Kur'an, harflerin açığa çıkarılıp görünür kılınmasıyla kıraat olunan şeydir, tâ ki böylece "Kelâm" meydana çıkmış olsun.
Kalplerin Kelâm'ı ise onun (kalbin) üzerinde iz bırakması ve onun üzerinde onun (Kelâm'ın) vâki olmasıdır. İşte bu, harflerin ortaya çıkardıklarıyla birleşir; öyle ki, O'nun ilâhi letâfet ve inceliklerinden birtakım letâfet ve incelikler meydana gelmiş bulunsun.
O, kullarına karşı Latîf'tir; en ince işleri yapan ve bütün işlerin inceliklerini bilendir. "Latîf"; yumuşaklıktan yana, yaştan ve kurudan her şeyi kendisinde bir araya toplayarak mülâyemet kılandır.
Mülâyemet ve yumuşaklık, eşyanın tabakaları ve katmanları gibi yabancılaşmaya uğramıştır. O eşyanın kimini kimiyle birleştirir ve buluşturur; tâ ki onu tek bir şey kılmış olsun. Nitekim bir topluluğun, mülâyemet ve yumuşaklıkla yürütülüş hususunda birleşmeleri onunla ilgili olup, "Refîk = Arkadaş" isimlendirmesi de ondan gelir. Onun mânâsı "Birbiriyle buluşup kavuşmak"tır.
İsmi mübârek olan Allah şöyle buyurmuştur:
"De ki: Eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın bir benzerini meydana getirmek için bir araya gelseler, hatta onlardan bir kısmı bir kısmını yardıma da çağırsalar, yine de onun bir benzerini meydana getiremezler." (İsrâ: 88)
Halk lügatleri ve dilleri itibariyle bir şeye yabancı kalırken, Rabb'imiz -Azze ve Celle- kendilerine getirdiği ilimden yana onlara acze düşmemeyi ihsan etmiştir. Lâkin onlar, ilâhi letâfet ve incelikleri meydana getiren harflerin telifinden yana acze düşebilirler.
Rabb, kalpleri sürükleyip götüren lâtif ve ince bir kelimedir. O, ona (Kur'an'a) sırtlarını çevirip aykırı davranan kalpleri ise darmadağın eden, nefislere hoşlanmadığı cezâları çektiren Rabb'dir.
O, kullarının durumlarını bilen ve kendilerine haber verendir. Hitâbında onları taltif ederek, onları en büyük sultan, apaçık burhân, gözcülerle korunan, fitne ve fesad çıkarmak için düşmanları göz dikse bile güç yetiremedikleri Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kalbi üzerine vahyedip indirdiği bu hükümlere dâvet eder.
İşte "Kur'an" ve "Kelâm" budur.
"Kitab"a gelince; Kitap, "Nizâm" yani "Düzen" demektir ve "Ketîbe" isimlendirmesi de ondan gelir. Rabb'imiz düzenlemeye; kendini tevhid eden ve kınanmaya müstehak olan kimse için meydana getirdiği âyetlerinin keyfiyetini, has kullarının manevi düğünlerini, Hâssü'l-hâs kullarının ziyafetlerini ve hediyelerini, Allah düşmanlarına karşı engellerini ve hüccetlerini tanzim etmeye kâfi olan "Âlemlerin Rabb'i"dir.
O ilâhi hikmetiyle birleştirerek; vaad ettiğini yerine getirir, şerri güçsüz hale getirir, kıssasıyla asırların nesillerini anlatır, sıfatıyla vasıflandırır, hikmetiyle öğüt verir ve öğüdüyle hikmetlendirir.
İlâhi nizamın ateşi, Allah'ı bilen âlimler ve hikmet ehlinin tanzim etmesiyle tutuşur.
"Mübîn"e gelince; o Kur'an'ın kendisiyle bina edildiği şeydir; halkın kendisine ihtiyaç duyduğu şeyi bilmesine nispetle, gayb ilminin gizliliklerinden onu ayırıp izhâr ederek açığa çıkartır. Müminlerin kalplerinin içinde onu görünür hale getirerek halkın üzerine nur saçar.
O kimse ki; yarın şu Arasat'ta O'nun ehline onu parıldatıp, gözler kamaştırarak onların şereflerini görünür hale getirecektir.
Şu kadar var ki "Hidâyet" de O'nun, muhteşem renklerin içinde korkulan şeye karşı istimâlet (hürriyet ve emniyet) vermesidir. "Yönelme" isimlendirmesi de O'ndan gelir, çünkü sen herhangi bir şey için sahibine erişip onunla buluşursun. Ondan dolayıdır ki: "İrâde ve arzusuyla yönelmek", yani "Meyletmek" denilir.
"Rahmet" ise "İlâhi vikâye", yani korunma demektir.
Nitekim Kur'an senin için bir kap gibi kılınmıştır, tıpkı annenin rahmi de senin için böyle olduğu gibi. Rahmin "Rahmet"le isimlendirilmesi de ondandır. Zira annenin karnı içinde kendisiyle gıdalandığın, seni koruyan rahim de senin için bir kap gibi olmuştur.
İşte Kur'an da seni O'nun rahmeti ve haşyeti (korkusu) içinde manen gıdalandırıcı kılınmış; ilâhi rahmet eşyayı şeffaflaştırmış ve yumuşatmıştır.
"Nûr"a gelince; o ululuk ve izzet sahibi olan Rabb'in katından, kendisine giydirilen bir kisve ile sadra (göğüse) inen Hakk'ın âyetidir. Çünkü o, ondan çıkarılmıştır. Kalbinin içindeki iman nuruyla mülâki olup buluştuğun vakit, gâibin gâible birleşmesi gibi onların ikisi birbiriyle birleşir, göğsü nurlandırır. O'nun likâsı, tebessüm ettirici ve mutluluk vericidir; boyun eğişlerle haykırışlar arasında sirâyet eder. İşte bu her iki tarafın da birbirine kavuşması sırasında aynen böylece gerçekleşir. İkisi birbiriyle buluşur ve nûrdan birtakım haykırışlar arasında olur.
"Şifâ"ya gelince; onun bu şekilde isimlendirilmesi de, nefislerin fısıltıları ve onun (şeytanın) vesveseleri işitildiği vakit kalplere şifâ olması nedeniyledir. Şehvetler harekete geçince iman azalır, Kur'an ise düşük imana karşı bir şifâ olur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet edildiğine göre, Selmân -radiyallahu anh-e şöyle buyurmuştur:
"Allah'ım, senden iman hususunda bana sıhhat vermeni istiyorum! de." (Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, III, 169; Suyûtî, Câmiu's-Sağîr, I, 95, Had. no.: 1525)
Sıhhat düşüklükten başka bir şeyle alâkalı değildir. Zira imanın düşüklüğü onun zayıflığı ve nurunun sönüklüğü ile ilgilidir ki, korunmaya muhtaç olacak kadar zayıflığa işaret etmektedir.