Allah'ın salâtı ve teslimiyet Efendimiz, Rehber'imiz Muhammed'in, âlinin ve sahâbelerinin üzerine olsun!
İmam, üstün ve kâmil Rabbânî 'âlim, 'ârif velî Ebû Abdullâh Muhammed bin Alî bin Hasan ibn Bişr el-Hakîm et-Tirmizî -Allah ondan razı olsun; bizi ondan faydalandırsın ve onun zümresi içinde haşretsin!- buyurdu ki:
Aklı ihsan buyuran ve onu parlak ışığıyla aydınlatan, naklettiği şeyleri ona bağlayıp içine koyan; ilâhî minnet ve onu idâme ettirmek, kuvvet ve güç bahşetmek kendisine mahsus olan, kendisinden başka hiçbir İlâh bulunmayan, Büyük Arş'ın Rabb'i Allah'a hamd olsun!..
Allah'ın salâtı; hidâyeti duyurup ilân etmek kendisiyle kaim olan, dilediği kimseyi kendi gölgesi altında tutacak ve hidâyete kavuşturacak ilâhî nur ancak kendisine inzal buyurulan kimsenin; teslimiyet de onun tertemiz, pâk ailesinin ve ilâhî bir ihsanla ta din gününe dek onlara tâbî olanların üzerine olsun!..
Ey kerem sâhibi, sâfî ve sıcak dost!
Benden 'Âlemlerin Rabb'ine sülûkun, O'nun huzûr-ı ilâhî'sine vuslatın, O'nun katından fark ve ayırım gözetmeksizin yarattıklarına ikrâm ettiklerinin keyfiyyeti hakkında sorduklarına cevap vermemi istiyorsun.
[Bil ki,] Allah-u Teâlâ'dan başka bir varlık, O'nun sıfatlarından ve fiillerinden başka hiçbir şey yoktur. O öyle bir Varlıktır ki, her şey O'nunladır, O'ndandır ve O'na ulaşır. Göz açıp kapayıncaya dek bir kez âlemi kendinden perdelese, 'âlem o an fenâ bulup hemen yok olur. Zîrâ o ancak O'nun hıfz-ı himâyesi ve kendisine nazarı sayesinde devam edip ayakta durur.
O'nun Nûr'unun şiddetiyle zuhur etmesi dışında, onun içeriği hakkında bahsedilenler pek az ve yetersizdir. Bu zuhur ise "Hicâb"; yâni "perde" olarak isimlendirilmiştir.
Allâh seni muvaffak kılsın!..
Sana önce O'na sülûkun keyfiyetini beyan edeyim; daha sonra ise O'na vuslatın, huzûr-ı ilâhî'sinde durmanın ve O'nu müşâhede sahasında oturmanın keyfiyetine geçelim.
Bu hususta sana söyleyebileceğim şey; daha sonra O'nun katına dönmenin, fiillerine ve O'na ulaşıp huzuruna ermenin, sonra ise O'nda yok olup helâke ermenin, onun ise dönüşten daha düşük bir makam olduğu mevzusunun geldiğidir.
Bil ki, ey kardeş; yollar farklı farklı ve çeşit çeşittir, Hakk'ın yolu ise sadece birdir. Hakk'ın yoluna sâlik olup üzerinde yürüyenler ise sâdece "Ferd"lerdir.
Hakk'ın yolu da tek ve müfred olmakla beraber muhtelif yüzler gösterir. Hâllerin ihtilaflı oluşu ise mîzâcın i'tidâl ve inhirâfına, gelenlere mülâzemete, rûhâniyetin zaaf ve kuvvetine, himmet ve gayretin istikâmet ve meyline, O'na teveccüh ve yönelişin düzgünlük ya da düşüklüğüne göre O'na sülûk etmekle ilgilidir. Onlar işte bunların tümünü kendisinde toplayan kimselerdir; onlardan kimi ise bu vasıfların sâdece bir kısmını elde etmiş olan kimselerdir.
Bir de şu var ki; Rûhâniyyet'e talip olanlar şerefli, diğerleri ise mîzâcı ona müsait olmayan kimselerdir ve bu yüzden işin sonunu getirememişlerdir.
Onu beyan edebilmek için bizim tayin etmemiz gereken ilk şey, bunun kaç vatanı olduğunu öğretmek ve onu neden murad edeceğini gerekli kılan şeydir.
"Mevâtın", yâni "Vatanlar"; onun içinde meydana gelen vâridâtın vakitlerinin yerine dair kullanılan bir ibâredir. Bu vatanlar hakkında senin Hakk'ı murad etmene göre sana ilâhî bir mârifet (bilgi) erişir, O'na hiçbir zorluk, engel ve külfet olmadan ilerleyip gidebilirsin.
"Vatanlar"ın sayısı en fazla altıya dek ulaşır:
İlki;
"Elestü bi-Rabbiküm: Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?"i (A'râf: 172) vatan tutmak ve bizim O'ndan ayrılışımızdır.
İkincisi; Aşağılık ve değersiz dünyayı vatan tutmak ve bizim hâlâ onun içinde bulunmamızdır.
Üçüncüsü; En küçük ve en büyük ölümden sonra O'na ulaşmaya yardım eden Berzah'ı vatan tutmaktır.
Dördüncüsü; büyüleyici bir yeryüzüne ve bir çukurun içine döndüren Haşr'ı vatan tutmaktır.
Beşincisi; cenneti ve ateşi (cehennemi) vatan tutmaktır.
Altıncısı; Cennetin dışında ilâhî keşf'i vatan tutmaktır.
İşte bu vatanlardan tutulan her bir vatan aynı zamanda birer makam ve mevzîdir. Bu vatan tutmalardan hiçbiri kesret (çoklukla) O'na bağlanılan, beşerî kuvvet sâyesinde meydana gelebilecek türden bir şey değildir.
Biz işte bu vatan tutmaktan yana, ulaştığımız aşağılık ve değersiz ömrü vatan tutmaktan başka bir şeye ihtiyaç duymayız. Hâlbuki o sadece bir yükümlülük, belâlar-meşakkatler ve ameller işleme mahallinden başka bir şey değildir.