Hâkim et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Hatmü'l-Evliya" isimli kitabının onuncu bölümünde Neml Sûre-i şerif'inin 65. Âyet-i kerime'sini izâh ederken Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz'den de şu şekilde bahsetmektedirler:
"De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilemez." (Neml: 65)
Buyruğuna gelince;
Gayb'ın bilgisi ancak Allah'ın katındadır. Ancak O, kendisini gönderdiği nice kimseyi de gayba muttali kılmıştır! Hani bu husustaki delil? Onlar bu misâlle ancak aptalların ilgisini çekmeyi arzulayabilirler! Ayrıca kendisiyle konuşturduğu ilham ehlinden ve ferâset ehlinden de Allah'ın, gayba muttali kıldığı kaç kişi vardır!
Ebu'd-Derdâ -radiyallahu anh- niçin:
"Mümin-i kâmil'in ferâsetinden sakının! Allah'a yemin ederim ki, Allah onunla onların kalplerinin ve gözlerinin içine Hakk'ı akıtır." buyurdu?
Selman -radiyallahu anh- Muaz'ın arkadaşı Hârise'ye nereden "Rûhum rûhunu tanıdı!" buyurdu? (Nevâdirü'l-Usûl, c. 1, s. 639)
Üveysü'l-Karnî'nin, Herim bin Hayyân'a; "Allah'ın selâmı senin üzerine olsun, ey Herim İbn-ü Hayyân!" deyip de, "Sen benim Herim bin Hayyân olduğumu nereden biliyorsun?" demesi üzerine "Rûhum senin rûhunu tanıdı!" buyurması nerede kaldı?
İşte bu rûhun bir amelidir ki, onun kalplerin hisseleri, yeri ve en yüce şeye ulaşmasıyla da bir ilgisi yoktur. Şu hale göre bu, bizim bahsettiğimiz kalpler için nasıl mümkün olamaz?
Üveys'in kendisini kesinlikle tanımadığı hâlde onunla bu şekilde konuşması Gayb'dan değil miydi? Şu halde gerek onu, gerekse Eştar'la ilgili olarak: "Ben onu şerli bir günde müslümanları uğursuzluğa sürüklerken gördüm." diyen; minberin üzerinde iken "Ey Sâriye, dağa!" buyuran Ömer -radiyallahu anh-i de mi ona muttalî kılmamıştı? Bunun misâlleri sayılamayacak kadar çoktur.
Ebu Bekir -radiyallahu anh- ölümü esnasında yanında bulunan Âişe -radiyallahu anhâ-ya şöyle buyurmuştu:
"Ben hurma bahçesinin yukarısını sana bıraktım. Onu kestirmedim, şüphesiz ki o vârislerin malıdır. Onlar da iki erkek ve iki kız kardeşindir."
Ona: "Babacığım, benim bir tane kız kardeşim var!" dedim, buyurdu ki:
"Bana gördüklerimin arasında, Hârise'nin kızının karnında bir kız çocuğu bulunduğu ilham olundu."
Nitekim; "Gerçekten de kız doğurdu." buyurmuştur. (el-Muvattâ", s. 314)
O "İki kız kardeşin!" diyerek, gördüklerinin içindeki ilham ile hükmetmemiş midir?
Onun karnında bir çocuk bulunduğunu ve üstelik onun kız olduğunu sözüyle de tespit etmiştir. Şimdi bu Hadis yolundan veya ilham yolundan kendisine muttali olunabilen bir gayb değil midir?
Şu halde bunu iddiâ edene denilmelidir ki: Gayb'ın türleri vardır. Şunun hangi gayb olduğunu biliyor musun?
"De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez." (Neml: 65)
Başka bir Âyet'te ise şöyle buyurulmuştur:
"Gaybı bilen ancak O'dur. Gayb'ına kimseyi muttali kılmaz. Ancak beğenip seçtiği elçi bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve arkasından gözetleyiciler koyar." (Cin: 26-27)
O, resullerden başkasına gaybı izhar etmediğini haber vermektedir. Halbuki Allah'ın, gönderilme ile ilgisi bulunmayan nebilerin içinde de vahiy yolundan gaybı izhar ettiği kimseler vardı. Şu halde buradaki gayb, O'nun katında bulunup da, neredeyse kendisinden dahi gizlediği bir gayb'tır. Bu ise "Saat"; yani "Kıyâmet" tir. Ayrıca O'nun, hem meleklerin yanında izhâr ettiği bir gayb, hem de muhaddes'lerin ve velilerin yanında izhâr ettiği bir gayb daha vardır.
Bu şeyleri birbirinden ayırt edebiliyor musun? Yoksa sen hâlâ boş ve asılsız bir iddiâ ve inkârın içinde misin? Gayb'ın ismini duymuşsun, Kur'an'ın sunduğu bir Âyet'i de, ikide bir ona delil gösterip duruyorsun!
Ey sefil!.. Seni velilere hürmetten yüz çevirten nedir? Sen nefsinin kulu olmuş, hevâ ve hevesini üstün tutmuş, hevesinin perdesinden sıyrılamamış bir adamsın. Lâkin senin hevesin, seni ondan da çevirmiştir. Sen ki, nefsin ve vesveselerinle işbirliği içindesin, âdetâ bir esirsin. Şu halde velilerin menzillerine ve sözlerine müdahale etmekten sakın! Zira sen onların ilimleriyle hiçbir şekilde ilgili değilsin!