Şu günlerde Türkiye’nin ekonomik gündemi her şeyin önüne geçmiş durumda. Ancak unutmamak lâzım ki insanlar gelir geçer, ancak devlet bakidir. Vatanımızı muhafaza etmek için gayret ettiğimiz gibi, devletimizin selâmeti için de gayret etmemiz; bu sebeple gerçek gündemi ve küresel gelişmeleri iyi takip etmemiz; devlet aklının elde ettiği kazanımları kaybetmememiz gerekiyor.
Şöyle ki; Türkiye son 300 yıllık tarihi içinde çok önemli bir eşiğe; tekrar büyük devlet olmanın eşiğine gelmiş durumda. Düşman bunu görüyor ve elindeki bütün enstrümanları kullanarak bu tarihi eşiği geçmemizi engellemeye çalışıyor. Zayıf bulduğu yerden saldırıyor.
Biz ise devlet aklını millete maletmekte tam anlamıyla muvaffak olamadık. 300 yıllık makûs tarihin Türk entelijansiyasında biriktirdiği korku ve sömürge zihniyeti (uzun asırlar boyu dönem dönem geri gidişi durduran büyük fedakârlıklara ve askeri zaferlere rağmen) hâlen devam ediyor. Adeta bir ideolojiye dönüşmüş bu kalıplaşmış zihniyeti yıkıp yok etmekte zorlanıyoruz.
Ancak geldiğimiz yerde artık geri dönüş mümkün değil. Sadece ilerleyişin, yeniden büyük devlet olmanın yolunun ne kadar uzun yahut ne kadar sancılı olacağını bilemiyoruz. Bilerek-bilmeyerek küffarla işbirliği yapanların, Türkiye’yi Batı’ya bağımlı eski günlerine geri döndürmek isteyenlerin eylemlerinin boyutuna göre bu yolun uzunluğu ve sancısı değişecek. Zira küffar ne kadar güçlü olursa olsun, içeriden destek bulamadıkça başarılı olması mümkün değil. Bize düşen bu engelleri mümkün olduğu kadar küçültmeye, yok etmeye çalışmaktır.
Ancak ekonomik dalgalanmaların şiddetlenmesi ve geçim sıkıntılarının hızla artması iç bütünlüğümüze büyük bir tehdit oluşturuyor.
Bütün dünyada yaşanan enflasyon ve hammadde fiyatlarındaki artışın üzerine bir de ülke içinde dolar kurunda yaşanan artış çift çarpan etkisiyle fiyatlara yansıyor. Sabit gelirli insanların durumu hızla kötüleşti-kötüleşiyor. Ev kiralarındaki artış gibi problemler de eklenince sıkıntılar katmerleniyor. Ticaret erbabı fiyat belirlemekte zorlandığı için ekonomi duruyor. Ekonomik sıkıntıların çalkantılara sebep olma ihtimaline karşı teyakkuzda olmak, suçlu aramak yerine gerekli tedbirleri hızlı bir şekilde almak lâzım. Zira düşman yumuşak karnımızı biliyor ve bize buradan çalışıyor, bizi yıkmak için fırsat kolluyor. Bu ekonomik çalkantı Türkiye’nin yakaladığı fırsatı değerlendirmesini, geldiği tarihi eşiği geçmesini geciktirebilir.
Kasım ayında Türkiye’de çok mühim bir toplantı yapıldı. “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi”, “Türk Devletleri Teşkilâtı”na dönüştü. Aynı günlerde Türkiye Milli Muharip Uçağı’nın (MMU) ilk parçasını ürettiğini açıkladı. Bu iki mühim hadisenin hemen ertesinde yaşanan ekonomik hadiselerin tesadüf olmadığını tahmin etmek hiç de zor değil. Bu gelişmeleri engellemek için her yolu deneyecekler, her türlü üzerimize gelecekler.
Ermenistan-Azerbaycan arasındaki çatışmalar, PKK’nın saldırıları, Peşmerge’nin Kerkük’e girmeye hazırlanması, Bosna’da Sırpların silahlanma kararı alması, Rusya’nın Ukrayna sınırında işgale hazırlanıyormuş gibi yığınak yapması, Yunan’a yapılan askerî yığınak, Doğu Akdeniz’deki tatbikatlar vs. bunların hepsinin Türkiye’yi kuşatmaya, meşgul etmeye, enerjisini tüketmeye dönük gayretlerin bir parçası olduğu aşikârdır.
Tarih boyu kurmuş olduğumuz büyük devletler -ve bütün küffara karşı tek başına zafer üstüne zaferler kazanan Osmanlı imparatorluğu- tecrübesinin ardından millet olarak yaklaşık 300 yıldır büyük devlet statüsünü kaybetmiş bir ülkeyiz. Ancak çok büyük bir şanlı tarihin varisleri olarak bizler bu durumu içimize sindiremediğimiz gibi, rakiplerimiz-hasımlarımız da hâlâ bizden çekiniyor ve korkuyor. Bu korkunun askerî-siyasî-ekonomik-tarihi-teolojik çok katmanlı boyutları olduğu için bize karşı düşmanlık ve kötü niyetleri değişmiyor ve kaybolmuyor. Sevr paçavrası ile ete-kemiğe bürünen bu niyet ve düşmanlıkları halen devam ediyor.
Son yıllarda Türkiye konjenktürün ve düşman saldırılarının da sürüklemesiyle tekrar tarihi genlerinden gelen büyük devlet refleksiyle hareket etmeye başladı. Kendimizi savunurken ister istemez bir taraftan da genişlemeye, kollarımızı dost ve kardeş ülkelere, hatta bütün dünyaya uzatmaya başladık.
Türkiye’ye saldıranlar Türkiye’yi esir almaya ve parçalamaya çalıştı, halen çalışıyor. Türkiye de buna mecburen karşılık verdi, sınır ötesi hatta deniz ötesi operasyonlar yapmaya başladı. Kendi üretimi silahlarla kısa zamanda net neticeler aldı. Bu durum dost-düşman bütün dünyanın dikkatini celbettiği gibi, Türkiye’yi geri dönülemez bir eşiğe getirdi.
Dünya üzerindeki büyük devletlerle kıyaslandığında Türkiye’nin büyüklüğü orta seviye bir devlet mesabesinde. Ancak ortaya koyduğu etki ve güç neredeyse büyük devletlerin seviyesinde. Yani Türkiye adeta bir dünya gücü. Ama henüz geçmemiz gereken bir eşik var.
Bu eşiği geçebilmemizin en büyük parametresi dünyanın süper güçlerinde bulunan hangi silah varsa nükleer dahil aynısını üretebiliyor seviyeye gelmemizdir.
Dünyanın başat aktörü olabilmek için ise şu anda kurulu olan şeytani düzenin yıkılması gerekiyor. Bu değişimin ise beklenen dünya savaşlarının, nükleer harplerin ve büyük ekonomik, ekolojik yıkımların ardından geleceğini söyleyebiliriz. Bu değişimi Sebeb-i Mevcudat -s.a.v.- Efendimiz’in ve onun izinden giden Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, Ehlullah’ın verdiği haberlerde ve bu haberleri doğrulayan küresel konjenktür ve gelişmelerde görebilirsiniz.
Bize düşen bu değişime madden manen hazırlanmak, tedbir almak, elimizden gelen bütün imkânlarla sebeplere sarılmaktır. Aklımızı, ilmimizi, bilimimizi bu yolda elden geldiğince kullanmaktır.
Bu perspektifle baktığımızda Türkiye’nin inkişafının önündeki artılarını ve eksilerini, elinde olan yahut eksik olan yumuşak ve sert güç unsurlarını şöyle sıralayabiliriz:
1. Ordumuz: Küffarın bizi yıpratmak için üzerimize saldığı terör belası aslında ordumuzu bileyen ve kılıcını keskinleştiren bir unsur oldu. FETÖ’nün vurduğu darbeye, özellikle hava kuvvetlerinde ortaya çıkan pilot eksikliğine rağmen Türk ordusu bugün Amerika’nın yapamadıklarını yapan, kısa sürede net neticeler alan, harp tecrübesi en üst seviyeye çıkmış, yani insan ve yetişmiş personel gücü olarak dünyanın bir numaralı ordusudur demiş olsak abartmış olmayız.
2. Savunma Sanayiimiz: Savunma sanayiimiz artık kritik eşiği aştı. Savunma Bakanı’nın tabiri ile “Savunma sanayiinde cin şişeden çıktı. Artık ‘Yaparsın-yapamazsın’ meselesi bitti, Türkiye olarak yapabileceklerimizin sınırı kalmıyor.” Batı Türkiye’ye o büyük kibri ile baktığı için Türkiye’nin ilerlemesini göremedi ve tahmin edemedi. Büyük bir şok yaşıyor. Zira Türkiye Çin ve Rusya’nın beceremediği işi, Batı standartlarında harp araç ve gereçleri yapabileceğini göstermiş oldu. Sadece bazı büyük silah sistemlerinde zamana ihtiyacımız var. Eğer bir engel çıkmazsa, çıkartılmazsa yaklaşık on yıl sonra Türkiye’nin yapamadığı hiçbir silah sistemi kalmayacak.
Diğer yandan dikkat ederseniz harp silah sistemlerinin satışının sadece bir ticaretten ibaret olmadığını hep beraber müşahede ediyoruz. Bu sayede dost ülkelerin bize olan güveni artıyor ve siyasi ittifakların önü açılıyor. Görülüyor ki; kendi silahını yapamayan bir ülkenin büyük devlet olması mümkün değildir.
3. Tarihten gelen kültürel ve coğrafi hinterlandımız: Türkiye, Türkçe konuşarak Çin seddine; hatta Ural-Altay dil grubunu baz aldığımızda Macaristan, Japonya, Kore, Finlandiya, Letonya’ya; “Selamün Aleyküm” diyerek Endonezya’dan Afrika’nın her yerine gidebiliyor.
4. Sömürgeci olmayan geçmişimiz: Özellikle Osmanlı’nın adalet ve merhameti bütün olumsuz propagandaya rağmen halkların belleklerinde duruyor ve sömürgeci, vahşi, gaspçı, gaddar Batı tahakkümünden yılmış insanlık Türk imparatorluğu’nu özlenen ve beklenen bir imge olarak hatırlıyor.
5. İstihbarat Teşkilatımız: 15 Temmuz’dan sonra dış operasyon yetkisi verilen ve yeniden yapılanan Türk istihbaratı, yukarıda üçüncü ve dördüncü maddede sıraladığımız yumuşak güç unsurlarının da yardımıyla bütün dünyada önde gelen bir istihbarat servisi haline geldi. Sömürgeci büyük devletler ancak büyük paralarla haber ve bilgi toplamaya çalışırken, Türk istihbaratı bütün dünyada gönüldaşlarından gönüllü istihbarat toplayabiliyor ve her türlü yüksek teknolojiyi kullanıyor.
6. Türk devlet teşkilatının dış ülkelerde düzen kurucu, adalet ve medeniyet götüren vizyonu; yani göstermiş olduğu büyük devlet refleksi bu güç unsurlarını tamamlayan önemli bir parametre olarak karşımıza çıkıyor.
7. İlâhî yardım: Hepsinden önemlisi, gözlerinizi kapatıp şöyle bir tefekkür ettiğinizde bu vatanın üzerindeki ilahi yardımı ve Resulullah Aleyhisselâm’ın manevî desteğini gözünüzle görür gibi olursunuz. Çok zaman küffarın hamlelerine üstün bir akıl cevap veriyormuş gibi ortaya çıkan gelişmelerin arkasında bu ilâhi kudret ve rical-i gayb de denilen gözle göremediğimiz ancak gerçekte var olan geçmişte yaşamış manevî şahsiyetler vardır. Gerçek “Ak sakallılar” da bunlardır.
1. Silah Sistemleri: Hemen her türlü silahımızı yapıyoruz, ancak takımı henüz tamamlayabilmiş değiliz. Yapımına gayret edilen savaş uçağı, hipersonik füze sistemleri, harp başlıkları, uzun menzilli hava savunma sistemleri, jet motorları, fırkateyn, hava savunma muhribi gibi bazı büyük ve önemli silah sistemlerinin tamamlanması için yaklaşık on yıllık bir zaman dilimine ihtiyacımız var. Küffar bunu gördü ve engellemek için elinden geleni yapıyor, daha fazlasını da yapacak. Dikkat ederseniz NATO üyesi olduğumuz halde F16 bile vermek istemiyorlar.
2. Ekonomi: Türkiye ekonomik alanda birçok ilerlemeler sağladı. Ancak bir Kore gibi teknolojiye ve ihracata dayalı atılım yapamadı. Küresel faiz sisteminin ucuz dolarları ile uzun süre rahat yaşadı, ancak artık bunun ceremesini çekiyor.
3. Tarım:Türkiye tarımda da ekonomide olduğu gibi istenilen atılımı yapamadı. Küçük çiftçilerin birçoğu tarımı terketme noktasına geldi. Yaşanan gelişmeler tarımın önemini bize gösterdi. Önümüzdeki günlerde eksikliğin ceremesini daha şiddetli hissedeceğiz.
4. Eğitim: Eğitim sisteminde de nitelik yerine nicelikle uğraştık. Üniversitelerimizin sayısını artırdık ama kalitesini artıramadık. 28 Şubat’ta meslek liselerine vurulan darbeyi de düzeltemedik. Sonuç; iş bulamayan milyonlarca üniversite mezunu ve teknik ara eleman bulmakta sıkıntı çeken sanayici.
5. Siyasi Kutuplaşma: Takım tutar gibi parti tutan kitlelerin oluşması sebebiyle; bölücü zihniyetlerin, devletin aleyhine çalışan terörle iltisaklı partilerin hoşgörüyle karşılanır hale gelmesi, devlet için büyük bir tehdit haline gelmeye başladı.
6. Korku ve teslimiyetçi zihniyet: Bu değişimi algılayamayan, üç yüz yıl boyunca içimize işleyen Batı ile iyi geçinmeye muhtaç küçük devlet psikolojinden sıyrılamayan, Batıcı ve teslimiyetçi bir zihniyet azımsanmayacak bir toplumsal kesimde devam ediyor. Kalıplaşmış, adeta bir ideolojiye dönüşmüş bu zihniyet, Batı’daki şeytanî medeniyetin manevî işgali ile birleşince geniş bir kesim “Üstün Batı(!)”nın karşısına çıkmaktan aciz, korkak bir zümreye dönüşmüş durumda. Kurtuluş Savaşı ve devamında yeni bir devlet kurmuş olmamız bile bu zihniyeti ortadan kaldıramadı. Kelli felli siyasi figürlerin, profesörlerin, emekli bürokratların bu korku politikasını savunmasının temelindeki en büyük sebep budur.
7. Türkiye’yi düşman gören küresel şeytanî küfür düzeni: Nasıl ki bizim arkamızda gözle göremediğimiz ancak gerçekte var olan Ehlullah varsa küresel şeytani düzenin destekçisi şeytanlar ve şeytanî bir akıl da var. Küfür milletlerinin bize karşı hep birlikte hareket etmelerinin altında gözle görülmeyen ancak Âyet-i kerime’lerde varlığı sıkça dile getirilen bir şeytanî aklın olduğunu bilelim.
Binaenaleyh şu anda yaşanan savaş özünde iman ile küfrün, Rahmanî akıl ile şeytanî aklın mücadelesidir.
Unutmayalım ki; şeytan taraftarlarının şeytana teslim olduğu kadar biz de rahmanî akla teslim olabilmiş olsak bu savaş çok daha kolay ve kısa sürecektir.