Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (7) - Ömer Öngüt
Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (7)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Ekim 2021

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

Hâtem-i Enbiya Muhammed Aleyhisselâm ve Ashâb-ı Kiram (7)

 

Hâtem-i Veli ve Ona Tâbi Olan İhvanlar:

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Nuaym bin Hammad’ın Ka’b’dan rivayet ettiği Hadis-i şerif’lerinde ikinci bin senenin içinde en faziletli olan üç şahıstan birisi hakkında şöyle buyurmuştur:

“Mehdi’nin çıkış alâmetlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklılar’ın çıkmasıdır.” (Suyûtî, Kitabu’l-Arfi’l-Verdi fî Ahbâri’l-Mehdi; Cârullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)

İkinci bin yılın fazileti Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bu Hadis-i şerif’i ile tarif ettiği bayraklıların çıkması ile başlıyor.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu mucize Hadis-i şerif’i ile Bayraklılar’ın başına geçecek olan zâtın, Mehdi Hazretleri’yle münasebeti olduğunu haber vermişler; onun çıkış alâmeti olduğu gibi, ilk iman kurtarma cihadını başlatacağını da ifşa etmişlerdir.

Allah-u Teâlâ din-i İslâm’ın tazeliğini getirmek için bu ilmi bugün indirdi.

Muhyiddin-i İbn’ül Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fusûs’ül-Hikem” isimli eserinde Hâtem-i veli’nin ilmi hususunda şöyle buyurmaktadır:

“O öyle bir kaynaktan alır ki, Peygamber Aleyhisselâm’a vahiy getiren melek de aynı kaynaktan alır.” (sh. 45)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hakk’tan alıyordu, o da Hakk’tan alıyor. Hâtemlik bitiştiği gibi devirler de bitişiyor.

Hâtem-i enbiya böyle olduğu gibi, Hâtem-i veli de böyledir. İkisi de ümmî.

Doğrudan doğruya Hakk tarafından gönderildiklerine en büyük alâmet.

Allah-u Teâlâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi “Nur saçan kandil” mânâsına gelen “Sirâc-ı münîr” yaptığı gibi, Hâtem-i veli’de de tecelli etmiş, ona da Resulullah Aleyhisselâm’a verdiği nuru vermiş, verdiği için bütün âlemleri o nur ihata etmiştir.

Nitekim İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri “260. Mektub”unda:

“Kurumuş olan âlem onun zuhur nuruyla aydınlanır. Onun hidayet ve irşad nurları bütün âleme yayılır.” buyurmuşlardır.

Size bunun sırrını açayım:

Bütün kâinat perdeden, çadırdan ibarettir. Aslında hep O’dur. Mahlûk da bir perdedir. O, mahlûkta da tecelli ettiği zaman öyle olur, O tecelli eder. Sahnede mahlûk görülür, o nur mahlûkta olur. O tecelli edecek ki, o hâl onda zuhur etsin.

“Sirâc-ı münîr” de nur, o nur Resulullah Aleyhisselâm’da tecelli ediyor. Herkes Resulullah Aleyhisselâm’ı görüyor, nuru kimse göremiyor. Bu böyledir.

“Ben bir kabuktan ibaretim, içimde O var.” derken bu sırrı ifade etmek istiyoruz.

Farz-ı muhal ki fenerin içinde mum yanıyor. Mumu çektiğin zaman fener yanar mı? Yanmaz, fener olarak kalır. İşte bunun gibi, Allah-u Teâlâ nurunu koyduğu zaman “Sırâc-ı münîr = Nur saçan kandil” oluyor. O nur O’nun nurudur. Koyduğu zaman nur saçıyor, çektiği zaman kandil olarak kalıyor.

İşte Hazret-i Allah budur. Hep O’dur, yaratıklarda hiçbir şey yoktur. Gerçek mürşid Hazret-i Allah’tır. O’ndan başka bir şey görmüyorum ki, başka bir şey tarif edeyim. O’nu gördüğüm için O’nu tarif etmeye çalışıyorum. Tarifi mümkün değildir.

Bu noktada size bir sır ifşâ edeyim:

İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:

“Onun nuru ile hidayete erenlerin ve onun istemesi ile yükselenlerin bu kazançlarını bilmeleri de gerekmez.” (260. Mektup)

Onları Allah-u Teâlâ yetiştiriyor da kimse bilmiyor. Bu yol mahviyetle kâimdir. Büyük velilere çok şey bildirilmiş, amma o çok şeylerin içinde çok büyük tehlikeler de var.

Mahviyetle yürüyende tehlike yok. Çünkü cebinde parası yok ki benim param var desin. Yok çünkü. Hiç parası yok amma, Var’ın tecelliyatı var.

Allah-u Teâlâ onları her türlü varlıktan soymuş, kendi varlığı ile yetiştiriyor da kimse farkında değil. Bu ise hâlisâne olarak sülûk edenlere, bağlılık ve sadâkat gösterenlere aittir.

Müridânı O yetiştirdiği gibi, lâtifeleri de O yürütüyor. Bu gizlinin gizlisi bir sırdır, bu sır hiç geçmemişti. Gizlinin gizlisi bir yol.

Çünkü gerçek mürşid Hazret-i Allah’tır, O yürütüyor, dilediği zaman kemâle erdiriyor. Kimsenin bunu bilmesi mümkün değildir.

Bağlılık ve sadakatı olmayanlarda tecelli etmez. Çünkü oraya vermiş, ondan Râbıta alacak.

Kabuk kabuktur amma, kabuğa nüfuz ettiği zaman içindekine nüfuz eder. Kabuğa nüfuz etmeyen, içindekine nasıl nüfuz edebilir? Kabuğa itimat etmeyenin, içindekine yanaşması mümkün değildir. Çünkü O, ışığı oraya yakmış. O lambaya teveccüh edilmediği zaman karanlıkta kalır.

Muhyiddin-i İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretlerinin diğer bir beyanları da şöyledir:

“Bu ilim ilm-i billâh’ın âlâsıdır. Bu ilim, ancak peygamberlerin ve velilerin sonuncusuna verilmiştir.” (sh. 43)

Bunu bilen söylüyor, Allah-u Teâlâ’nın hususi kulları söylüyor.

Bu ilmi O vermiştir. Verdiği zaman olur, vermediği zaman hiçbir şey olmaz. Hâtem-i nebi’ye de O veriyor, Hâtem-i veli’ye de O veriyor. O kime ne verirse, kime ne ikram ve ihsan ederse öyle olur. Hâtemlik verme iledir, ihsan-ı ilâhî ile olur, çalışmakla kazanılması mümkün değildir.

Muhyiddin-i İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri bu beyanları ile baş tarafı nihayete bitiştirmektedir.

Nitekim İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri de bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“Bu öyle bir kemâlât, öyle bir üstünlüktür ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizden bin sene sonra meydana çıkmıştır. Öyle bir sondur ki baş tarafa benzemektedir.” (261. Mektup)

Hâtem-i enbiya olduğu gibi, bir de Hâtem-i evliya vardır. Zira velâyet nübüvvetin bâtınıdır. Nübüvvetin zâhiri, dini hükümleri ve şeriatı haber vermek; bâtını ise, haber verilenleri bizzat yaşamak ve bu şekilde nefislere tasarrufta bulunmaktır. Her ne kadar tebliğ etme bakımından nübüvvetin zâhiri tamamlanmışsa da, ilâhî kemâlin yeryüzüne tecellisi olan velilerin tasarruf vazifeleri sürdüğü için nübüvvet, velâyet şeklinde de devam etmektedir.

Nitekim Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Hatm’ül-evliyâ” adlı kitabında buyurur ki:

“Nasıl ki peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e ‘Hâtem’ün-nübüvvet’ verilmişse ve o bütün peygamberler üzerine Allah-u Teâlâ’nın bir hücceti ise, velilerin sonuncusu olan bu veli de âhir zamanda öyle olacaktır.” (sh. 436)

Yani Allah-u Teâlâ onu o hâle koyacak.

Hâtem-i evliya’ya gelince; âhir son zamanda gelecek velilerin sonuncusu demektir.


  Önceki Sonraki