Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (97) - Öyle Bir Allah ki Akıl Yetmez, Fikir Yetmez, İlim Yetmez - Ömer Öngüt
Öyle Bir Allah ki Akıl Yetmez, Fikir Yetmez, İlim Yetmez
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (97)
Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
1 Mayıs 2019

 

Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (98)

 

Öyle Bir Allah ki Akıl Yetmez, Fikir Yetmez, İlim Yetmez:

"En üstün kimdir?"

Hazret-i Allah kişiye kendisini ne kadar bildirdiyse, en üstün odur. Hazret-i Allah'ı en çok bilen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'dir.

Birgün bir ashâb Rum diyarına gidiyor. Oradaki krallara secde edildiğini görüyor. Dönünce diyor ki:

"Yâ Resulullah! Ben onların krallarına secde ettiklerini gördüm. Müsaade etseniz de size secde edelim."

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz; "Hayır! Siz kabir taşına uğradığınız zaman secde eder misiniz?" diye sorunca ashâb "Hayır!" cevabı veriyor.

"O zaman bana da secde etmeyin!" buyuruyorlar.

Eğer secdeye müsaade etseler en evvel ben secde ederdim. Neden? Allah-u Teâlâ'yı en çok bildiğinden ötürü ona secde ederdim. Çünkü O'nun nuru zaten. Hazret-i Allah'ın nuru, âlemlerin gurur ve sürûru. O'nun nuru olduğu için de ona en ince sırları duyurmuş.

Siz Allah-u Teâlâ'yı bilmenin ne olduğunu ancak isimle biliyorsunuz. Fakat en çok o biliyor. Allah-u Teâlâ'yı çok bildiğinden ötürü Cenâb-ı Hakk müsaade etse ona secde ederim. Buraya hiç değinmemiştik. Biz esrâr-ı ilâhi'ye bakarken onun nelere mazhar olduğunu görürüz. Bu mazhariyetin karşısında insanın erimesi lâzım.

Allah-u Teâlâ ona kendisini dilediği kadar bildirmiş. Bildirmiş ama dilediği kadar. Şöyle ki:

"Evvel O "; evvel O, O'ndan evvel bir şey yok.

"Âhir O"; ahir yine O. Çünkü O'ndan başka bir şey yok.

"Zâhir O" "Ol!" dediği şeyler zuhur ediyor, görünüyor. Amma O'nunla görünüyor. O görünmüyor da görünenler (zahir olanlar) görünüyor.

"Bâtın O"; yalnız kendi kendisini bilir ve dilediği kadar başkasına duyurur. Aslını bilmek mümkün değil, sadece dilediği kadar bildirir ve duyurur. Çünkü Allah-u Teâlâ kendisini bilme yolu vermemiş. Niçin? Karşıdaki mahlûk olduğu için Hâlık'ını kavraması, bilmesi mümkün değildir. Ancak mahlûka düşen, yaprağın yere düşüp, eridiği gibi, O'nun varlığında erimek, "Yâ Baki, entel Baki." Bakiden başka hiçbir şey yok, onu bilebilmek.

"Yeryüzünde bulunan her şey helâk olacak, ancak O'nun vechi Baki kalacak." (Kasas: 58)

Her şey helâk olmaya mahkûmdur. "Ol!" dediği görünüyor, yarın yok diyecek, görünmeyecek.

"Evvel O, Âhir O, Zâhir O, Bâtın O."

Burada öyle bir incelik var ki biz Yaratan ile yaratılanları ayırıyoruz. Cenâb-ı Hakk'ın lütfuyla yaratılanları rahat görebiliyoruz. Ayrı ayrı gördüğün zaman; işte bu nokta çok incedir. O öyle bir Allah ki yalnız kendi kendini bilir, kendi kendini meth eder. Mahlûka ne kadar bildirir, ne kadar duyurursa yakınlığı nispetinde o, O'nunla temas kurar.

Öyle bir Allah ki akıl yetmez, fikir yetmez, ilim yetmez. İlmin hülâsası budur. Her şeyin bir hülâsası vardır, ilmin hülâsası da budur. İlmin hülâsası nedir? Hazret-i Allah'ı bilmek. Ne kadar bilmek? Bildirdiği kadar bilmek. O'nu bildin mi, her şeye O'nunla bakıyorsun. Dağ, taş, insan; "Ol!" diyor oluyor "Öl!" diyor ölüyor, hepsi bundan ibaret. O'nu görürsen hiçbir şeye değer vermezsin. Amma O'nu görmezsen her şeye değer verirsin. O'na değer vermezsin. Bilmiyorsun ki değer veresin.

 

Hidayet O'nundur, O Hidayet Lütfederse Bakarsın Herkesi Geçer:

Arabayı boşa alınca araba çalışır. Ama insan ekildiği zaman, helâl-harama dikkat ettiği zaman, yola girdiği zaman vitesle beraber gider. Ama birinci vitesle, ama dördüncü vitesle gidiyor. Yeter ki vitese takılsın.

Hazret-i Allah'a ait olan işlere karışma. Ola ki birisinin tövbesini kabul eder, Zât'ına çeker, senin zannın da sana kalır. Onun için fakir daha birinci kitapta "Herkesi hoş, kendini boş bil!" demişizdir. Ama yaptığı iş ahkâma muğayir ise hoş görme.

Yani demek istiyoruz ki; kendini beğenme, başkasını küçümseme. Bakarsın o tövbe eder, tövbesi de kabul olur. Sen kendini beğendiğin için dışarıda kalırsın.

Biz herkesi kendimizden üstün tutarız, yaratılışım budur. Siz de bundan numune alın, yol budur. Rabb'im bunu buldurmuş, bunu sevdirmiş. Herkesi hoş, kendini boş gör!

Bu bizim adetimizdir; bu hâli Hazret-i Allah bize lütfetmiş. Karşımızdaki sarhoş olsun, nasıl olursa olsun hoş görürüz. Çünkü hidayet O'nundur, O hidayet lütfederse bakarsın herkesi geçer.

Hazret-i Allah'a yönelmekten daha güzel bir kale olmaz. O'nun kalesinin harici boşluktur. O kalesine kimi aldıysa hayat vardır, hem de hayat-ı ebediye. Fakat bugün insanlar boşluktadır. Bu ikazdır, hatırlatmadır, yönelmedir. O dilediğine hidayet verir.

 

Hakk Kapısı:

Bu yol Hazret-i Allah'a ve Resulullah Aleyhisselâm'a ait olduğu için çok hassas, çok dikkatli, çok ciddi bir yol. Yani edep yolu. Onun için Allah'ım rızası mucibince yürüttüğü kullardan etsin. Yol çok nazik, çok dakik.

Kimisi çok hoş gider, kimisi boş gider. Kimisi ayıktır, kimisi sarhoştur. Çok dikkat lâzım. Yol edep yolu olduğu için dakik yoludur, pratik yoludur. Onun için insan bütün haliyle Hakk ile olduğunu duyması ve o hâl ile başkasına duyurması. O'nunla olmak hayattır, O'nsuz olmak vefattır. Bunu tuttuğunuz zaman O'nunla olursunuz, O'nunla ölürsünüz.

Hakikaten nazik yer, çok lâtif bir yer, çok nazik yer. Hakk kapısı denmiş buna. Şaka değil!


  Önceki Sonraki