Şahs-ı âlîlerine yapılan bütün hakaret ve kusurları daima affetmiş, ceza ve intikam yoluna gitmemiştir.
Risaletinin ilk yıllarında İslâmiyet’i yaymak için Tâif’e gitmişti. Dâvetini kabul etmedikleri gibi, taşa tuttular. Vücudu kan içinde kaldı. Buna rağmen onlara bedduâ etmedi. Cenâb-ı Allah’a hidayete ermeleri için niyaz etti.
Kendi kavmi olan Kureyş, Uhud savaşında mübarek yüzünü yaraladılar, dişini kırdılar. Bu durumda bedduâ etseydi, helâk olacaklardı. Fakat o, yüzünden kanlar akarken şöyle duâ ediyordu:
“Peygamberini öldürmek isteyen bir kavim nasıl felâh bulur? Allah’ım sen kavmime hidayet ver, çünkü onlar bilmiyorlar.” (Buhârî)
Kureyşliler’in Mekke’de on üç yıl boyunca ona ve müslümanlara yaptıkları eziyet ve işkenceler saymakla bitmez.
Alay ettiler, hakaret ettiler, ölümle tehdit ettiler, birçok suikastler hazırladılar. Yoluna dikenler serdiler, üzerine pislikler attılar. Mübarek boynuna kement atarak sürüklemek istediler. Sihirbaz, kâhin, şâir, mecnun... dediler.
Ona ve müslümanlara karşı boykot ilân edip, üç sene muhasara altında tuttular. Yiyecek içecek satılmasını, verilmesini, onlarla konuşulmasını yasakladılar.
En yakın akrabaları bile ona karşı cephe aldılar. Nihayet doğup büyüdüğü ve çok sevdiği öz vatanından göç etmeye mecbur bıraktılar.
Mekke fethedildiği gün, bütün bu zulüm ve işkencelerin intikamını alma fırsatı eline geçmişti. En azılı düşmanları ayakları altına serilmiş, hayatlarından ümitlerini kesmişlerdi. Her an ne suretle öldürüleceklerini bekliyorlar ve bunun kendileri için haklı bir ceza olduğunu da biliyorlardı.
Onlara:
“Ey Kureyş! Bugün benim size ne yapmamı beklersiniz?” diye sordu.
“Hayır umarız. Sen kerim bir kardeşsin, kerim bir kardeş oğlusun...” diye cevap verdiler.
Rahmet Peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Size bugün Yusuf Aleyhisselâm’ın kardeşlerine dediği gibi diyorum. Bugün siz hesaba çekilmeyeceksiniz ve ayıplanmayacaksınız. Gidiniz hepiniz serbestsiniz.”
•
İnsanların en cesaretlisi idi. Düşmanlarından hiçbir zaman korkmadı. Hayatına kastetmek için tertipler hazırlanırken bile, gece ve gündüz Mekke’de korkusuzca dolaşırdı.
Hicret esnasında yanında sadece bir kişi bulunuyordu. Azılı düşmanları Sevr mağarasının önüne geldiklerinde Ebu Bekir Sıddîk -radiyallahu anh- endişesini açığa vurunca:
“Üzülme! Allah bizimledir.” buyurmuştur. (Tevbe: 40)
Ondaki cesaret fıtrî idi. Yalnız başına ordular hazırladı, yalnız başına ordusunu sevk ve idare etti. Bozulmuş ve dağılmış bir orduyu bir anda harekete geçirdi. Ordusunun başında bizzat on dokuz harbe iştirak etti. Tehlike anlarında büyük bir cesaretle ileriye atılırdı.
Muvaffakiyetle neticelenen her harekette Allah-u Teâlâ’nın bir tecellisini görür ve bundan dolayı secde-i şükrana kapanırdı.
•
Çalışkan insanları çok sever, tembellikten hoşlanmaz ve dilenciliği sevmezdi.
Bir gün Ashâb’ı ile oturuyorlardı. Gücü kuvveti yerinde bir delikanlının sabahın erken saatinde oradan geçtiğini gördüler.
Ashâb-ı kiram: “Yazık buna! Eğer kuvvet ve gençliğini Allah yolunda sarfetmiş olsaydı, ne iyi olurdu.” dediler.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunun üzerine buyurdular ki:
“Öyle söylemeyiniz! Şayet o, küçük çocuklarının rızkını temin için yola çıkmışsa Allah yolundadır. Kendisini helâl yollardan beslemek için yola çıkmışsa yine Allah yolundadır. Amma riyakârlık ve övünmek için yola çıkmışsa işte o zaman şeytan yolundadır.” (Taberânî)
Huzur-u saâdet’lerine bir gün bir cemaat geldi. Söz arasında:
“Yâ Resulellah! Memleketimizde sulehâdan bir zât var, gündüzleri oruçla, geceleri namaz ve zikrullahla meşgul oluyor.” dediler.
Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, onun yiyecek ve içeceğini kimin temin ettiğini sordu. “Biz hepimiz...” cevabını alınca:
“Öyle ise hepiniz ondan üstünsünüz.” buyurdu.
Bir Hadis-i şerif’lerinde de:
“Sizin hayırlınız ne dünyası için ahiretini, ne de ahireti için dünyasını terk etmeyip her ikisi için çalışan ve halkın başına yük olmayandır.” buyuruyorlar. (Câmiü’s-sağîr)
•
Misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder, huzuruna gelen herkese ikrâmda bulunur, onları ağırlamak için elinden gelen her şeyi yapardı. Bazen elbisesini yere serip üzerine misafirlerini oturturdu, eğer imtinâ ederlerse ısrar ederdi.
Hicretten sonra Arabistan’ın her tarafından onu görmeye gelen heyetler mescidde misafir edilirdi. Müslüman olanın da müslüman olmayanın da hizmetlerini bizzat kendisi görürdü. Geceleri uykudan kalkar, misafirlerin bir ihtiyacı olup olmadığını araştırırdı.
Bir defasında, ziyarete gelen müşrik bir misafirine süt ikrâm etmiş, onu fevkalâde memnun ederek müslüman olmasına vesile olmuştur.
Hariçten gelen bir hıristiyan heyeti mescidde misafir edilmiş ve hatta orada dînî âyinlerini yapmalarına izin verilmişti. Buna itiraz edenleri susturdu.
Habeşistan’dan gelen misafirler için de:
“Onlara hizmet etmek bana düşer, çünkü onlar memleketlerinde bizim arkadaşlarımıza yardım ve ikram ettiler.” buyurmuştu.
•
Bütün işlerini tam bir intizam içinde yapar, vaktini hiç israf etmezdi. Namaz vakitleri, tesbih ve tehlil zamanları, uyku ve istirahat zamanları, misafirlerini ve ziyaretçilerini kabul zamanları hep belirli idi.
Temizliği pek sever, nezafete pek çok riâyet ederdi. Elbisesine ve elbisesinin temizliğine son derece itina gösterirdi. Vücudunu temiz tutar, saç ve sakallarını yıkar, tarar, güzel kokular kullanırdı.
Ağıza fena koku veren şeylerden hoşlanmazdı. Dâima misvak kullanır ve bunu herkese tavsiye ederdi.
•
Hanımları ile gayet hoş geçinir, onları kıracak bir harekette bulunmaz, Ashâb’ına da bunu emrederdi.
Hadis-i şerif’lerinde:
“Aranızda en hayırlı kimseler, kadınlarına karşı huyu en iyi olanlarınızdır.” buyuruyorlar. (Tirmizî)
Ev işlerinde onlara yardımcı olur, evi süpürür, elbiselerini yamardı.
O, umumiyetle kadınlara karşı da çok nâzik ve şefkatli idi. Kadınların haklarını ve menfaatlerini ilân etmek suretiyle, kadınların seviyesini yükseltmiştir.
Kadınlar kendilerine tahsis edilen muayyen günlerde, etrafını alırlar ve ona en açık sualler sormaktan çekinmezlerdi. Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- onların bu cesaretine hayret ederlerdi.
•
Çocuklara karşı muhabbeti pek fazlaydı.
Yolda karşılaştığı çocuklara selâm verir, konuşur, hâl ve hatırlarını sorar, sever, okşar hoşlarına gidecek şeylerle onları sevindirir, hayır duâda bulunurdu.
Müslüman olmayanların çocuklarını da aynı derecede sever ve öperdi.
Bir çocuğu severken gören bir bedevî:
“Siz çocukları sever misiniz. Benim on tane torunum var, bir tanesini bile kucağıma alıp sevmedim.” deyince:
“Allah sizin kalbinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa ben ne yapabilirim.” buyurdu. (Buhârî - Müslim)