Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in iktidâ edip uyma hususunda, ümmetine Allah'ın kitabına ve kendi "Itret"ine, yani akrabalarına sımsıkı sarılmalarına işaret etmesi nasıl mümkün olur?
Allah'ın kitabı onun ilahi ahd ve kelâmıdır. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- dünyadan çıkıp gitmiş ve onun akrabası olarak oğullarından beş-altı kişi kalmıştır. Şu halde hangi vakitte onlara uyup izlerini tâkip etmek vacip olmuştur?
İşte bu, onun Tâbiîn'e kadar devam eden muhtelif evlâdının en büyüğü olan Ali bin Hüseyin için geçerlidir. Zira o onların dini en iyi bileni ve en âlim olanıdır; sonra o, bu hususta kusurlu olduğu noktasında kendi nefsini de kınamıştır.
Sonra, onun ardından Ebû Cafer Muhammed bin Ali gelir ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in ashâbı devrindeki imamların en meşhur olanlarının dahi ilim aldığı kimselerdendir.
(Bu evlâd-ı Resul'den başka);
Ebû Bekir, Ömer, Osmân, Ali, Zeyd bin Sâbit, ed-Dahhâk, Talha, ez-Zübeyr, Abdurrahmân bin Avf, Sa'd, Ebî bin Ka'b, Ebû Ubeyde, Mu'âz bin Cebel, Abdullâh bin Mes'ûd, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî -rıdvanullâhi aleyhim ecmaîn- de onlardandır.
Sonra, Tâbiîn'in içinde de Alkame, el-Esved, İbrâhîm, Şureyh, Ubeyde, el-Hasan ve İbn Sîrîn yer alır.
Ayrıca onlardan başka Ebû Hanîfe, Süfyân, el-Evzâ'î ve Mâlik de vardır.
Ümmetin çoğu işte bunlardan aldıkları ilim üzerinde birleşip toplanmışlardır. Zira isabetlilikleriyle meşhur olanlar ancak bunlardır.
Şu halde o, yalnız kendi "Itret"inin, yani akrabasının yanında bulunsaydı, ilmin kaynağını nasıl ümmetine bırakırdı?!..
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
"Benden sonra iki kişiye uyunuz: Ebu Bekir ve Ömer!" buyurmamış mıdır? (Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, III/136; Tirmizî, Had. no.: 3595; İbn Mâce, Had. no.: 97; Ahmed bin Hanbel, Had. no.: 22161; İbn Abdi'l-Berr, Câmi'u Beyâni'l-İlm ve Fazlihî, II/183; Suyûtî, Câmiu's-Sağîr, Had. no: 1318; Muttakî el-Hindî, Kenzü'l-'Ummâl, Had. no.: 32646)
Sonra, diğer bir Hadis'te ise:
"Ümmetimin hükmü yerine getirip hükmedeni Ali'dir, helâl ve haramı en iyi bileni Muâz'dır, farzlarını en iyi bilip yerine getireni Zeyd'dir, onu en iyi kırâat eden ise babasıdır." buyurmamış mıdır? (Buhârî, Sahîh, Had. no.: 912; es-Sehâvî, el-Makâsıdü'l-Hasene,Hadis no.: 142)
Öyleyse bu hadis aslında muhafaza etmekle ilgili olur; Allah'u-alem tevîli de bize göre, onu muhafaza edeceklerle, haklarına riâyet edeceklerle alâkalı bir vasiyetten ibarettir.
İşte onlar en temiz ve en pâk zürriyettendir.
O, en temiz sulpten meydana gelecek bir kimsedir. Allah onu onların arasında gizlemiş ve benzersiz kılmıştır. Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de onların arasında mahfuz kılınmıştı.
Hürmet ve mahremiyetin en büyüğü ona verilmiştir.
İşte bu sıfatla var edilecek olan kişide, Allah'ın kitabına karşı onların tefrikaya, bölücülüğe düşmelerini önleyecek bir dirâyet ve azamet tahakkuk edecektir.
"Dalâlete düşüp sapmazsınız"ın tevili ise bize göre, onların hevâ ve hevesleri hakkında önlerini tıkayıp yol vermemektir; tâ ki onlar dinden çıkıp gitmesinler!..
Nitekim onun zikri de:
"Şüphesiz İsrâiloğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldılar." şeklinde geçmiştir. (Ahmed bin Hanbel, Müsned: 11763; Hakîm, Gavrü'l-Umûr: 55; Tirmizî, Had. no.: 2564; Ebû Dâvud, Had. no.: 3980; Muttakî el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, Had. no.: 1054; Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, Had. no.: 7532)
Bil ki, onların hevâ ve heveslerini yok etsin diye, Allah'ın onları ismet ve istikamet sahibi kılması nedeniyle: "Allah'ın kitabı ve benim ıtretim hakkında tefrika ve ayrılığa düşmezlerse Havz'ımın başında istedikleri yerine gelecektir."
Aksi takdirde onlar fırkalara ayrılacak ve paramparça olacaklardır.
İşte bu nimet, Allah'a hamd olsun ki içinde bulunduğumuz şu güne kadar onların üzerinde zuhur etmektedir. Onlar müslüman beldelerin neresinde olursa olsunlar, halka ahlâken, edeben, iyilik ve güzellik, dindarlık ve temizlik, ahlâk manâsına mevcud bulunan her mükerremiyet ve güzel huyluluk yönünden öncülük edip yol gösterirler.
Zira onlar şerîatın zâhiri hakkında dosdoğru bir yol ve sünnet üzeredirler. Aralarında zâhir ve görünür hâlde olan bu üstünlükleri nedeniyle, onları muhâfaza etmek ve riâyet edip haklarını gözetmek, kendilerine saygı göstermek müslümanlar üzerine vâciptir.
Dinde ittifak ve birleşmeye gelince; insanları indirilen hükümlerin içine girmeye dâvet etmeleri ve onu tazeleyip yenilemeleri, onları temyiz edip ayırt etmeleridir. İşte ümmetin işi ancak bu şekilde devredip sürebilir.