Vefatları gecesi, Resulullah Aleyhisselâm'ın ateşi düşmüş, çok rahat bir gece geçirmişlerdi. Vefat ettiği Pazartesi sabahı Resulullah Aleyhisselâm başını bağladı. Mescid'e açılan oda kapısının perdesini kaldırdı. Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ile Fazl bin Abbas -radiyallahu anh- yine kendisine yardım etmişlerdi. Ebu Bekir -radiyallahu anh- cemaate sabah namazını kıldırıyordu. Ashâb'ına baktı. Onların namazda saf bağlayarak durduklarını görünce sevindi, tebessüm etti.
Resulullah Aleyhisselâm'ın mescide gelişini gören müslümanlar onun iyileştiğini sanmışlar, sevinçlerinden namazlarını bozacak hale gelmişlerdi. Mihrabdan çekilmek bile isteyen Ebu Bekir -radiyallahu anh-e Resulullah Aleyhisselâm yerinde durması için eliyle işaret etti. Sol tarafında durup oturduğu yerde Ebu Bekir -radiyallahu anh-e uyarak namazını kıldı. Son namazı bu oldu. Sonra cemaate döndü, onlara nasihatlerde bulundu. Bilhassa müslümanları puta tapıcılıktan sakınmaya dâvet etti.
Resulullah Aleyhisselâm'ın mescide bu son çıkışı oldu. Ashâb-ı kiram yüzünü bir daha göremedi. Odasına döndüğünde perdeyi indirtti. Zevcesi Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz başucunda duruyor, kızı Fâtıma -radiyallahu anhâ- ağlıyordu.
"Kızım, baban bugünden sonra hiç ızdırap çekmeyecek!" diye onu teselli etti. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1670)
O gün öğleye kadar kendisine sık sık bayılmalar geliyor, çok ızdırap çekiyordu. Fakat aslâ halinden şikâyet etmiyordu. Yalnız yanında bir su çanağı vardı. İki elini bu kaba batırıyor, yüzünü ıslatıyor, hafif bir sesle:
"Lâ ilâhe illâllah! Ölümün de şiddetleri var! Yâ Rabb'i! Ölüm korkularına dayanmak için bana yardım et!" buyuruyordu.
Sonra elini kaldırdı, ruhunu teslim edinceye kadar niyazda bulundu:
"Allah'ım! Beni bağışla, bana acı! Beni Refik-i A'lâ'ya ulaştır!" duâsını tekrarlıyordu. Bu mübarek sözler son kelâmları idi. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1665)
Üçüncü tekrarında mübarek eli düştü, başı Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in kucağında idi. Diğer hanımları ağlamaya başlayınca Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Resulullah Aleyhisselâm'ın başını şefkatle kaldırdı, yastığa koydu, alnından öptü, kendisi de ağlamaya başladı. Resulullah Aleyhisselâm Rabb'ine kavuşmuştu.
Hazret-i Allah'ın nuru -sallallahu aleyhi ve sellem- ahirete intikal ettiğinde, gerçekten müslümanların üzerine büyük bir musibet çökmüştü. Vefat haberi şehirde yayılır yayılmaz Ashâb-ı kiram arasında büyük bir teessür uyandı. Medine-i Münevvere'yi derin bir matem havası kapladı. Onun gibisi zaten bir kere gelmemiş ki, bir daha gelsin. Böyle bir Nur'un gitmesi, her tarafın büyük bir zulmete düşmesi demek oluyordu.
Bu acı haberi duyan İslâm ordusu şehre döndü. Başkumandanlık sancağı, Resulullah Aleyhisselâm'ın kapısı önüne dikildi. Bu da ayrıca bir teessür uyandırdı. Çünkü bu sancağı Resulullah Aleyhisselâm kendi eliyle hazırlamış, kendi eliyle Hazret-i Üsâme -radiyallahu anh-e vermişti. Vaktiyle Resulullah Aleyhisselâm'ın Mekke-i mükerreme'den hicretle Medine-i münevvere'ye ulaştığı gün, Medine-i münevvere nasıl hiç görülmemiş bir sevinç yaşamışsa, şimdi de büyük bir mâteme bürünmüştü.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- de dahil olmak üzere birçok müslüman onun vefat ettiğine ihtimal veremiyorlardı. Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz:
"Hayır! Muhammed Aleyhisselâm ölmemiş bayılmıştır. Çok geçmez ayılır. Kim 'Resulullah Aleyhisselâm öldü!' derse hemen boynunu vururum!" diyordu.
Böyle buhranlı bir anda soğukkanlılığını muhafaza edebilen zât yalnız Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh- oldu. Hiç telâşa kapılmadı, hiç kimseye bir şey söylemedi, doğruca Hücre-i saâdet'e girdi. Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-in mübârek yüzünü açıp baktı, iki gözünün arasını hürmetle öptü:
"Hayatta iken güzeldin, memâtın da güzel yâ Resulellah!" diye ağladı. Tekrar öperek yüzünü örttü ve Hücre-i saâdet'ten çıktı. Ehl-i Beyt'i teselli etti. Daha sonra Mescid-i şerif'e giderek minbere çıktı. Herkes dinlemeye koştu.
"Ey insanlar! Kim ki Muhammed Aleyhisselâm'a tapıyorsa bilsin ki o vefat etmiştir. Her kim ki Allah'a tapıyorsa, bilsin ki Allah dâim ve bâkidir, aslâ ölmez." buyurdu ve Kur'an-ı kerim'den bazı Âyet-i kerime'ler okuyarak sözlerini bitirdi:
"Resul'üm! Elbette sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (Zümer: 30)
Bâki olan ancak Allah-u Teâlâ'dır.
"Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan evvel de nice peygamberler gelip geçmiştir.
Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz topuklarınız üzerine geri mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah'a hiçbir şeyle zarar yapmış olamaz. Allah şükür ve sebat edenleri mükâfatlandıracaktır." (Âl-i imrân: 144)
Bu Âyet-i kerime evvelce Uhud savaşı sırasında: "Muhammed öldü" şâyiası üzerine nâzil olmuştu. Fakat şaşkınlıktan kimse bunu hatırlayamamıştı. Sıddık-ı Ekber -radiyallahu anh- bu meâldeki Âyet-i kerime'leri okuyunca müslümanlar Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in vefat ettiğine iyice kanaat getirdiler ve teskin oldular, herkes kendine geldi. Her işiten bu Âyet-i kerime'yi okumaya başladı.
Hatta Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:
"Daha evvel bu Âyet-i kerime'yi sanki hiç işitmemiş gibiydim." buyurmuştu.
Rebiülevvel ayının on ikisi Pazartesi günü müslümanlar halife seçimi ile meşgul oldukları için Resulullah Aleyhisselâm'ın defnedilmesi Salı gününe kaldı.
O gün Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-e Mescid-i Nebevî'de umumî biat yapıldıktan sonra defin işlerine başlandı.
Bu vazifeyi en yakın akrabası yaptı. Son hizmetinde bulunabilmek isteyen herkes Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in odası önünde toplanmıştı. Bu sebeple Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Hücre-i saâdet'in kapısını kapamaya mecbur oldu. Yalnız Ensâr'dan ve Bedir mücâhidlerinden Evs bin Havlî -radiyallahu anh- Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e: "Allah aşkına beni içeri alınız!" demesi üzerine, Ensâr adına bu ihtiyâr mücâhid de gasl esnâsında hazır bulundu.
Gasl işiyle meşgul olmak için Hazret-i Ali -radiyallahu anh-, Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-, Üsâme bin Zeyd -radiyallahu anhümâ- ve Resulullah Aleyhisselâm'ın azadlısı Şükran -radiyallahu anh- bulunuyordu.
Resulullah Aleyhisselâm'ın mübarek vücudu bir sedir üzerine konuldu. Dış elbisesi soyuldu. Yıkama işini Hazret-i Ali -radiyallahu anh- yaptı. Diğerleri su döktüler, yıkama işinde yardımcı oldular.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- eline sarmış olduğu bez ile gömlek üzerinden oğuşturarak yıkadı. Resulullah Aleyhisselâm'ın mübârek vücudu nefes alıp vermemesine, sıcaklık ve yumuşaklığını kaybetmiş olmasına rağmen, hâlâ uykuda imiş gibi idi.
Gasl işi tamamlandıktan sonra kurulandı, üç parça pamuklu kumaş içine kefenlendi.
Salı günü öğleye doğru gasl ve kefene sarılma işi tamamlandı. Hücre-i saâdet'te sedirin üzerine konuldu. Daha sonra kapı açıldı.
Müslümanlar küçük gruplar hâlinde, odanın alabileceği kadar sayıda; önce erkekler, sonra kadınlar, en sonra da çocuklar ayrı ayrı cenâze namazını kıldılar, Resulullah Aleyhisselâm'a karşı son vazifelerini huzur ve huşû ile edâ ettiler.
Resulullah Aleyhisselâm, hayatında olduğu gibi vefatından sonra da herkesin imamı olduğu için, onun cenaze namazında kimse imam olmadı. Hücre-i saâdet küçük olduğu için namaz gece yarısına kadar devam etti.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Allah, peygamberinin ruhunu, onun defnedilmesini istediği yerde kabzeder." buyurmuştu.
Bu sebeple Resulullah Aleyhisselâm'ın mezarı, Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'in odasında, üzerinde son nefesini verdiği yerde, Ensâr'dan Ebu Talhâ -radiyallahu anh- tarafından lâhid şeklinde kazıldı.
Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan gece yarısı, Ashâb-ı kiram'ın gönül ve gözyaşları arasında Âlemlerin rahmeti Kabr-i şerif'lerine tevdi edildi.