Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ - Asıl Lezzet - Ömer Öngüt
Asıl Lezzet
TASAVVUF'UN ASLI HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ
Dizi Yazı - Tasavvuf
1 Mayıs 2019

 

TASAVVUF'UN ASLI
HAKİKAT VE MARİFETULLAH İNCİLERİ

İbtilâ ve İmtihan (32)

Bir Müminin Hayatında İbtilânın Yeri ve Önemi (19)

 

Düşük Bebekler:

Muaz bin Cebel -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, düşük çocuk annesini göbek bağından tutup cennete çekecektir. Yeter ki annesi düşük sebebiyle kazanacağına inanıp sabretsin." (İbn-i Mâce: 6496)

 

Asıl Lezzet:

Allah-u Teâlâ büyük bir ibtilâya uğratarak kuluna karşılığında büyük bir şifâ ihsan eder. Biz ise bunu bilmeyiz ve âdeta bu şifâyı da istemeyiz. Niçin istemeyiz? Bilmediğimiz için istemeyiz. Çünkü biz insanlar zevk ve sefâ ile lezzet buluyoruz. Asıl lezzeti bilmiyoruz. Asıl lezzet ibadet ve tâatın içinde gizlenmiştir. Nasıl ki göz güzel şeyleri görmekle, kulak güzel sesleri duymakla, dil arzu ettiği şeyleri tatmakla zevk alıyorsa, gönlü Hakk'a yönelen kimsenin de en büyük zevki Hakk ve hakikatte oluyor.

Bu hususu birçok veliler ayrı ayrı dile getirmişler-dir. Kuddûsi Baba Hazretleri buyururlar ki:

"Mest-i hâyrânım

Zâr-ı giryânım

Her dem lisanım

Hû demek ister."

Mest olmuş, erimiş, kendisini arasa kendini bulamayacak duruma gelmiş bir kimsenin, zevki herhangi bir şey ile tarif edilebilir mi?

İnsan, çocukluk yıllarında zevki oyundan, eğlenceden alıyor. Eğer Allah'ımız ona ezelden hidayet lütfunu bahşetmişse ilimden irfandan almaya başlar. Bunda samimi ise ibadetten almaya başlar. Hatta bazı zevât-ı kiram demişlerdir ki:

"Teheccüd namazına kalkanlar, acaba duydukları zevkten ötürü mü kalkıyorlar, yoksa sırf Allah için mi kalkıyorlar?"

İbadette işte bu kadar zevk vardır. Allah-u Teâlâ'nın ihsan ettiği bu mânevî zevkin yanında diğer bütün zevkler hükümsüz kalır.

Şu kadar var ki bu zevk Hakk'tan gelecek. Bu zevk ile ibadet eden insanlar ibadetlerine gerçekten istiğfar ederler. Lâyık-ı veçhile bir defacık ibadet edemediklerine, bir defacık Sâhib'ini anamadıklarına kanidirler. Anmak ister anamaz, ibadet etmek ister yapamaz. Bir üzüntü içindedir. Çünkü o Sâhib'ini o nispette tanıyor da, yapamadığını kesinlikle biliyor. Bu bir tevâzu da değildir. Bir bocalama, bir üzüntü içerisinde olmasına rağmen, Sâhib'ine itaat maksadıyla yine de ibadetten başını kaldırmaz.

Bu arada ona:

"Şu anda duâ et, ne istersen makbuldür." denilse:

"Allah'ım! Senden başkasını nasip etme!" der.

Bu söz:

"Allah'ım! Senin muhabbetini engelleyecek her şeyden beni muhafaza et!" mânâsına geliyor.

Halbuki bu da Hâlik'ından gelmiştir, bu sual de Hâlik'ından gelmiştir. Bu cevap da O'nun lütfundan doğmuştur. Fakat mahlûk bunu da bilmez. Hâlik'ı onu sevmiştir, o da Hâlik'ını seviyor. Yani Hâlik onu sevmeseydi, o Hâlik'ını sevemezdi. Bunu çok iyi bilelim. Şu halde bu sevgi de bizim değil. Bunun üstünde bir sevgi olmadığı gibi, bundan devamlısı da yoktur.

Bu durumda kendimize dönersek, Allah-u Teâlâ'dan O'nun hoşlandığı şekilde hareket ve icraatın husule gelmesini dilememiz icabediyor. Ancak, O bize bunu ihsan ederse yapabiliriz.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi. Küfrü, fâsıklığı ve isyânı ise çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır." (Hucurât: 7)

Meselâ bir hâkim, mahkemesini görecek kimsenin arzuhâlini kendisi yazarsa, kendi yazdığı arzuhâle kendisi nasıl hüküm verir bir düşünün! Çünkü arzuhâli zaten kendisi yazmış. Allah-u Teâlâ bir kulunu lütfu ile doldurursa, o kul yalnız arzuhâli sunmakla vazifeli olur. Yazan O, sunan O, hepsi O, hepsi O...

Kul eliyle tekrar O'na sunacak, O ise zaten kendisi yazdığı için, kendisi kabul edecek, mahkemeyi görecek. Kendisinin göreceği mahkemeye göre arzuhâlini yazmış.

Kim yazarsa yazsın, O'nun gibisini yazamaz.

Biz Mevlâ'mızdan bize lüzumlu olan şeyleri istersek, O da bize bahşederse, bundan büyük saâdet mi olur?

Demek ki gerçekten sevilecek O, sığınılacak da O... Böyle iken, gayrıya çevirdiğimiz zaman kalbimizi israf etmiş oluyoruz. Cidden yazık oluyor bize. Kalbimizi ve bütün âzâlarımızı o anda boşa çalıştırıyoruz.

Farz-ı muhal ki bir otomobil vitesten alınırsa, motor yine çalışır, fakat boşuna çalışır. Hiç yol alır mı? Bizim de görünüşte her şeyimiz tamamdır, fakat kalbimizi döndürdüğümüz zaman bütün hareketlerimiz boşa gidiyor, tek bir adım katedip ilerleyemiyoruz.

Kalbimizi Mevlâ'ya döndürdükten sonra düşünerek bir defa "Allah" desek, o bir defacık Lâfza-i Celâl karşılığında muhakkak bir terakkî yapar. O bir defanın kendine göre bir tekarrübiyeti, bir yakınlaşması vardır, yani bir yol katetmiştir. Biz bir defa diyelim bin defa diyelim. Allah'ımız kabul buyurursa ahirette o bizim sermayemiz olur. Gönlümüzü gayrıya çevirmekle elimize ne geçer? Az dursak çok dursak sermayemiz nedir? Bir hiç olduğu halde bir de bunun suâli var.

"Ey kulum ben her zaman senin ile idim, sen kiminle idin?" denildiğinde ne kadar mahcup olacağı-mızı bir tasavvur edin. Tabii ki gafletimizden ötürü bizden bu boşluklar doğuyor. Mümkün oldukça bizi gaflete düşürecek, kalbimizi israf edecek işlerden, malâyâni meclislerden uzaklaşmalıyız. Vahdet hayatını tercih etmeliyiz. Lezzetlerden birazcık olsun sıyrılmalıyız. Çoluk çocukla dahi fazla lâubâli olmamalı, hele Hazret-i Allah'ın sevmedikleri ile kati suurette ünsiyet edilmemelidir.

Vakit isrâfını önlemek için, insanın kendisine göre hususi bir yeri olacak, Huzur bulma çarelerini arayacak. Huzurdan sonra Huşu da var. Biz huzuru bulamıyoruz, huşuyu nasıl elde edeceğiz? Sonra Maiyyet vardır, Kurbiyyet vardır. Müyesser ettiklerinin hepsine bunlar kolaydır.

Diyeceksiniz ki; beşeriyetin bugün en çok muhtaç olduğu şey huzurdur. Herkes bunu arıyor, kimse ele geçiremiyor. Âlimi geçiremez, dervişi geçiremez. Avam zaten bulamıyor.

Bunun bir tek sırrı; ihlâsla Allah-u Teâlâ'ya dönüp ibadet etmektir. Huzurun sırrı buradan çözülüyor. İnsan ihlâsla ibadete koyulduğu zaman, Mevlâ ilk lütfu olarak kalbin üzerinde baskı yapan günahları bir kere atar, yok eder. Kalp kendi hâlinde kalır. İbadet ettikçe inşirah bulur, büyür. Bu büyümesi sebebiyle gelecek birçok fırtınaları rahatlıkla hazmeder. Gelecek lütufları da gayet güzel hazmeder. Nefsin boşluk yerlerini bildiği için onun üzerinde durmaz. İşte bu insan Cenâb-ı Hakk'ın lütfu ile huzura nâil olmuştur. Bu huzur içinde huşuya da varır.

İnsanların içine girse de, artık bu huzur devam eder. İnsanların içine giriyor amma, fırtınasına girmiyor. İş icabı katılmıştır, fakat kalbi huzurludur. Hakk ile meşguldür.

Huzuru artırmak için huşuya dalmak gerekir. Bu sefer deryâdan zevk damlaları düşmeye başlar. İnsan huşuya daldıkça dalacağı gelir. Suya giren bir insanın vücudu nasıl ki hoş bir hâl içinde ferahlıyorsa, asıl zevk bütün vücudu ihata eder.

Bunlar bir noktaya kadar götürmek için vasıtadır. İnsan yürüdükçe avamlık hâlinden kurtulur.

"Şimdiye kadar ben boşuna yaşamışım." der.

Çünkü İslâm olarak bulunuyoruz, İslâm'ı yaşamıyoruz, mühim olan yaşamak...

Allah'ımız lütfedip kaynağı buldurursa, insan Tarikat-ı aliye'ye intisab edince eski hâllerine nedamet eder. Hakikate de geçince aynı sözü söyler.

"Eyvah ben tarikatta kendime yazık etmişim. Tarikatta iken her şeyi kendim yaptım zannederdim, hep kendimi beğenir başkasını küçük görürdüm." diye cidden istiğfar eder.

Hatta Tarikât-ı âliye'de bulunan bir insanın bir tehlikesi daha vardır ki, ne yaparsa yapsın hemen karşılığını görmek ister. Hiç olmazsa bir rüyâ görsem de Cenâb-ı Hakk'ın taltif ettiğini bilsem düşüncesiyle gayr-i ihtiyâri bir teşekkür bekler. Yani oraya dahi nefis sarkar, hep karşılık peşindedir.

Halbuki o lütfu O bahşetti bize. O ihsan etmişken O'na satmaya çalışmak, ne kadar günahkâr olduğumuzu ibraz edeceğimiz yerde bir de kalkıp ücret beklemek ne kadar abes değil mi?

Bu vartalardan kurtulmak için hiç durmadan terakki etmek gerekiyor. Biz tarikattayız diyoruz hiç kimseyi beğenmiyoruz. Bu temsiller birer ölçüdür.

Mevlâ'mızın affına, merhametine ne derece muhtaç olduğumuzu, nasıl sığınmamızın icâbettiğini duyurmak istiyoruz. Asıl öz burada toplanıyor.


  Önceki Sonraki