Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,
İnâyetin sayesinde gerçekleşen ilâhi yardım ve tevfikinle, ey Celâl ve İkram sahibi!..
Evvel ve Kadîm, Âhir, Dâim ve Azîm, Zâhir’liğinde mahlûkatına benzetilmekten âlî, Bâtın’lığında vasfedenlerin söylediklerinden daha gizli, Kadîm olmada yüceler yücesi, ebedîlikte güzeller Güzel’i olan Allah’a hamd olsun. Kendisine yaraşır şekilde hamd ancak O’na mahsustur.
Sonrasına gelince; İsmi mübarek olan Allah şu Âdemoğlunu topraktan, sonra da nutfeden yarattı; daha sonra ise ona annesinin karnında sûret verdi, âzâlarını ve dişlerini çıkarıp büyüttü.
Bu şeyler ve hâllerle onu bir çocuk hâline getirdi; tâ ki ancak O’na meyledip yönelsin, talebinde ve idrâkinde O’nunla bağlantı kurabilsin, O’nu düşünüp hakkında amel edebilsin...
Nitekim onu tedbir ve idare eden, öğreten ve hikmet veren, bunların hepsinden yana kendisine güç verip destekleyen, gaybın bilgisini ona ibraz eden, çaba ve gayretini muhafazaya eriştiren, ibret aldıran, rızıklandıran ve öldüren Alîm ve Hakîm olan Allah’tır.
Sonra O, bu kuluna öylesine güzel nazar etmiştir ki, hidayeti ile O’nu kendine seçmiş, iman ile O’na sevgisini lütfetmiş, İslâm ile onu tekrîm etmiştir. Dârü’s-selâm’a (Selâmet yurdu Cennet’e) erişinceye dek muradını elde ettirmek için, ubûdiyetinin güzelliği ile birlikte ubûdet ile kendisine duâya sevketmiştir.
Âdem’in sulbünde olduğu halde cennete yerleştirilseydi, ubûdetin güzellikleri onunla birlikte olmayabilirdi. O onu ebedî cennetler içindeki bir mülkün âzâları içine yerleştirmiş, onun içinde durmaya güç yetirmesi mümkün olmayınca da onu kendi emniyetine rağbet ettirmiştir.
Her kim ki kul sıfatı taşırsa, o ilâhi vergi ve lütuftan başka bir şeyle ziyafetlenmez.
Kendisine herhangi bir şey verildiğinde ise onunla faydaya erişir; O’nun kendisini amel ettirdiği şey dışında başka bir şeyle amel etmez. Kendisinin hevâsı ve amele nüfûzu ise buna muhâlefet etmek olur.
O, O’na ait olan bu şeyin dışında kalan hallerden herhangi birini istemez. Onun hâli bu olunca ona rızâ gösterir, kulağını Mevlâ’sına çevirir, gözünü O’na diker, nefsini O’nun heybetinde asılı tutar ve kalbini O’nun likâsına bağlar.
Kulluk etmek isteyen için “Ubûdet” işte budur.
Kul işte buna azmederse, şehvetlerini içine yüklenmiş olduğu halde nefsi ona gelir, buna muhâlefet edip karşı çıkması için ona vesveseler verir, onunla çekişir ve onu arzu ve isteğinin gereğini yerine getirmeye dâvet eder.
Düşman (şeytan) ise gelip ona bunu süslü gösterecek vesveseler verir ve basireti hakkında onu perdelemek ister, nefsini ubûdete ulaştırıp Allah’a kulluk etmekten vazgeçirmek için yalancı birtakım güvenler ihdas ederek gelip-geçici hileler tertip eder. O’nun mehâbetine ulaşarak Allah’tan korkma halinden ona yüz çevirtmek için hevâ ve hevesini öne sürer.
Allah kendisine iman edenleri kendi hitabı olan ilâhi vahyi, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kalbi üzerine indirdikleri, kalplere seslenen ilâhi kelâmı ve faydalı şeyleri telkin edecek ilâhi hitabı ile desteklemiştir. O, onların gönüllerini açıp nurunu içine yerleştirir, kalplerin ölümüne yol açan nefislerin öldürücü zehrini ve onun damarlarına doldurduğu sersemleştirici şeyleri tesirsiz hale getirecek ilâhi birtakım letâfetlerle onu haşyete sevkeder.
O (nefis) ise ona akıtılan ilâhi lütufların önünü keser; emmâre olan nefsinin onu aşağılıklara sürükleyecek kötülüklerini, şifâsı ile birbirine karıştırmak, onu düşman (şeytan)ın hile ve tuzaklarına düşürerek ateşin içine atmak ister. Tâ ki atamız Âdem Aleyhisselâm’ı sakınması gereken konuda helâk etmek istediği gibi, bizi de düşmanlıklarda bulundurarak tuzağına düşürsün...
•
O’nun ismi “Kur’ân”dır. (Vâkıa: 77)
O’nun ismi “Kitap”tır. (Bakara: 2, Vâkıa: 78)
O’nun ismi “Mübîn”dir. (Duhân: 2)
O’nun ismi “Hidâyet”tir. (Nahl: 102)
O’nun ismi “Rahmet”tir. (Yunus: 57)
O’nun ismi “Nûr”dur. (Nisâ: 174)
O’nun ismi “Şifâ”dır. (Yunus: 57)
O’nun ismi “Zikir”dir. (Hicr: 9)
O’nun ismi “İlim”dir. (Bakara: 145)
O’nun ismi “Hikmet”tir. (Kamer: 5)
O’nun ismi “Müheymin”dir. (Mâide: 48)
O’nun ismi “Mübârek”tir. (Enbiyâ: 50)
O’nun ismi “Sağlam bir ip”tir. (Âl-i imrân: 103)
O’nun ismi “Ahid”dir. (Nahl: 95)
O’nun ismi “Sırâten müstakîm”dir. (En’âm: 153)
O’nun ismi “Kayyim”dir. (Kehf: 2)
O’nun ismi “Furkân”dır. (Furkân: 1)
O’nun ismi “Mufassıl”dır. (Fussilet: 3)
O “Tertemiz sayfalar” diye adlandırılmıştır. (Beyyine: 2)İşte bunların hepsi “Vahy”in ve O’na inzâl edilenlerin isimleridir ve her bir ismin mânâsı ancak ilâhi ilmin daha ulusuna ve yükseğine ulaştıkça yerine gelir.