Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (8) - Ömer Öngüt
Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (8)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Kasım 2021

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (8)

 

Birinci Hadis-i Şerif:

Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez.” (Tirmizî)

Şimdi bu belli olmayanı belirtmeye çalışacağız ve hakikatını ortaya koyacağız.

Evvelkilerden murad “Asr-ı saâdet”tir. Sonrakiler ise ikinci bin seneden sonra gelen ve “Hâtem-i velî” ile başlayan iman kurtarma ve cihad devresidir.

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Hangisi daha hayırlıdır bilinmez.” buyuruyor. Bu mucize beyanı ile başta gelenlerle sonda gelenleri birbirine bitiştirmekle, Ashâb ile ihvanı bir zincirin baklaları haline getirmektedir. Hepsi de aynı yolun yolcularıdır, hiç fark yok.

Bu faziletin nereden geldiğini mütebâki Hadis-i şerif’lerde arzetmeye çalışacağız.

 

İkinci Hadis-i Şerif:

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kabristana gelip:

 “Ey mümin cemaatin diyârı! Size selâm olsun. İnşaallah biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmüş olsa idik ne kadar sevinirdim.” buyurdu.

Ashâb-ı kiram:

“Yâ Resulellah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” dediklerinde:

“Siz benim ashâbımsınız. İhvanımız ise, henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdu.

“Henüz gelmemiş olan ümmetinizi nasıl tanıyacaksınız yâ Resulellah?” diye sorulduğunda ise şöyle cevap verdi:

“Bir kimsenin; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını bilemez mi?”

“Elbette bilir yâ Resulellah!”

“Kardeşlerimiz de yüzleri, el ve ayakları abdest nuru ile parlak olarak geleceklerdir. Ben de havzın başında onları bekleyeceğim.” (Müslim: 249)

Burada herkesin anlayabileceği bir tabir kullanmışlar. “Abdest nuru ile tanıyacağım.” buyuruyorlar. Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı da abdest alıyordu amma Resulullah Aleyhisselâm’ı görüyorlardı. Onlar nurun karşısında idiler. O nur yetiyordu onlara. Ve fakat o nurdan 1400 sene uzaklaşılmış, ortalık kararmış. Gelecek ümmet ise hem görmüyor, hem abdest alıyor. O nurdan uzaklaşmışlar amma, Ashâb-ı kiram’ın hayatını yaşıyorlar, Ashâb-ı kiram’a bitişmiş durumları var. Demek ki; “İhvanımız ise henüz gelmemiş olanlardır.” buyurulan kimseler, bilhassa ikinci bin seneden sonra gelecek olan bu ümmet içinde Hâtem-i veli’ye tâbi olan ihvan topluluğudur.

 •

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Bir kimsenin; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını tanıyamaz mı?”

Beyanı ile bu zamanın karanlığını siyah atlara benzetmektedir. Ortalık o kadar kararacak ki, hiç beyaz yeri kalmayacak. Fakat o kararmış ortamda o beyazlığı, o nuru taşıyacak insanlar da bulunacak. Allah-u Teâlâ bu karanlık ortamda Hâtem-i veli’nin ihvanına öyle bir nur verecek ki, nurun alâ nur olacaklar.

Buradaki inceliğe çok dikkat ederseniz hangisinin efdal olduğu belli değil. Birine “Ashâbım.” diyor, birine “İhvanım.” diyor. Ashâb mı efdal, ihvan mı efdal? Onları birbirine bu kadar bitiştiriyor ve bu bitiştirmeyi ilerletiyor. Onlar da onun ümmeti, bunlar da onun ümmeti. Şu kadar var ki, onlar onun ashâbı, bunlar ise ihvanı.

Ashâbı dinde kardeş yolda arkadaştı. İhvanı ise dinde de kardeş, yolda da kardeş kabul etti. Faziletini siz düşünün!

Zira bu güçlük içerisinde 1400 seneden sonra Resulullah Aleyhisselâm’a kavuşuyorlar, bitişiyorlar ve aynı hayatı yaşıyorlar. Bu ise kardeşliğin tâ kendisidir.

Çünkü Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı zamanında güçlük vardı amma, destek aldıkları iki güç de vardı. Kur’an-ı kerim âyetleri an be an nâzil oluyordu. Her an için tecelliyât-ı ilâhî’ye mazhar idiler. Diğer taraftan Resulullah Aleyhisselâm’ın nuru karşılarında idi. İçleri dışları nurlanıyordu. Onun sohbeti ile müşerref oluyorlardı. İlâhî hükümleri kaynağından öğreniyorlardı. O nur onlara yetiyordu, onları eğitiyor, terbiye ediyordu. Büyük bir mânevî destek vardı. Onlar gördüler, göre göre iman ettiler. Bakıyorlardı, yol alıyorlardı.

Resulullah Aleyhisselâm bu Din-i mübin’i onlarla kurdu, onlarla yaydı.

Şimdi ise aradan 1400 sene gibi uzun bir zaman geçmiş bulunuyor. O nurdan uzaklaşılmış, ortalık tamamen kararmış, kapkara olmuş. Dünya kurulalıdan beri böyle bir fitne kopmadı.

Böyle olduğu halde, sonda gelenlerin bağlılıkları Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı gibi olduğundan ötürü ona yaklaşmış ve bitişmiş durumda oldukları için, onların yakınlığı bunlara geçti. Aynı hayatı yaşadıkları için kardeş oluyorlar. Dereceleri çok yüksek.

Onlar o hayatı yaşadıkları gibi, bunlar da aynı hayatı yaşıyorlar ve diğer müslümanlara yaşatmaya çalışıyorlar. Bir taraftan nuru muhafaza ediyorlar, bir taraftan nurlandırmaya çalışıyorlar. Bir taraftan nefisle cihad ediyorlar, bir taraftan beşeriyet ile cihad ediyorlar. İlâhî hükümleri duyurmaya, beşeriyeti nurlandırmaya gayret ediyorlar.

İmâm-ı Mâlik -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri:

“Bu ümmetin son zamanlarında ıslâhı, ancak ilk devirlerindeki ıslâh usulünün ele alınmasıyla mümkündür.” buyurmuşlardır.

Bu yol Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtının yoluna benzediği için, diğer tarikat yollarının hiçbir icraatına benzemez.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi gören müslümanların hepsi “Sahabe” olma şerefine nâil olmuşlardı. Fakat içlerinde seçkin olanlar vardı. İhvan var, ihvanın içinde seçkin ihvan var.

Bu yol aynı o yola benzediği için, yetişme şekilleri de aynıdır. Kimisi amel ile gidiyor. Kimisi cihad ile, kimisi de hem amel, hem cihad ile gidiyor. Bazısı kapalı olarak gider, bazısı açık; bazısı sülûk ile nasibini alır, bazısı cezbe ile alır.

O kuvvetli cezbe ile çekildikleri için Allah-u Teâlâ Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtına verdiği gibi, müridana da bir hafiflik, bir kolaylık vermiştir.

Her yol yoldur, bu yola varıncaya kadar. Bu yol ise başa benzediği için şekli değişiyor.

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bir mektuplarında buyururlar ki:

“Ey kurtuluş yolunu arayan tâlip!

Bu büyüklerin yolu Ashâb-ı kiram’ın yoludur. Allah onlardan râzı olsun. Bu indirac, yani nihayetin bidayete sığdırılması dahi, o sığdırılışın eseridir ki; Hayr’ül-beşer Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin sohbetinde onlara müyesser olmuştur. Ona ve âline salât ve selâm olsun.

 Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin ilk sohbetinde bunlara müyesser olan, onların dışında kalan pek az kimselere nihayette hasıl olmuştur. Bu feyizler ve bereketler, ilk asırda (saâdet asrında) zuhur eden feyizlerin ve bereketlerin aynıdır. Her ne kadar ortada bulunanlara nispetle sondakilerin uzaklığı belli de olsa, fakat iş, gerçekte bunun aksinedir. Çünkü sondakiler, ilk asra ortada bulunanlardan daha yakındır. Onun boyasıyla boyanmıştır. Bunu ortadakiler ister doğrulasın, isterse doğrulamasın. Hatta bu muamelenin hakikatını sonda gelenlerin dahi pek çoğu idrak edemez.” (336. Mektup)

Tarikât-ı âliye-i münevvere’nin yolcularının gidişatları hafî ve cehrî olmak üzere ikiye ayrılır. Pîrân-ı izam Hazerâtı da bu yollar üzerinde yetişmiş ve yetiştirmişlerdir.


  Önceki Sonraki