Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm - Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (10) - Ömer Öngüt
Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (10)
HAZRET-İ MUHAMMED Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Ocak 2022

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

Allah-u Teâlâ’nın Nur’u, Âlemlerin Gurur ve Sürûru Muhammed Aleyhisselâm (10)

"O kendiliğinden konuşmamaktadır." (Necm: 3)

 

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Resulullah Aleyhisselâm'ın, ümmetleri hakkında nefislerinden de ileri olduğunu; muhtereme hanımlarının ise müminlerin mânen anneleri bulunduğunu bildiriyor:

"O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir. Zevceleri ise müminlerin anneleridir." (Ahzâb: 6)

Çünkü müminlerin mânen hayat bulması ve hayat-ı hakikiyi yaşaması, ancak ve ancak o Zât-ı âlî sayesinde mümkündür.

Madem ki o insanın öz nefsinden evlâdır, şu halde bütün insanlardan üstündür.

Bunu böyle bilip iman edenin imanı kemâle ermiştir. Bu halde olmayanlar her ne kadar iman etmiş görünüyor iseler de imandan mahrumdurlar.

Peygamber hakkı müminlerin kendi öz nefislerinin, ana, baba, evlât ve bütün insanların hakkından daha büyüktür. Çünkü sen kendi canını cehenneme atıyordun, o senin canını cehennemden kurtardı. Amma annen ve baban, eşin ve evlâdın kurtaramaz. Canından da cânânından da efdal olduğunu buradan da mı göremedin?

Müminler onun sayesinde ebedî cehennemden kurtulmuş, hidayete onun sayesinde ermişlerdir.

Onun emirleri bütün emirlere tercih edilmelidir. Onun sevgisi bütün sevgilerin üzerinde olmalıdır. Onun bütün müslümanların üzerinde umumî bir velâyet hakkı vardır.

Allah-u Teâlâ onu nasıl şereflendirmiş, hakların en büyüğünün onun hakkı olduğunu beyan etmişse; onun tertemiz zevcelerini de, onun zevceleri olduklarından dolayı, müminlere anne kılarak onlara saygı ve hürmeti farz kılmıştır. Bu hükmü başkası için vermemiştir.

Görüldüğü üzere Allah-u Teâlâ onların müminlerin anneleri olduğunu bildirmiştir. Buna göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz müminlerin mânevî babasıdır.

Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'te ise şöyle buyuruluyor:

"Ben her mümine kendisinden daha evlâyım." (Müslim: 867)

Bunun sebebi, Sebeb-i mevcûdât oluşudur. İnsanın mânevî hayat bulmasına yegâne sebep onun Rahmeten lil-âlemîn olmasıdır.

O bir hidayet nurudur. Allah'a varan hedefe onun yolundan gidilir, hakikatin köprüsüdür. Allah-u Teâlâ onu, kullarının hidayete ulaşmalarına sebep kılmıştır.

Ebedî âleme teşrif buyurduktan sonra, nübüvvet ve risâlet nurları kıyamete kadar devam edecek; insanlar o nurla nurlanıp, o nurla hidayete ereceklerdir.

Başka dinlere, başka kitaplara ihtiyaç duyulmadan; ümmetinin bütün önemli işlerinde başvurma makamı, ilk ve son mercidir. Kitabı ve şeriatı ile yeterlidir.

Ahirette ise şefaatı ile azaplardan kurtulmaya, yüksek derecelere ulaşmaya vasıta olacaktır. Allah-u Teâlâ onun hürmeti ve şefaatı ile ümmetinin günahlarını, ayıplarını, yanlışlıklarını, hatalarını bağışlayacak; cennet sakinlerine verilen sayısız ve hesapsız nimetler onun vasıtasıyla verilecektir.

O bir ilim-irfan kaynağıdır. O Nur'a kendi ilminden ilim akıttı. Zâhirî, bâtınî ilim kaynağı o olduğu gibi, ledünî ilimlerin kaynağı da o idi. Geçmişin ve geleceğin ilimlerini özünde toplamıştı.

Allah-u Teâlâ tarafından indirilen Tevrat ve İncil'in asılları, daha sonraları insan sözü ile karıştırılıp tahrif edilmesine rağmen; şu anda mevcut olan nüshalarda bile Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in geleceği ile ilgili bazı işaretlere rastlanmaktadır.

Tevrat'ta şöyle emrolunmuştur:

"Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim, her şeyi onlara söyleyecek." (Tevrat-Tesniye: 18/18)

Bu ise verilme iledir.

Allah-u Teâlâ Duhâ sûre-i şerif'inde:

"Sana Rabb'in, sen râzı oluncaya kadar verecek." buyuruyor. (Duhâ: 5)

Öyle bir verilmedir ki; lütuf üzerine lütuftur, rızâ ve hoşnut olma makamıdır, ona âit övülen bir makamdır.

Nur-i Muhammedî'de şöyle geçmişti:

"O Hakk'ın nurudur,

İlim-irfan kaynağıdır.

Hakk'tır onun özü,

Hakk'tan gelir onun sözü."

Onun özünde Allah var. Özünde Allah olduğu için sözünde de Allah var. Onun aslı nurdur, cismi âdemdir. Görünüşte o, fakat o bir maske idi. Onda Hakk konuşuyordu, insanlar ise onun konuştuğunu zannediyordu.

Nitekim bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"O kendiliğinden konuşmamaktadır." (Necm: 3)

Bütün beyanları birer hikmettir, arzusuyla ve şahsî görüşüne dayanarak konuşmaz.

Bu Âyet-i kerime'ye göre ona itiraz eden Allah-u Teâlâ'ya itiraz etmiş olur. Kim ki Allah-u Teâlâ'ya itiraz ederse küfre kayar.

Allah-u Teâlâ'nın şu Âyet-i kerime'sine dikkat edin!

"İçinizde... Görmüyor musunuz?" buyuruyor. (Zâriyât: 21)

Habib-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'den daha güzel kim görebilir O'nu? O O'nda bir maske oluyor, içindekini görüyor. Ağzına gelen sözler O'nun sözleridir, bakışlar O'nun bakışlarıdır, O'nun tutuşlarıdır. Hükümleri O'nun hükümleridir. Onun için bütün sözlerinde, hareketlerinde Hakk ile kâimdir.

O Hakk'ın nuru olduğu için, onu hiçbir beşerin idrak etmesi mümkün değildir.

İnsanlar için en büyük saâdet ve bahtiyarlık, en yüksek mertebe ve en büyük meziyet, emsali görülmemiş ve bir daha da görülmeyecek olan Peygamber Aleyhisselâm'ın yolunda yürümek, yüce ahlâkını tatbik edebilmektir.

Nitekim Alman İmparatorluğu'nun ilk Başbakanı Prens Bismark'ın söylediği sözlerine dikkat edin!

"Seninle aynı çağda yaşayamadığım için çok üzgünüm ey Muhammed!

Muallimi ve nâşiri olduğun bu kitap senin değildir, o ilâhîdir. Bunun ilâhî olduğunu inkâr etmek, mevcud ilimlerin asılsız olduğunu ileri sürmek kadar gülünçtür.

Bunun için beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra da göremeyecektir.

Ben heybetli huzurunda en büyük hürmetle eğilirim."

Bu gizli imandır. Bismark'ın beyanına bir bakın, bir de Resulullah Aleyhisselâm'ı hafife alan gafillerin zındıklığına bir bakın! Nuru olmadığı için Âyet-i kerime'leri görmediler, bu sözü de mi işitmediler, bu sözden de mi bir şey anlamadılar? Sözden bir şey anlamadıklarına göre, bunlardan ne kadar daha aşağıya düşmüş oldular.

Kendilerinin müslüman olduğunu zannedenler neler söylüyor, kâfir zannedilenler neler söylüyor?

Müslümanlığını kapalı olarak ilân ettiyse de, arkasında çok büyük bir iz bıraktığını biliyorum. Onun o iman izi üzerinde çok kişi yürüyor. Bunlar Bismark'ın ektiği İslâm tohumlarıdır. Bunların sayısını vermeyeceğiz. En yüksek kademelerdeki bu gibi gizli müslümanları Almanlar bile bilmiyor, müslümanlar ise hiç bilmiyor.

Gerek Amerika'da, İngiltere'de, Fransa'da ve gerekse diğer gayr-i müslim ülkelerde sayılamayacak kadar müslüman var ve İslâm hızla yayılıyor...


  Önceki Sonraki