Allah-u Teâlâ kudret ve azametinin bir delili olarak, hiçbir yaratılmışın Yaratıcı'sını tanımasının mümkün olmaması sebebiyle; hiçbir gözün Zât-ı kibriyâ'sını ihata ve idrak edemeyeceğini, O'nun ise bütün gözleri ihata ve idrâk ettiğini beyan etmek üzere şöyle buyurmaktadır:
"Hiçbir göz O'na erişemez, ihata ve idrak edemez. Fakat O bütün gözleri ihata eder." (En'âm: 103)
Allah-u Teâlâ'nın hakikati bir hudud dahilinde olmadığı için, O'nun sınırlı olan gözlerle idrâk edilmesi, gerçek varlığının ve mahiyetinin bütünüyle bilinip kavranması tam mânâsıyla mümkün değildir. Yaratılmış olan fâni bir insanın gücünün, ezelî ve ebedî olan varlığı görecek bir kuvvete sahip olması düşünülemez. Bu idrak, insanların takâti ve istidâdı haricindedir. O ise kullarının gözlerini tamamıyla ihata eder. Çünkü O'na âit sıfatlarda bir sınır tasavvur edilemez. Her zerrede ulûhiyet sırları mevcuttur. O her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Her şey her şeyi kuşatmıştır. O ise her şeyi kuşatmıştır.
"O Lâtif'tir, her şeyden haberdardır." (En'âm: 103)
O en ince işleri yapan, bütün işlerin inceliklerini bilen, sonsuz lütufkâr olduğu gibi; her şeyin içyüzünü bilen, gizli taraflarından haberi olan da yine O'dur.
Hiçbir gözün O'na erişemeyeceğine, ihata ve idrak edemeyeceğine, fakat O'nun bütün gözleri ihata ettiğine dâir olan bu Âyet-i kerime'de çok ince bâtınî mânâlar vardır.
Şöyle ki;
Bu ilâhî beyandan anlaşıldığına göre, insanın bütün varlığı bir maskeden ibarettir. O'nu görecek, O'nu ihâta edecek ne bir göz ne de böyle bir kimse vardır. Varlıkta O'ndan gayrısı yok ki ayrı görebilsin.
Zaten aslında O var, O'ndan başka mevcut yok. Diyeceksiniz ki, bu dış âlemde gördüğümüz şeyler nedir?
Bu sözlerimiz Cenâb-ı Hakk'ın gayrını görmeyenler içindir. Sözümüz ancak onlaradır. Yoksa yaratılmışları Allah'tan gayrı görenler için söylenen sözler değildir. Başkası sadece işitir, duyar, kabul eder veya etmez. Yani umuma şâmil bir söz değildir. Kalbi nurlanmayan, sırrı da esrar hazinesi olmayan kimseler bunları bilemez ve anlayamaz. Nefsini bilmeyen O'nu nasıl anlar ve nasıl görebilir?
Görünen bütün her şey O, her şey de O... Aslında bütün mükevvenât O... Ama hepsi resimden ibaret.
İnsan baş gözü Allah-u Teâlâ'yı göremez. Fakat O, kalp gözünü açtığı zaman, kişi O'nu da görür, O'nun gösterdiklerini de görür.
Bu Âyet-i kerime kâinatın bir maske olduğunu alenen izah ve ispat etmektedir. Bilen ve anlayan için bu ilâhî beyan kâfidir.
O'ndan başka birşey yok zaten, ötesi hep maske. İnsan bir maske olduğu için, bir elbise olduğu için O'nu idrak edemez. Yüz tane, bin tane elbisen olsa seni bilebilir mi? Bilemez, çünkü elbisedir. İnsan da böyledir, kâinat da böyledir. Bu maske bütün mevcûdâtı içine alıyor. Var olan O'dur. Herkes maskeyi görüyor, O'nu görmüyor. Allah-u Teâlâ kendi zâtı ile hayattadır, yarattıkları ise O'nun hayat vermesi ile yaşamaktadırlar.
Şimdi "Hû"nun maske olduğunu kavrayabildiniz mi? Şu kadar var ki maske olduğunu yüz defa da kavrasanız sözle kavrarsınız, Allah-u Teâlâ göstermedikçe hakikatini bilemezsiniz.
Maske Allah-u Teâlâ'yı bilemez, fakat Allah-u Teâlâ'yı maskeden daha yakın olduğunu görür.
Bir temsil verelim: Bir insanla giydiği elbisenin arası ne ise, Allah-u Teâlâ ile vücud elbisesinin arası öyledir.
Bir elbisenin giyindiği kişiyi tanıyamadığı gibi, bir bedenin de Yaratan'ını tanıması mümkün değildir. Çünkü elbisedir. Kişinin düşüncesini elbise ne bilir? Allah-u Teâlâ'nın o kişi hakkındaki hükmünü de maske hiç bilmez! Çünkü maskedir. Fakat insanoğlu vücudunu bir şey zannediyor, Hakk'ı bilmediği için kendisini görüyor.
Bu hakikatler kemiğin iliği mesabesindedir. Hakikatin özüdür, sözü değildir. Kemiğe kadar herkes iner, iliğe inemez. Kemik ayrı şeydir, ilik ayrı şeydir. Bu ledünî bir durumdur.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektubat" adlı eserinde buyurur ki:
"Bu mârifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da mârifeti ötesindedir. Hatta onların ilimleri, bu ilimlere nispetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi o kabuğun özüdür." (317. Mektup)
İşte Cenâb-ı Hakk fakire bunu böyle seyrettiriyor ve "Lâ ilâhe illallah" deyince "Lâ"dan ibaret olan şeyi "Lâ" olarak kabul ederim. İlâh olarak da O'nu kabul ederim. Başka bir ilâh koymuyorum oraya. Ne nefsim ne de yarattığı hiçbir şey ilâh olarak oraya girmiyor.
Bir balonu ne kadar şişirirsen o kadar büyük olur. Halbuki onu büyük yapan içindeki havadır, havayı çıkardın mı küçücük kalır. O yaratıyor, her şey O'nunla kâim, ötekiler "Lâ"dan ibaret.
"Lâ"nın neresine tutunacaksın. "Ol!" diyor oluyor, "Öl!" diyor ölüyor.
Sen zannediyorsun ki sen sensin, her şeyin mükemmel. Ruhunu çekti, bir çöp kadar değerin kalıyor mu? Demek ki O, insan zannediyor ki hep başkası. Onun için her şey O'nunla kâim. "Her şey O değil, hiçbir şey O'nsuz değil." "Perdeyi geçir sen varsın, perdeyi kaldır O var."
Asliyetinin bir damla pislik olduğunu insan kendisi bilemez. Onu görmek için başka bir göz lâzım. O göz de Hazret-i Allah'ın lütuf nurudur. O nur ışığı ile ona kendi asliyetini gösterir. O zaman o göz onun değildir. Fakat buna gözü ile vakıf olabilecek kimseler dünyada nadir kimselerdir. Çözülemeyen ve görülemeyen Vahdet-i vücud'un sırrı budur. Bilinmeden münakaşa edilmiştir. Yapan O'dur, perde de başkası görünür.
Hani Âyet-i kerime'de buyurulduğu üzere:
"Resul'üm! Attığın zaman sen atmadın, Allah attı." (Enfâl: 17)
Bu böyledir. İçindeki bütün işleri O yapar, sen görünürsün.
Görünüşte Resullulah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz attı, fakat Hazret-i Allah "Ben attım!" buyuruyor. İşte burayı çok iyi bilmek lâzım. Ancak bu hale gelen Vahdet-i vücud'tan bahsedebilir.
Bir adam duruyor fakat üzerine bir örtü örtülmüş, şimdi perdenin altında adam olduğunu bilen perdeye değer verir mi? Fakat içeride adam olmadığını zanneden herkes perdeye değer verir.
Perdenin altında adam olduğunu bilen ve perdeyi kaldırmaya gücü yeten kimse kaldıramaz mı? Kaldırır niçin? Mevcudatı değil de perdeyi kaldırıyor. Perde nedir? Yarattığı her mevcudat O'na perdedir. Zerre de böyle, kürre de böyle. Daha doğrusu perdeyi de O koyuyor, perde ile O örtüyor da herkes perde de kalıyor O'nu gören olmuyor.
Bu bir örtü, görüyorsun bu bir örtü ama yürüyor. Şimdi örtü mü yürüyor. Hayır. Fakat herkes örtünün yürüdüğünü görüyor da yürüteni görmüyor.
Bütün kâinat, bir perde üzerine nakkaşın işlediği nakış gibidir. Perdeyi sıyırdın mı O var. Ama sen de perdesin O'na.
Şu halde hep O. Perdeyi kaldır O'nu gör, O'nunla konuş. Perde ile ne işin var senin?