Zerreden kürreye kadar yarattığı her şeyi tuttuğuna en belirgin bir misal olmak üzere Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Üzerlerinde kanat çırpıp duran kuşları görmüyorlar mı? Onları havada tutan Rahman'dan başkası değildir.
O her şeyi görmektedir." (Mülk: 19)
Uçarken kolaylık için kanatlarını açıp örtmeyi ilham eden, uçan her kuşu havada tutan, onları iri cüsselerine rağmen yere düşmekten koruyan, rahmeti bütün kâinatı kaplamış olan yaratıcı Rahman'dan başkası değildir.
Sadece kuşlar değil; insanları da, her şeyi tutan O'dur. Kâinattaki her şey O'nun murakabası altındadır. Kudret elini çektiği zaman düşer kalırlar.
•
Bu muhteşem kâinat Allah-u Teâlâ'nın izniyle ayakta durmaktadır. Gökleri ve yeri tutup zevalden koruyan, ortaksız olarak takdir ve tedbir eyleyen O'dur.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki Allah, gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor." (Fâtır: 41)
Onların belirli vakitten önce yok olmalarını istemediği için muhafaza buyuruyor da henüz yıkılmıyorlar.
"Andolsun ki eğer nizamları bir bozulacak olursa, onları kendinden başka kim tutabilir?" (Fâtır: 41)
Göklerin ve yerin, oldukları şekilde devamlarını sağlamaya O'ndan başka kimsenin gücü yetmez.
"Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmemesi için O tutar." (Hacc: 65)
Mevcut düzen, ilâhî kudretin tezahürüyle kurulduğu gibi; yine o ilâhî kudretin tecellisi ile bozulacaktır.
Var olan Allah-u Teâlâ'dır. Herkes maskeyi görüyor, O'nu görmüyor. Her görünen şey maskedir, O'na perdedir. İnsan da böyledir, kâinat da böyledir.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Hiçbir göz O'na erişemez, ihata ve idrak edemez. Fakat O, bütün gözleri ihata eder." (En'âm: 103)
Baş gözü Allah-u Teâlâ'yı göremez. Fakat O, kalp gözünü açtığı zaman kişi O'nu da görür, O'nun gösterdiklerini de görür.
Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanı ile insanın da kâinatın da bir maske olduğunu açıklıyor.
İnsan bir maske takarsa maskeyi görürsün. Fakat o bir kâğıt parçasıdır, çıkardığın zaman aslını görürsün. Bu da böyledir. Eğer Hakk'ı görürsen, kâinatın bir maske olduğunu görürsün, maskeye hiç değer vermezsin. Maskeyi çıkardığın zaman hiçbirinin hükmü kalmaz.
İşte Hazret-i Allah budur.
Gerçek Mürşid-i kâmil O'nu gördüğü zaman, kâinatın bir maske olduğunu görür. Maskeyi de görür, maskeyi kaldırdığını da görür.
Diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Biz ona iki göz vermedik mi?" (Beled: 8)
Allah-u Teâlâ insana bir baş gözü bir de kalp gözü vermiştir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Her insanın kalbinin iki gözü vardır. O gözlerle gaybı kavrayabilir. Allah bir kuluna hayır murad ederse, gözünün göremediği şeyi görebilmesi için kalbinin gözlerini açar." buyurmuşlardır.
Siz perdeyi ve perdenin üstündekileri görüp, O'nu görmüyorsunuz. Fakat içinde olanı gören ve bilen var. İçinde olanı gören ve bilen, yalnız O'nu görür. Kâinatın da, kendisinin de, perdenin de hükümsüz olduğunu bilir. Fakir, bunu bir cümle ile ifade ederiz:
"Allah-u Teâlâ'yı gören kendini görmez, kendini gören Allah-u Teâlâ'yı göremez." Bütün esrar işte bu noktadadır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Size Rabb'inizden basiret (kalp gözü) gelmiştir. Kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir." (En'âm: 104)
Göze göre "Görme" ne ise, kalbe göre "Basiret" de odur.
Gözlerin görmesine sebep olan görme nuruna göz denildiği gibi, kalbin görmesine sebep olan kalp gözüne de basiret denilir.
Basiret; Allah-u Teâlâ'nın subûtî sıfatlarından biri olan "Basar"ın kullarındaki tecellisidir. Bu tecelliden nasibi olanların gözlerinden perde kalkar. İnsanın dış âlemi gören bedendeki iki gözüne karşılık, kalbin de iç âlemi gören gözü vardır ve buna "Mârifet gözü" ve "Kalp gözü" gibi isimler verilmiştir.
Allah-u Teâlâ Haşr sûre-i şerif'inin 2. Âyet-i kerime'sinde bu basiret sahiplerini "Ulü'l-ebsâr" olarak vasıflandırmaktadır.
Basiret Allah-u Teâlâ'nın mümin kulunun kalbine attığı öyle bir nurdur ki, bu nur sayesinde hakikati kavrar.
İnsanların hakikati görmelerine ışık tuttuğu için Kur'an-ı kerim âyetlerine "Basiretler" mânâsına gelen "Besâir" denilmiştir. (A'râf: 203 ve Kasas: 43)
Kalp gözü körleşmiş ve basireti bağlanmış kimseler hakkında da "Körler" gibi tabirler kullanılmaktadır. (Bakara: 18)
Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Yalnız gözler kör olmaz, sinelerde olan kalpler de körleşir." (Hacc: 46)
Asıl körlük göz körlüğü değil kalp körlüğüdür. Bu körlükteki zararın sınırı ve sonu yoktur.
Allah-u Teâlâ "Hakikat"i apaçık ortaya koyar, duyurmak istediklerinin basiretlerini açar, duyurmak istediğini duyurur, göstermek istediğini gösterir. Diğer taraftan da lâyık olmayan gözlere göstermez, basiretlerini bağlar, körlük ve karanlık içinde bırakır.
Gerçek mürşidin Hazret-i Allah olduğunu O'nun bana ilham ettiği üslupla âcizâne o kadar sade bir şekilde anlatıyorum ki, anlamamanız mümkün değildir. Fakat anlamıyorsunuz; çünkü aklınız orada değil, nefsiniz o mertebede değil.
Basiret sahiplerine gelince; Allah-u Teâlâ onların gözlerini açmış, hakikati göstermiştir.
Hülâsa olarak arzetmek istediğimiz şu ki: Zâhirî ilmi halk öğretir, bâtınî ilmi Hakk öğretir. Zâhirî ilim tahsil edildikçe insanın bilgisi artar; Allah-u Teâlâ öğrettikçe, insanın hakikat bilgisi artar.
O öyle bir "Hayy" ve "Kayyum"dur ki, Zât-ı akdes'ine hiçbir eksiklik ve gaflet ulaşmaz, mahlûkatından aslâ gafil kalmaz. Mükevvenatın her haline dâima vâkıftır.
"O'nu uyuklama da uyku da tutmaz." (Bakara: 255)
Yarattığı bütün âlemleri tuttuğu için, âlemlerin varlığı O'nunla kâim olduğu için, O'nda ne bir uyuklama, ne de uyku aslâ düşünülemez.
Şoför direksiyonda uyursa ne olur? Bütün âlemleri yaratan, yaşatan, ayakta tutan Allah-u Teâlâ uyuklamaz, O'nu uyku da tutmaz. Bir an için uyuklamış olduğu farzedilse, böyle bir durum bütün kâinatın yok olmasına vesile olur.