Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (177) - Abdülkerim-i Cîlî -Kuddise Sırruh- (3) - Ömer Öngüt
Abdülkerim-i Cîlî -Kuddise Sırruh- (3)
Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına İzah ve Açıklamalar (177)
Dizi Yazı - Hatm'ül Evliya Hakkında İzah ve Açıklamalar
1 Mayıs 2021

 

Allah-u Teâlâ'nın Sevgilileri'nin İfşaatlarına
İzah ve Açıklamalar (177)

Abdülkerim-i Cîlî -Kuddise Sırruh- (3)

 

Allah-u Teâlâ Ona Duyurmasa O Bilebilir mi?

Abdülkerim-i Cîlî -kuddise sırruh- Hazretleri “El-İnsanü’l-kâmil” isimli eserinde Hâtemü’l-evliya’dan şöyle haber vermişlerdir:

“Her kim bu yakınlık makâmına vâsıl olursa, o kimse Hâtemü’l-evliya olup, hitam (hatemiyet) makâmında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in vârisidir. Çünkü bu yakınlık makamı, makâm-ı mahmud ve vesîle makâmıdır. Oraya kadar vâsıl olan velinin vardığı yer, kimsenin erişemeyeceği bir makamdır.” (El-İnsanü’l-kâmil, sh. 455. çeviren: A. Mecdi Tolun)

İşte ispatı bu! Bu zât-ı muhterem en ince sırlardan bahsetmiş; gerçek vuslattan, Hakk’a yakınlığın, Resulullah Aleyhisselâm’a ihsan ettiğini ihsan etmekle mümkün olacağını, yani ona ne bildirirse ona da onu bildirmekle mümkün olacağını ifşâ etmiştir. Allah-u Teâlâ ona duyurmasa o bilebilir mi? Onlara duyurduğunu da ben size anlatıyorum.

İnce bir hususu arzedeyim. “Makam-ı Mahmud” ayrıdır, “Vesile makamı” ayrıdır. Makam-ı mahmud hiç kimseye verilmemiş olan şefaat makamıdır, Vesile makamı ise hiç kimseye verilmeyen yaşama makamıdır.

“Kimsenin erişemeyeceği bir makam.” buyuruyor. Hâtem-i veli’ye ihsan edeceğini Allah-u Teâlâ ona duyurmuş.

Nitekim Muhyiddîn-i İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem-i veli’ye verilecek olan makamın, kendisinden önce gelmiş hiçbir veliye verilmediğini beyan ederek şöyle buyurmuşlardır:

“Allah-u Teâlâ bu Hâtem-i velâyeti ne bize, ne bizden evvelkilere nasip etmeyip, bu makamı bizden saklamıştır.”

Onu muttali kılmadığı gibi diğer velileri de kılmadığı açıklanıyor.

Şeyh Sadreddin Konevî -kuddise sırruh- Hazretleri;

“O kul gibi cem edici kimse yoktur ve kendisinden sonra hiç kimse onun vâris olduğu şeyi elde edemeyecektir.”

Buyurarak, ona verdiği ilmi bir daha da kimseye vermeyeceğini ifşâ etmektedir. Ona vereceğini başkasına verecek değil. Halkı Hakk’a dâvet edecek onun gibisi olmayacak. Onunla bitiyor. Yani Allah-u Teâlâ ona öyle bir tecellî etmiştir ki; artık bundan sonra o tecelliyâtı kimseye vermeyecek, Tecelliyât-ı ilâhî onda sona erecek.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Hatmü”l-evliya” adlı eserinde:

“Öyle veli vardır ki makamını aşar.” buyurmuşlardır.

Şimdiye kadar gelip geçen veliler hep emanet üzerinde durmuşlar, fakat Hâtem-i veli hakkında ifşaatta bulunan Zevât-ı kiram Hazerâtı emanet üzerinde durmamışlar, intikal üzerinde durmuşlardır.

Mevlânâ -kuddise sırruh- Hazretleri’nin: “Mustafa geldi yine, cümleniz iman ediniz!” buyurmasındaki gizli sır da bu oluyor.

O gelmedi amma, onun vekili onunla geldi. Başkası için bu söz söylenilmemiştir. İşte bu bir intikal sırrıdır. Her şeyiyle o geldi.

Onsuz olur mu bu iş?

Bir zât-ı muhterem de:

“O Resulullah Aleyhisselâm’ın gölgesidir.” buyurmuş.

Gölgesi demek o demektir, onun intikali demektir! Onun ikinci bir gölgesi yok, bir tek gölgesi var! Zira ondan başka da Hâtem yok.

Her şeyin önderliği kendisine âit olan Sebeb-i Mevcûdât -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir nevi yükünü atmış oluyor. Yani: “Şimdiye kadar ben taşıdım, bundan sonra sen taşı!” mânâsına geliyor.

İsmail Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri buyurur ki:

“Hatmü’l-evliyâ üzerine inkârın çok ve fazla oluşu, tam mazhar oluşundandır.” (Kitabu’n-Netice)

Bu bir tam vârisliktir. Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’ın vazifesini ona vermiş, onun vazifesini o yapıyor. Bu vazife onundu, Allah-u Teâlâ ona intikal ettirmiş, o vazifeyi vekiline yaptırıyor. Yani peygamber değil amma, vazifesi peygamber vazifesi.

Nitekim Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu yerde onunla iftihar eder, Allah da bu makamda onun ismini yüceltir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bizzat onunla yetinip karar kılar.” (Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resul c. 1, s. 619-620)

Bunun mânâsı; vazife onundur artık.

Daha açığı; şeriatı kurma vazifesi Resulullah Aleyhisselâm’a âittir, başkasının kurma hakkı yoktur. Amma oradan oraya intikal etmiştir. Bunların hepsi Allah-u Teâlâ’nın hükmüdür, ilâhî bir lütuftur. Yapılan her şey Allah-u Teâlâ’nın hükmüyle husule geliyor. O hükmetmedikçe hiçbir şey olmaz, hüküm O’na âittir. Bütün bunlar O’nun izniyle yapılıyor.

Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn-i İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fusûsu’l-Hikem” isimli eserinde Hâtem-i veli’nin ilmi ve velâyet kandili hakkında şöyle buyurmuşlardır:

“İşte bu ilim, ilm-i billâh’ın âlâsıdır. Bu ilim, ancak peygamberlerin ve velilerin sonuncusuna verilmiştir. Bu ilmi, Nebi ve Resul’lerden görebilenler ancak Hâtemü’n-nübüvve olan Muhammed Aleyhisselâm’ın mişkâtından görürler. Velilerden görebilenler de ancak (onun mirasçısı olan) Hâtem-i veli’nin mişkatından (kandilinden) görürler. Hattâ peygamberler, o ilmi ne zaman müşâhade etseler, ancak Hâtemü’l-velâyet kandilinin ışığıyla görürler. Çünkü Resul’lük ve Nebi’lik keyfiyeti sona  ermiştir, velilik ise aslâ nihayete ermez. Kitap ile gönderilen peygamberler aynı zamanda velilerden olduklarından, bahsettiğimiz ilmi ancak Hâtemü’l-evliyâ mişkâtından alırlar. Şu hâle göre onlardan aşağı mertebede bulunan veliler nasıl olur da o kaynaktan almazlar?” (“Fusûsu’l-Hikem ve’t-Ta’lîkat aleyhi”;  s. 62-63)

Çünkü velilerin velâyeti ayrıdır, peygamberlerin velâyeti ayrıdır, Hâtem’in velâyeti ayrıdır. Peygamberlerin velâyeti velilerin velâyetinden üstündür, amma hâtem değildir. Orada hâtemlik var, onların velâyetinde hâtemlik yok. Orada hâtemlik olduğu için Hâtem’den alıyorlar.

Şöyle ifade etmek gerekirse; nübüvvet zâhirî olduğu için zâhirin hükmü bitmiş oluyor, fakat velâyet bâtınî olduğu için bitmemiş oluyor.

Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı’nın her biri kendi zamanlarında birer vazife ile geldiler, birer tecelliyâtla gönderildiler. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz zuhur edince peygamberliklerinin hükmü bitti, durumları velâyete düştü. Şu kadar var ki; onlar mahşere yine peygamber olarak çıkacaklar. Bütün vazife Resulullah Aleyhisselâm’da tecellî ettiği için, onların vazifesinin hükmü kalmadı, hepsinin birden ayrı ayrı gördükleri vazife onda toplanmış oldu. O semâvî kitapları da Kur’an-ı kerim’de dercedilmiş oldu.

Bunun gibi nasıl ki onların durumları velâyete düştüyse, Hâtem-i veli çıkınca, ikinci kandil zuhur edince de; her birinin ayrı ayrı tecelliyâtları ve vazifeleri olan diğer velilerin hükmü bitmiş oldu, velâyetleri isimde kaldı. Amma onlar yine velidir. Velidir amma, hükümleri yok. Şimdi bütün vazife Hâtem-i veli’de tecellî ettiği için, onların vazifesinin hükmü kalmadı, hepsinin birden ayrı ayrı gördükleri vazife onda toplandı. Diğer Peygamber Aleyhimüsselâm Hazerâtı’nın vazifelerinin Hâtem-i nübüvve’de toplandığı gibi oldu.

Ondan sonra artık gelmeyecek. Çünkü o, o işi bitirdi. Ne gelecek? Nübüvvetiyle Hazret-i Mehdî, risaletiyle Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek. Bu merdiven “Velâyet”, “Nübüvvet” ve “Risalet”le bitiyor.


  Önceki Sonraki