Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - En Büyük Âyet-i Kerime Âyet-ül Kürsî (8) - Ömer Öngüt
En Büyük Âyet-i Kerime Âyet-ül Kürsî (8)
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Kasım 2020

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

EN BÜYÜK ÂYET-İ KERİME ÂYET-ÜL KÜRSÎ (8)

 

Allah-u Teâlâ İle Mülâkat:

İlim içinde ilimler mevcuttur. “Zâhirî, Bâtınî, Ledünî ilimler” olduğu gibi, “İlme’l-yakîn, Ayne’l-yakîn ve Hakka’l-yakîn ilimler” de vardır.

Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz “Hakk’al-yakîn” mertebesindedirler.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Ümmetimin âlimleri benî İsrail’in peygamberleri gibidir.” buyurdu. (Keşfü’l-hafâ)

Allah-u Teâlâ onları Hakk’al-yakîn’e erdirdiği gibi, bunları da Hakk’al yakîn’e erdirdiği için seviyeleri aynıdır.

Allah-u Teâlâ bir insanla üç şekilde konuştuğunu Şûrâ sûre-i şerif’inin 51. Âyet-i kerime’sinde şu şekilde beyan buyurmaktadır:

“Allah’ın bir insanla konuşması mümkün değildir. Ancak;

Vahiy yoluyla,

Veya perde arkasından konuşur.

Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder.

O, yücedir, hikmet sahibidir.” (Şûrâ: 51)

Âyet-i kerime’de geçen birinci ve üçüncü şekil malumdur. Vahiy Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz’e verilen ilâhî kelimelerdir. Allah-u Teâlâ emir ve nehiylerini muhtelif şekillerde onlara duyurur. Onlar da aldıkları vahiyleri muhataplarına “Allah-u Teâlâ böyle vahyetti.” şeklinde duyururlar. Vahyin de ayrıca muhtelif şekilleri vardır.

“Perde arkasından konuşma”ya gelince;

Âyet-i kerime’de beyan buyurulduğu üzere, bunlar perde arkasından Allah-u Teâlâ ile konuşanlardır ve Allah-u Teâlâ’nın huzurunda bulunurlar.

Huzurunda olacak ki konuşacak. Onları huzuruna almış, mülâkatla dilediğini bildiriyor ve gösteriyor.

Bunun mümkün olduğuna itiraz etmemeniz için Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin bu noktada bir ifşaatlarını arzedelim:

“O, Allah-u Teâlâ’nın kabzasında (hususi himayesinde) hareket eder, O’nunla konuşur.” buyurmuşlardır. (Nevâdirül-usûl)

Âyet-i kerime’de beyan buyurulan bu perde nedir?

Bu perde senin varlığındır, vücudundur. O, senden sana yakın, seninle O’nun arasında senin varlığın var, perden var. Perdeni ne kadar inceltirsen, o kadar O’na yakınsın. Perdeyi kaldırabilirsen, O’nunla başbaşa kalırsın. Artık sen yoksun, O var. Perde kalktı çünkü.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:

“Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kâf: 16)

Senden sana yakın olan, sana duyuruyor, buyuruyor. Buyurduklarını sana duyuruyor. Sen bir perdesin, O dilediği şekilde mahlûku ile konuşur.

O içeride, senden de sana yakın. Amma sen perdesin, O’nu görmüyorsun.

“Onlar sıdk makamında, kudret ve kuvvet sahibi hükümdarın huzurundadırlar.” (Kamer: 55)

Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere; bu lütuflar ancak Allah-u Teâlâ’nın kendisi için seçtiği ve çektiği kullarına mahsustur, umuma şâmil değildir. Onu kendisi için yaratmıştır, öyle murad ettiği için yaratmıştır, yaratılış sebebi odur. Sevdiği için de huzuruna almıştır.

Demek oluyor ki; Allah-u Teâlâ dilediği zaman o kulunu huzuruna alıyor ve onunla konuşuyor, dilediğini ona duyuruyor, bütün hakikatleri bildiriyor. Dilediğine harfsiz, hurufatsız ilham ediyor.

Nasıl konuşur? O zaten sana senden yakındır, senin varlığın bir perdeden ibarettir. O lâtif perdenin arkasında sana hitap ediyor. Huzuruna alıyor ve hitap ediyor. O anda arada hiçbir vasıta yoktur.

Meselâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu hususta Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:

“Benim Allah ile öyle vaktim olur ki; oraya ne yakın bir melek sızabilir, ne nebi ne de resul sokulabilir.” (Keşfü’l-hafâ)

Ne melek girebilir, ne de şeytan girebilir, hiçbir şey giremez.

En son derecesini şöyle izah edelim:

Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcûdat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:

“Ey Allah’ım! Beni bağışla, bana acı, en yüce arkadaşa kavuştur.” (Buhârî, Tecrîd-i sarîh: 1665)

Onun arkadaşı O idi ve ahirete giderken de son kelâmı bu idi. Hayat boyunca Allah-u Teâlâ ile arkadaşlık yaptı ve en çok sevdiği arkadaşına kavuştu. Bir kişi o kişiyi görecek ki arkadaş olsun. Görülmeyen bir kişi arkadaş olamaz. O kişiyi görünce O’nunla olacak.

Bu hâle ermenin şartları nedir?

Kalp üzerinde yedi perde vardır. Bu yedi perdenin kalkması; sıfat-ı hayvaniyeden arınması, ahlâk-ı zemimeden sıyrılması ile kâimdir. Bu ise nefis sâfiyeye çıktıktan sonra husule gelir ve bu hâller tecellî etmeye başlar. Onun artık Allah-u Teâlâ’dan gayrı hiçbir arzusu olmaz, ne dünya ne de ahiret.

Bu lütuf hass’ül-has olanlara âittir.

Hass’ül-has kimdir? Varlığından, benliğinden zerre dahi kalmayınca hass’ül-has olur. Toz kadar varlık bile bir varlık sayılır. Farz-ı muhal ki; bütün dünya senin vücudun. Bu vücut zerre zerre parçalansa, bir tek zerre Var’a mânidir.

Muhyiddin-i İbnü’l-Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyururlar:

“O öyle bir kaynaktan alır ki, Peygamber Aleyhisselâm’a vahiy getiren melek de aynı kaynaktan alır.” (Fusûsü’l-Hikem)

Diyeceksiniz ki; Allah-u Teâlâ ile mülâkat mümkün müdür? Evet, murad-ı ilâhî olduğu zaman mümkündür.

Bu mülâkat; dilediği esrarını öğretmek, bildirmek ve göstermek için, Allah-u Teâlâ’nın kendisi için seçtiği ve çektiği hass’ül-has kullarına mahsustur.

Bu mülâkat bazen perde arkasındandır. Kabuktan ibaret olan cesedi attığın zaman, kabuksuz olarak da tecellî eder.

Bir temsil verelim: Denize düştüğün zaman, canını kurtarmak için en sevdiğin elbiseni üzerinden çıkarıp atmak istersin.

Oysa Allah-u Teâlâ’nın lütuf deryasına düştüğün zaman, imanını kurtarıp sevdiğine kavuşmak için sevdiğin vücut elbisesini atmak istersin.

Burası insanın kendini inkâr etme noktasıdır.

Zira bütün günahlar bu vücut elbisesi ile işleniyor. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz nur idi. Onun elbiseyi çıkarmasına lüzum yok idi. Mirac-ı şerif buna delildir.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh Hazretleri “Hatmü’l-Evliya” adlı eserinin yirmi birinci bölümünde buyurur ki:

“Allah-u Teâlâ onu kendi nefsi için canlı kılar. Bu kul O’nunla konuşur, O’nunla düşünür ve O’nunla bilir.”

Şu kadar var ki; Rabbül-âlemin, dilediği kulunu huzuruna alır, mülâkat eder. Zira vücud O, mevcud O... Kabuğun, vücudun yanında ne hükmü var? Kabuktan çıkarsan, Cânân’a kavuşursun.


  Önceki Sonraki