Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI 242) - Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (46) - Ömer Öngüt
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (46)
EVLİYÂ-İ KİRAM -Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN "HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ BEYAN ve İFŞAATLARI 242)
Dizi Yazı - "Hâtemü'l-Evliyâ" Hakkındaki Beyan ve İfşaatlar
1 Mart 2021

 

EVLİYÂ-İ KİRAM
-Kaddesallahu Esrârehüm- HAZERÂTI'NIN
"HÂTEMÜ'L-EVLİYÂ" HAKKINDAKİ
BEYAN ve İFŞAATLARI (242)

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- (46)

Âlemlerin Rabb’ine Sülûkun Keyfiyyeti Risâlesi
(Risâletü Keyfiyyeti’s-Sülûk ilâ Rabbi’l-âlemîn) / 6

 

Her sâlikin ulaşabileceği gaye, kendisine sülûk ettiği yol ile ilgisi nispetindedir.

Onlardan kimi O’na kendi lügatı (dili) ile münâcaatta bulunurlar.

Onlardan kimi de O’na kendi lügatı dışında bir lûgatla münâcaat ederler. Lügat ile münâcaatta bulunabilen -yani lügati olan- her kişi bu lisanı oğullarına miras bırakır.

O öyle bir kimsedir ki, işte bu yolun lisanı üzere O’nu işitir; kimi Mûsâ’nın, kimi ise İsâ’nın, İbrahim’in ve İdris’in meşrebi üzeredir.

İki, üç ve dörde kadar çıkabilen lügatle münâcaat edebilen kimse de onlardandır.

En büyük kemâlât sahibi ise, lügatlerin tümüyle münâcaat edebilen kimsedir. İşte o, “Muhammedî Hâs”tır.

O’nun ulaştığı gayenin daha ötesi yoktur. O orada durur, geriye dönüşü yoktur.

Onlardan işte bu makamda varlığından soyunmuş bir halde bulunan kimse, akıl sahiplerinin ve ondan başkalarının mânevi babası gibidir.

İçine kapanma da, kalabalıkla haşır-neşir olma da onun için geçerlidir.

Onlardan geriye döndürülen kimse, makamında temsil edilebilmesi şartıyla varlığından soyunmuş halde duranların en kâmilidir.

Geriye döndürülenlerin makamından daha yüksek bir makamda varlığından soyunmuş olan birinin, en yüce şekil ile geri dönüşü söze sığdırılamaz. Fakat temsiller veya varlıktan soyunma makamından indirilip geriye döndürülenin “Ayn”ı, yani özü bizim için şarttır.

Değersizlikte ve kendini aşağı görmede ziyadelik ona aittir.

Mânevi terakkide ayrılık da onun üzerindedir, aynı şekilde terakkide üstünlük de onun üzerindedir.

Geriye döndürülenlere gelince; onlar iki şahıstır:

Onlardan biri, kendisine sülûk edilen Hakk yol hakkında geriye döndürülen kimsedir.

Diğeri ise yine onlardan, irşad ve hidâyet lisanıyla halka döndürülen kimsedir. O, verâset sahibi olan bir ‘Âlim’dir.

Her dâvetçi aslında tek bir makama vâris olarak dâvet eder. Lâkin “Dâvet makamı” onların hepsini birleştirip bir araya toplar.

Tıpkı Allah-u Teâlâ:

“Biz o peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık.” (Bakara: 253)

Buyurduğu gibi, onların da kimileri bulunduğu mertebede kimilerinden daha üstündür.

Onlar hem Mûsâ’nın, hem ‘İsâ’nın, hem İshâk’ın, hem İsmaîl’in, hem Âdem’in, hem İdrîs’in, hem İbrahim’in, hem Yûsuf’un, hem Hârûn’un, hem de onların diğerlerinin lügati (dili) ile dâvet edicilerdir. Bunlar Sûfiler’in ta kendileridir.

Onlar bizden Seyyid (Efendi) olanlara izafe edilen “Mânevi haller Ashâbı”dır.

Onlardan biri ise bizzat Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in lügati (dili) ile davet eder. İşte onlar melâmidir, nefislerini ayıplar ve aşağılarlar.

Aynı zamanda o temkin ve tahkik ehlidir.

Halkı Allah-u Teâlâ’ya dâvet ettiğinde, onlardan bir kişi ubûdiyetin (kulluğun) hakikatinin içindeki fenâ kapısından bizzat O’na dâvet eder.

Allah-u Teâlâ’nın şu kelâmı onunla ilgilidir:

“Seni daha önceden, sen hiçbir şey değilken yaratmıştım.” (Meryem: 9)

Veya ubûdiyyet’in (kulluğun) mülâhaza edildiği kapıdan ki, o mânevi lezzet ve iftikâr, yani fakirliğe erişmektir; ubûdiyyet (kulluk) makâmının muktezâsı olan şeydir.

Dolayısıyla onlardan bir kişi onları Rahmâni ahlâkın mülâhaza edildiği kapıdan dâvet eder.

Yine onlardan bir kişi onları ilâhi kahırla ilgili ahlâkın mülâhaza edildiği kapıdan dâvet eder.

Onlardan bir kişi ise onları ilâhi ahlâkın kapısından dâvet eder, kapıların en üstünü ve en büyüğü de odur.

Bil ki hırs, cimrilik, büyüklük taslamak, hased ve kibir insanda aslâ son bulmaz. Hamd dili onun üzerine cârî olur, O’nun tasarrufunun hesabı üzere ona gerek duyulur.

Kişi: “İnsan için büyüklük taslama da, cimrilik de yoktur.” derse, ona: “Senin neş’etin (yaratılışın) son bulur, yok olursun ve bambaşka bir yaratılışla yeniden inşâ olunursun.” denilmesi gerekir.

“Gerçekten insan pek hırslı yaratılmıştır. Başına bir felâket gelince sızlanır, feryat eder. Bir iyilik dokunduğunda ise cimri kesilir, onu herkesten men eder.” (Meâric: 19-21)

Büyüklük taslama da yoktur, lâkin Hakk Teâlâ’nın aynında yerleşik bulunan, onun hakkında kâim bulunan bu sıfatlarla ilgilidir.

Alçak ve düşük yaratılışın, diğer yaratılışın hilâfına kendine has birtakım hususiyetleri vardır. Öyle ki, iki yaratılış arasında hiçbir yönden hiçbir müştereklik söz konusu olmaz.

Diğer yaratılışın da kendisine has birtakım hususiyetleri vardır. Bu nasıl olmasın ki?.. Düşük ve alçak yaratılış, uyuşabilen ve karmaşık hale gelebilen bir yaratılıştır, diğer yaratılış ise bu mizâçdan tamamen sıyrılıp kurtulmuş bir yaratılıştır.

Şakî şekâvetiyle kendini sıyırıp çıkmıştır, onda hayırdan yana herhangi bir şey bulunmaz. Saîd ise saâdetiyle kendini sıyırıp çıkarmıştır, onda ise şerden yana hiçbir şey bulunmaz. Çünkü âhiret bizzat buna verilmiştir, saîdlerin yaratılışına sahip bulunan birinde aslâ büyüklük taslama, cimrilik ve hased olamaz.


  Önceki Sonraki