Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, "Mutluluklar ülkesi" adında bir diyar varmış. Bu ülkenin sultanı adaletli, merhametli ve hikmet sahibi bir zatmış. Sultanın eşi de maharetli ve çok akıllı bir kadınmış. Bunların güzel mi güzel, tatlı mı tatlı bir de kızları varmış. Bu küçük sultanın adı Şirin'miş.
Şirin'in koskoca ülkede sadece bir tanecik arkadaşı varmış. Adı Goncagül imiş. Onunla oynadıkları dillere destan bir de bahçeleri varmış. Her gün bu bahçede oynarlarmış. Arkadaşı Goncagül Şirin'in mutluluk kaynağıymış.
Bir gün Şirin'in arkadaşı Goncagül ağlayarak Şirin'in yanına gelmiş.
"Arkadaşım Şirin, ailem başka bir şehre taşınacağımızı söyledi sana elveda demeye geldim!" demiş.
Bunu duyan Şirin kulaklarına inanamamış. Çaresiz arkadaşına sıkı sıkı sarılmış, ağlayarak veda etmiş. O gün Şirin sadece Goncagül'e veda etmemiş, Goncagül'le birlikte içindeki mutluluğa da veda etmiş.
Her geçen gün kızının daha da mutsuzlaştığını gören Şirin'in annesi kızının durumuna çok üzülüyormuş. Şirin'i teselli etmeye çalışmış, yeni oyuncaklar yaptırmış, en güzel kıyafetler diktirmiş, fakat Şirin hiçbirisine bakmamış. Şirin Goncagül'ü özledikçe içine kapanmış. Mutluluğu bir daha bulamayacağı kaygısı ile her geçen gün daha da sessizleşiyor ve içine kapanıyormuş. En üzücüsü, rüya gibi güzel, dillere destan bahçelerine de gitmez ve uğramaz olmuş. Sevgiden ve ilgiden uzak kalan bahçenin her geçen gün güzel çiçekleri solmaya, yeşil yapraklı sarmaşıklar sararmaya başlamış, birbirinden güzel kelebekler uçmaz, birbirinden güzel kuşlar ötmez olmuş. Bahçe her geçen gün güzelliğini kaybediyormuş.
Ne zaman Goncagül'ü düşünse arkadaşsız kaldığı için sıkılıp içi daraldıkça minik ellerini ağzına götürüp tırnaklarını dişleri ile kıtırdatmaya, hiç farkına varmadan tırnaklarını kemirmeye başlıyormuş.
Mutluluklar ülkesinde mutsuz Şirin'in hali başta babası ve annesi olmak üzere herkesi üzüyormuş. "Allah'ım kızımızın mutluluğunu geri getir!" diye dua ediyorlarmış.
Günlerden bir gün Şirin'in odasındaki camdan, tık tık diye sesler gelmeye başlamış. Merak ile pencereye koşan Şirincik bir de ne görsün? Güzeller güzeli, rengarenk tüylü, pırıl pırıl bir kuş... "Belli ki içeri girmek istiyor" deyip camı açmış ve minik kuş odasına girmiş. Hemen uçup eline konmuş. "Merhaba Şirincik" demiş.
Şirin hayretler içeresinde kalmış. "Sen kimsin minik kuş? Konuşmayı nasıl öğrendin? İsmimi nereden bilirsin?" diye sormuş.
"Benim adım Hüdhüd. Beni Süleyman Aleyhisselâm'ın kuşu olarak da bilirler. Rabb'im izin verdikçe kanat açar uçarım. Lütfettiği ile dile gelir konuşurum. Bugün uçarken seni gördüm. Ağlamana üzüldüm, senin üzüntünü öğrenmeye geldim!" demiş. Şirin şaşkınlıkla başlamış heyecanla anlatmaya;
"Hiç sorma Hüdhüd. Goncagül gitti gideli yalnız kaldım, mutluluk nedir unuttum. Güzel bahçemize gidemez, kimseyle oynayamaz oldum. Canım çok sıkılıyor." diye derinden bir iç çekmiş. Hüdhüd anlayışlı gözlerle küçük kızı dinlemiş.
"Şirincik, seni uçurarak, mutluluğunu geri getirecek ülkeleri ve olayları göstermek isterim. Ama seni uçurabilmem için bir engelin var, bu nedenle seni uçuramam" demiş. Şirin merakla ve heyecanla sormuş: "Nedir? Benim engelim."
"Seni uçurabilmem için bedenini ve organlarını kendi isteğinle eksiltmemiş olman gerekiyor. Oysa senin organlarında eksikler var. Tamam olunca görüşürüz" demiş ve uçup gitmiş.
Şirin şaşkınlıkla Hüdhüd kuşunun arkasından bakakalmış. Arkasından ellerini uzatıp "Hayır hiçbir yerim eksik değil" diye bağırırken birden gözleri parmak uçlarına, kıtırdata kıtırdata küçülen eksik tırnaklarına ilişmiş ve gözlerine inanamamış. Zira tırnaklarının yarısı yokmuş.
Şirin, Hüdhüd kuşu ile bu olağanüstü uçma macerasını kaçırdığı için çok üzülmüş. O günden sonra tırnaklarının eskisi gibi olması için azim ve gayretle çok dikkatli olmaya çalışmış. Gayr-i ihtiyâri parmaklarının ağzında olduğunu fark edince hemen ellerini ağzından çekmiş, ellerini meşgul edecek oyun hamuru gibi şeylerle etkinlikler yapmaya çalışmış, ya da Sultan annesinden çubuk kraker istemiş, tırnağı yerine dişleri ile onu tırtıklamış.
Hüdhüd kuşu iki hafta sonra tekrar gelmiş:
"Görüyorum ki artık seni uçurmak için hiçbir engel kalmamış."demiş. Şirin'i bahçeye çağırmış. Şirin heyecanla bahçeye koşmuş. Bir de ne görsün? Minik Hüdhüd kocaman bir kuş olmuş kanatlarını yere indirmiş ve Şirin'e
"Haydi, gel, seninle yeni diyarlara uçalım, bakalım neler öğreneceğiz?" demiş.
Az gitmişler, çok uçmuşlar, dere tepe nice yerlerden geçmişler. Bazen bir ormanda, bazen de bir ovada durmuşlar. Kimi yerde hayvanları kimi yerde insanları görmüşler. Kiminin saçları, kiminin dudakları, bazılarının parmakları eksikmiş. Şirin ister istemez kendi bedenine, sonra parmak uçlarına bakmış, Rabb'ine şükretmiş, tebessüm etmeye başlamış, uzun zaman sonra yüzünde gülücükler açarak mutlu olmuş. "Meğerse sağlıklı olmak bile mutluluk için yetermiş" diye mırıldanmış.
Şirin Hüdhüd ile olan uçuş macerasını bitirdikten sonra Hüdhüd kuşunu öperek çok teşekkür etmiş. Hüdhüd kuşu da diğer ihtiyacı olan çocuklara ve diyarlara uçmak için uçup gitmiş.
Şirin Hüdhüd kuşu gittikten sonra; "Hayatımdan bir arkadaş gitmiş olabilir, ama onunla olan hatıralarımı anarak da mutlu olabilirim." demiş ve bahçelerine koşmuş, çiçekleri sulamış, kuruyan yaprakları temizlemiş, bahçedeki sevimli hayvanları beslemeye başlamış. Bahçe güzelleştikçe halktan insanları davet ediyor yeni insanlar ile tanışıyor ve hatta yeni arkadaşlar ediniyormuş.
Şirin'in eskiden tırnaklarını yediği için bakımsız olan ve ağrıyan parmakları yerine, gül gibi güzel, mis gibi kokan elleri varmış. Artık mutluluklar ülkesinde hiç mutsuz kalmamış.
Gökten üç elma düşmüş; biri masalı okuyana, diğeri dinleyene, üçüncüsü ise emanetleri tam olarak muhafaza edebilenlere gelmiş.