın Yaratılışı (2)

Zürriyeti çıkarıldığı vakit ona (Âdem'e) bir vehâmet ve ağırlık çökmüştür. Bu ilâhi nur kendilerini, hususi olarak hamurlarının ondan mayalandığı gün içinde bulundukları konuma ulaştırmış; hepsi de onda öne geçirilecek ilim hakkında ilâhi takdirde var edildiği kadar bir paya kavuşturulmuştur.

İlmin başında olan kişi henüz daha emniyete ulaşmış sayılmaz, ilâhi mârifeti murâd edemez, ona uzanamaz. Bu ise ona bu nuru terk ettirir ki, ondan dolayı atası Âdem'le ilgili olarak da câhil olur.

O Rabb'ini de tanıyıp bilemez; çünkü ilâhi mârifeti tanımadığı için, ilâhi mârifetin nurunu ve ilâhi nurun bilgisini kavrayamadığı için mârifet-i ilâhi de ona akmaz.

Onun sahibi ise Rabb'ini tanır, bilmediği şeyleri bizzat O'ndan sorup öğrenir.

Bu nedenledir ki O şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın fıtrattan verdiği ki, insanları ona göre yaratmıştır." (Rûm: 30)

O ilâhi nur, ilâhi marifet nurudur.

Yine şöyle buyurmuştur:

"Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah!" derler." (Lokman: 25 - Zümer: 38)

O'nu bilmek hususunda öne geçmiş olan kimse ise mârifet-i ilâhi'yi derinleştirmekle emniyete kavuşturulmuştur. İlâhi likâ ve mârifet ona akar ve hükümrân olan Allah'a ulaşıp her ikisinin de nuru gözlerini kamaştırır.

Onun kalbi, kendisini basiretinin (kalp gözünün) açılıp parıldamasına ulaştıracak olan şeye tâbi olur. Celil olan Rabb'inin huzur-i ilâhi'sindeki yakınlık nurunun içinde her ikisini de mevcut bulur.

Bundan dolayıdır ki şöyle buyurulmuştur:

"Rabb'inden gelen apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse (bulunmayan gibi olur mu hiç?)" (Hûd: 17)

İşte o ilâhi marifet nurudur.

"Onu da yine O'ndan gelen bir şâhid tâkip eder." (Hûd: 17)

İlâhi mârifet odur. O'nun türbesi Kâbe yerinde bitişik halde durur. Çünkü o, ilmiyle en öne geçmesi sayesinde, onlar için ittihaz kılınmış bir kıble olur.

İlâhi mârifete gelince;

Onun hakkında şu soru sorulabilir:

"Bunlar Allah'ın fiilleri midir, yoksa kulun fiilleri midir?"

İşte mârifet bunu kulun fiiline ve ona mensûbiyetine göre nazara alır. O Rabb'inin katında hamdini onunla gerçekleştirir ve kendini zemmedip O'nunla halvet edişi de ona göre olur. Lâkin onu da, kulu kendisine vâsıl kılıp ulaştıracak olan beş şey ile nasb eder.

O henüz ona ulaşabilmiş değilse de, O'nun yaptırmasıyla Rabb'inin katında hamdini yerine getirmiş; onun aracılığıyla da Rabb'inin marifetini idrâk etmiş olur.

Bu (beş şey şunlardır):

Fehim, zihin, sezgi, hâfıza ve ilim…

Nitekim O "fıtrat"ı zikretmiştir ki, bu Allah tarafından kuluna verilmiştir, onların herhangi bir şeyi kula ulaştırması anlamında değildir.

Hamd eden onun idâre ve yönetimi altında olduğu için, O'nun idâre ve yönetimini terki nedeniyle zemmedilecek hale gelir.

Şu kadar var ki ilâhi mârifet nuru da Allah'tan gelir, onunla ilgili herhangi bir şeyin kula ulaşmasıyla alâkalı değildir.

Allah Azze ve Celle Âdem'i yaratmayı murâd ettiği vakit, onun tıynetinin hamurunu kendi kudret eliyle yoğuruşu ve onu bizzat kendisinin donatmaya yönelişi bundan ibârettir.

O onu çok düşük ve değersiz iki şeyden yarattı:

Onun biri "toprak"tır; yüksek, şerefli, latif ve temiz bir şeye dönüşmüştür.

Onun biri de "rahmet suyu"dur; onun içine ondan daha şerefli, kıymetli ve nurlu şeyler koymuştur.

O rubûbiyyet hazinelerini ondan çıkarmış ve vahdâniyyet ilmi ile ulûhiyyet libâsını üstüne giydirmeyi takdir etmiştir.

Celâl ve ferdâniyyet nuru ile ona haşyet ve korku vermiştir.

O Rabb-i kadîm ve İlâh-ı azîm'den; dengi ve benzeri hiçbir şey bulunmayan, her şeye kâdir olup en ince işleri yapan, bütün işlerin inceliklerini bilen Latîf'ten; O'nun her şeye hükmedip her şeyden haberdar oluşundan söz eder.

İlâhi mârifet nuru işte odur.

Sonra o bahsettiğimiz bu beş şeyin içine konulur. Daha sonra tıynet, bizim bahsettiğimiz her şey içinde yol buluncaya dek, kırk zâtın bulunduğu Arş'ın altına konur.

Ardından hâlis hale getirilip uzva ve damarlara ulaşır. Ondan da ayrılıp başından ayağına kadar varır.


  Önceki Sonraki