Aynı zamanda bu ilmin Hakk Celle ve Alâ Hazretleri tarafından geldiğini ve bu devrin Asr-ı saâdete benzeyeceğini, diğer evliyâullah hazeratının bu ilmi açıklamadığını, gizli ve kapalı sırların açılacağını ve izahının yapılacağını ve fakat birçok kimsenin anlamayacağını İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "261. Mektub"unda beyan etmişlerdir:
"Bu öyle bir kemâlât, öyle bir üstünlüktür ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bin sene sonra meydana çıkmıştır. Öyle bir sondur ki, baş tarafa benzemektedir.
Herhalde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bunun için:
'Ümmetim yağmura benzer. Evvelkiler mi daha hayırlıdır, sonrakiler mi daha hayırlıdır bilinmez.' (Tirmizî)
Buyurdu da 'Başlangıcı mı hayırlıdır, ortası mı?' buyurmadı. Demek ki sonra gelenlerin öncekilere daha ziyade benzediğini gördü, bu arada bir tereddüt oldu.
Diğer bir Hadis-i şerif'inde:
'Ümmetimin en faziletlileri önde ve sonunda gelenlerdir, ikisinin arası bulanıktır.' buyurdu. (Câmiü's-Sağîr: 4056)
Evet... Bu ümmetin son gelenleri arasında baştakilere çok benzeyenler olacaktır. Fakat sayıları azdır, hatta azdan dahi azdır. Ortada gelenlerde o kadar benzeyiş yok ise de miktarları çoktu, hem pek çoktu. Fakat sondakilerin az oluşu kıymetlerini daha da arttırmış, öncekilere daha da yaklaştırmıştır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onları şu Hadis-i şerif'i ile müjdeli kıldı:
"Müslümanlık garip olarak başladı, başladığı gibi garip olarak avdet edecektir.
Ne mutlu gariplere!" (Müslim)
Bu ümmetin sonu, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in vefatından bin sene sonra, yani ikinci binin başlaması ile başlamıştır. Çünkü aradan bin sene geçmesi ile insanlarda büyük bir değişiklik ve eşyada kuvvetli bir tesir meydana çıkmıştır.
Allah-u Teâlâ bu dini kıyamete kadar değiştirmeyeceği için, ilk zamanda gelenlerin tazelikleri sondakilerde de görülmekte ve böylece ikinci bin yılın başında bu dini kuvvetlendirmektedir.
Bu iddiâyı ispat etmek için iki kuvvetli şahid olarak İsa Aleyhisselâm ile Mehdi Hazretleri'nin bu bin içinde var oluşlarını gösterebiliriz.
Bir şiir:
'Alsaydı kudsî ruhtan eğer yardımını,
İsa'dan başkası da yapardı onun yaptığını.'
Ey kardeşim!
Bugün bu sözler pek çok kimselere ağır gelir, anlayışlarından uzak görülür. Fakat onlar bilgileri, mârifetleri insaf ile ölçerlerse ve İslâmiyet'le karşılaştırırlarsa, İslâmiyet'e hangisinin daha çok tazim ve hürmet ettiğini görüp kabul ederler." ("Mektûbât"; 261. Mektup)
Şüphesiz ki bu fazilet, Hâtem-i veli'ye tâbi olan ihvana âittir, umum ümmete şâmil değildir. Çünkü onlar çok az, hatta azın da azı olacaklar. Mücadeleyi yalnız bunlar yapacaklar, nuru da yalnız bunlar yayacaklar.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "234. Mektub"unda, ikinci bin senenin içinde gelecek olan zâtın kudsî ruhla destekleneceğini, büyük bir kemâlât üzere gönderilip şeriatı ihyâ edeceğini haber vermiş; tıpkı geçmiş ümmetlerdeki ulül-azm bir peygamberin diğer peygamberlere ihtiyaç bırakmadığı gibi, onun da hiçbir veliye ihtiyaç bırakmayacak bir kemâlâtla zuhur edeceğini beyan buyurmuştur:
"Bu ümmet, ümmetlerin en hayırlısı olduğu için ve bu ümmetin peygamberi -aleyhi ve âlihi ve aleyhimüsalevâtü vet-teslimât-, peygamberlerin sonucusu olduğu için, bunların âlimlerine, Benî İsrâil peygamberlerine verilen mertebe verilmiştir. Peygamberlerin vazifeleri, bu âlimlere yaptırılmaktadır.
Bunun içindir ki, her yüz sene başında, bu ümmetin ulemâsı arasından bir müceddid gelecek ve şeriatı ihyâ edecektir.
Bilhassa aradan bin sene geçtikten sonra, geçmiş ümmetlerde ulül-azm bir peygamber gönderdikleri ve işi başka peygamberlere bırakmadıkları gibi; bu ümmette de marifette tam bir ârif ve âlim seçilir. Bu zat, geçmiş ümmetlerdeki ulül-azm peygamberlerin işini yapar.
'Alsaydı kudsî ruhtan eğer yardımını,
İsa'dan başkası da yapardı onun yaptığını.'
...........
Yazılan bu mârifetlerin hepsinin Allah-u Teâlâ tarafından ilham edilmiş olduklarını, şeytanî vesveselerin hiç karışmadığını umarım. Bunun doğruluğuna delil olarak şunu da söyleyeyim ki, bu bilgileri yazmak istediğim ve Allah-u Teâlâ'nın mukaddes zâtına sığındığım zaman, melâike-i kiram'ın sanki şeytanları buralardan kovdukları görüldü. Bu mekânın çevresine girmelerine müsaade etmiyorlardı.
Her işin hakikatini en iyi bilen Allah-u Teâlâdır." "Mektûbât"; 234. Mektup)
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Mektubat" adlı eserinin "317. Mektub"unda Allah-u Teâlâ'nın ona nasıl bir ilim bahşedeceğini, diğer velilere verilen ilmin bu ilmin yanında kabuktan ibaret kalacağını, ona ise ilmin özünü ihsan edeceğini şöyle açıklamıştır:
"... Aynel-yakîn ve Hakkal-yakîn babında ne diyebilirim ki? Onu söylesem bile, kim anlar ve kim idrak eder? Zira bu türlü mârifetler, velâyet kapsamı dışındadır. Zira velâyet erbâbı, bunları idrakten aciz durumdadırlar; tıpkı zâhir ulemâsı gibi... Onu kavramaktan yana kusurludurlar.
Bu ilimler, nübüvvet nurlarının kandilinden alınmıştır. Onun sahibine salât, selâm ve tahiyyet, İkinci binin yenilenmesi ile buna tazelik ve canlılık hâsıl olmuştur; bütün güzelliği ile, zuhura gelmiştir. Bu ilimlerin ve mârifetin sahibi, bu binin müceddididir. Ki bu, ona bakanlara gizli bir mânâ değildir. Bilhassa, zâta, sıfata ve ef'ale dair ilim ve mârifetinde...
O ilim ve mârifet; haller, vecidler, tecelliyât ve zuhurat libasına girmiştir. Bu dikkat sonunda, elbette bileceklerdir ki, Bu mârifet ve ilimler, ulemânın ilimleri, evliyânın da marifeti ötesindedir. Hatta, onların ilimleri, bu ilimlere nisbetle kabuk kalır. Bu mârifet dahi, o kabuğun özüdür.
Hidayat eden Sübhan Allah'tır.
Bilesin ki,
Her yüz başında bir müceddid gelip geçti. Ne var ki, yüz senelerin başında gelen müceddid ile, bin senenin başında gelen müceddid bir değildir. Bunların arasındaki fark, bin ile yüz arasındaki fark gibidir. Hatta daha da fazla...
Müceddid o zâttır ki: O müddet içinde ümmete her ne gibi feyz varidatı gelirse onun vasıtası ile gelir. İsterse o vaktin kutupları, evtadı, ebdali ve nücebası bulunsun.
Bir şiir:
'Allah'a ne zorluğu olur;
Âlemi bir şahsa doldurur.'
Selâm hidayete tâbi olup Mütabaat-ı Mustafa'yı bırakmayanlara. Ona ve âline üstün salâtlar ve selâmlar... Keza, enbiyâ ve resullerden, mukarreb meleklerden ve sâlih kullardan kardeşlerinin hemen hepsine." ("Mektûbât"; 317. Mektup)