Şu kadar var ki; ikincisi de İsâ Aleyhisselâm’dır. Şüphesiz ki o, aslı itibariyle dünyadan arınmıştır ve uzaktır. O’nun ne zevcesi vardır, ne çocuğu vardır, ne meskeni vardır, ne de yeryüzünde kademi üzere yürüyüp izini tâkip edecek sâlih bir sebat edeni vardır.
Onun evi, gecenin üzerini örten örtüsü; yemeği yeryüzünün bitkileri, içeceği de menbâ suyu idi.
O, onu yeryüzünden bir ilâhi buyrukla sıyırıp çekmişti.
Onun ışığı ve kandili ay ve güneşti.
Kisvesi değneği ve ince elbisesi, efendiliği ise eriştiği saadeti ve (tâkip edilmesi gereken) iki ayak iziydi.
Üçüncüsüne gelince; İşte o Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-dir. O, O’nunla birlikte, menzillerin arasında en hayırlı olan “Sidre”ye kadar erişmiştir.
Bunun kıssasıyla ilgili Hadis’i Abdullah bin Ebî Ziyâde el-Kutvânî, Seyyâr’dan, o Cafer bin Süleymân’dan, o Ebî Umrân el-Cevnî’den, o menbaımız ve kaynağımız Ömer bin Ebî Ömer’den, o Saîd bin Mansûr el-Mekkî’den, o Hâris bin Ubeyd el-İyâdî’den, o yine Ebî Umrân el-Cevnî’den, o Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den, o ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den ona ne şekilde yükseldiğini vasfetmek üzere şu şekilde nakletmiştir:
“Ateşin dışı bir sebeple örtülüp kapatıldı, en büyük Nûr sarkıtılıp aşağı indirildi. Onun aşağıya düşmüş olan hâli, inci ve yâkuttan ibaret olan Refref’tir.” (İmâm-ı Gazâlî, İbn Receb el-Hanbelî)
Sonra, Allah kendisine rahmet etsin, babamın Sâlih’ten, onun Ebî Mukâtil’den, onun Sâlih bin Saîd’den, onun Şehr bin Hoşab’dan, onun Ka’b’dan, onun ise Âişe -radiyallahu anhümâ-dan rivâyet ettiği Hadis’te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in kıssası, içinde şu ziyâdelik olduğu halde nakledilmiştir:
“Buyurdu ki:
‘Ben: ‘Peygamber bir kulum!’ dediğimde ise bana hitâben şöyle buyuruldu:
‘Kuşkusuz seninki tevâzudan başka bir şey değildir! Hiç şüphe yok ki sen, O’nun yeryüzünü parçalayıp ayırmasından daha önce de vardın. Sen Âdemoğlunun Seyyid’i, efendisisin; ilk şefaat edecek olan da sensin!..”
Bil ki o gün ibâdet de, siyâdet (efendilik) de, kemâlât da, ziyâdelik de ancak ona aittir.
“İnci ve yakuttan ibaret olan Refref”e gelince; bu nefsin müreffeh bir hâle gelip, O’nunla rahatlığa kavuşmasıdır, tâ ki istikrar üzere olmaya güç ve kudret bulabilsin…
O, işte bu meşgale içinde O’nunla olur, O’nunla hafiflik bulur.
İşte bunlar, O’nun yeryüzünde bizzat kendilerine öğrettiği üç muallimidir: Birisini men etmiş, birisine ihsan etmiş, birisini ise en hayırlı eylemiştir.
Men de O’nun fiili, ihsân da O’nun fiili, hayırlı kılmak da O’nun fiilidir; onun fiili, fiil işleyenlerden hiçbirinin fiili gibi değildir.
Lâkin fiilin de bir karşılığı vardır; Allah’ın peygemberlikleri konusunda onların üstünlüklerini ibrâz edip açığa çıkarması içindir.
Nitekim Süleyman Aleyhisselâm’a peygamberliği hakkında itminân, hallerde sükûn ve nefsin istikrârına dair bir üstünlük vermiştir.
İsâ Aleyhisselâm’ın peygamberliğinde kanaat ve rızâ üstünlüğünü ibraz etmiştir.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-le ise ilâhi yakınlıkta muvâfakat üstünlüğünü ve eminliğe ait üstünlüğü ibrâz etmiştir. Çünkü o, eminlerin tümüne ulaşan feyzin asıl sahibidir.
Hiç şüphe yok ki onların hepsi de eminlerden kılınmıştır. Aynı şekilde onlar O’na karşı muvaffak olmuşlar, muvâfakat hususunda da üstünlüğe erişmişlerdir.
Peygamberler -salâvâtullâhi aleyhim- itminân sahibidir, kanaatkârdır, rızâ halindedir, emanete riâyet ederler, muvâfakata ehildirler. Özleri, velilerin katındaki herhangi bir şeye benzetilmekten beridir.
Nitekim bunların nübüvvetleri ve yakınlık makamındaki yerleri, onlardan sonra gelen velilere göre uzak bir anlaşılmazlık üzere bina edilmiştir.
Nitekim O’nun Süleyman Aleyhisselâm’a verdikleriyle, onu ondan yana selâmet üzere kılması, nefsinin pâye alması hususunda ona mukâbelede bulunması bunun gibidir.
Hiç şüphesiz ki Allah’a ait olan lezzet ve nimetler, her ikisine yönelik olarak nefsin haz alması noktasında, O’na aynıyla tâbiiyyet ile sahiplenilmiş olur.
İsâ Aleyhisselâm nefsinin haz alması, nefse bağlı kalma ve onu râzı etme hakkında her iki hususta da engellenmiştir.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in en hayırlı oluşu ise men edilme ile alâkalı değil, nefsinin zaten tertemiz oluşu ile ilgilidir. Lâkin ona arz edilir, O’nunla arz edilir. O nefsinin pay alması konusunda rey sahibidir, kulluk sûretinde var edildiği için de onu terk eder. Çünkü dünya kulluk diyarıdır, ubûdiyyet için kurulmuştur; âhiret ise hüzünler ve sahiplikler diyarıdır.
O Allah’ın tedbirine muvâfakat göstermiş ve nefsinin hissesini terk etmiş; nefsini ve nefsinin üzerindeki galebesini Allah için feda etmiştir.
Nitekim ondan rivâyet edilen bir başka Hadis’te şöyle buyurmuştur:
“Kim Allah için tevâzu gösterirse Allah onu yükseltir; kim de nefsi üzerine Allah’ı tercih ederse, Allah da halkın üzerine onu tercih eder.” (Suyûtî, Câmi‘u’s-Sağîr, c. 2, Had. no.: 8605)
İşte Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in İsâ Aleyhisselâm üzerine terk ile üstünlüğünü ve Süleymân Aleyhisselâm üzerine ilâhi tedbirde muvâfakat ile üstünlüğünü ibraz etmesi de bunun gibidir.