Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh-den rivayete göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında yer üzerine değnekle bir kare çizdi. Onun ortasından yana doğru bir çizgi çekti. Bu çizgiden de yukarıya, aşağıya bir kaç hat çekti ve buyurdu ki:
“Şu insandır. Şu da insanın ecelidir ki, insanı tamamen kaplamıştır. Şu ecel çizgisinden dışarıda kalan hat ise insanın gayesidir.
Dışarıya uzanan hattan aşağı ve yukarı çıkan hatlar ise insanın başına gelecek âfetler ve musibetlerdir. İnsan bunun birini geçerse bir başkası gelir. Onu da geçerse bir başkası.
Onu da geçerse ecel gelip çatar.” (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2164)
İnsanlar kimi zaman musibetlerle, kimi zaman nimetlerle, kimi zaman darlık kimi zaman bollukla, kimi zaman hastalık kimi zaman sıhhatla imtihandan geçmektedirler.
Allah-u Teâlâ insanlara mal ve can vermiş, insanları bunlarla imtihan etmektedir. Bu imtihan ecel gelinceye kadar devam eder.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun ki mallarınıza ve canlarınıza ibtilâlar verilerek imtihan olacaksınız.” (Âl-i imrân: 186)
“Andolsun ki biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiltmekle sizi imtihan edeceğiz.
Resul’üm! Sabredenleri müjdele!” (Bakara: 155)
Sabredenler bu ibtilâlar başlarına geldiğinde tahammül edip Allah-u Teâlâ’ya sığınan ve yönelenlerdir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Onlar ki, kendilerine bir musibet geldiği zaman: ‘Biz Allah içiniz ve biz O’na döneceğiz.’ derler.” (Bakara: 156)
Bu bir teslimiyettir ve Hakk’a boyun eğmektir. Bunu yalnız dil ile değil bütün kalıbı ile söyler. Bu ise sabrın en ileri noktasıdır, rızâ ise bundan daha üstündür.
Böylece O’ndan çıkacak hükm-i ilâhiyi peşin olarak kabul ettikleri gibi, vakti gelirse O’na döneceklerini de belirtmiş oluyorlar.
Onların bu samimi itirafları ve ihlâsla yönelmeleri neticesinde Allah-u Teâlâ onlara iltifatta bulunmaktadır:
“İşte Rabb’lerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır, yalnızca onlar doğru yolu bulmuşlardır.” (Bakara: 157)
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz buyururlar ki:
“İki şeye (sabır ve sığınmaya) karşı verilen iki şey (mağfiret ve rahmet) ve ayrıca yapılan ilave (hidayete erdirilmek) ne kadar güzeldir!”
Dinin esası işte budur. Allah-u Teâlâ bu kimselerin hidayete erdirildiklerine, doğru yolda olduklarına şehadet etmektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadırlar:
“Mümin iki korku arasındadır. Birisi geçmiş ömrü hakkındadır, ki Allah-u Teâlâ’nın geçmişine dair kendisine ne gibi bir muamele edeceğini bilmez. Diğeri ise geri kalan ömrüne dairdir ki, burada da Allah-u Teâlâ’nın kendisi hakkında ne gibi bir hüküm vereceğini bilmez.
Binaenaleyh kul kendisinden kendisi için, dünyasından ahireti için, hayatından ölümü için ve gençliğinden ihtiyarlığı için azık alsın. Çünkü dünya sizin için, siz ahiret için yaratılmışsınız.
Hayatım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki; öldükten sonra affı mucip bir amel yapılamayacağı gibi, dünyadan sonra da cennet veya cehennem olmak üzere iki yer vardır.” (Beyhakî)
Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ımız Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri kullarına en büyük öğütlerinden birisini vererek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak lâzımsa O’na yaraşır şekilde öylece korkun.
Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Âl-i imrân: 102)