Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm - Tebük Seferi (6) - Ömer Öngüt
Tebük Seferi (6)
HAZRET-İ MUHAMMED  Aleyhisselâm
Dizi Yazı - Resulullah Aleyhisselâm'ın Hayat-ı Saâdetleri
1 Mart 2019

 

HAZRET-İ MUHAMMED
Aleyhisselâm

-Hicretin Dokuzuncu Yılı-

Tebük Seferi (6)

 

Dünya Başlarına Dar Gelen Üç Kişi (1)

Resulullah Aleyhisselâm doğruca mescide gitti, iki rekât namaz kıldı. Her seferden dönüşünde Resulullah Aleyhisselâm'ın mescide girmesi, iki rekât namaz kılması âdetiydi.

Mescid'de halkın ziyaretini kabul etti. Sefere iştirak etmemiş olanların özürlerini dinledi. Sayıları sekseni bulan bu kişiler birer birer gelmişler, mâzeretlerini yemin ederek bildirmişler, Resulullah Aleyhisselâm tarafından affa nâil olmuşlardı. Yalnız Ensâr'dan şâir Ka'b bin Mâlik -radiyallahu anh- ile Mürâre bin Rebi -radiyallahu anh- ve Hilâl bin Ümeyye -radiyallahu anh- adındaki iki arkadaşının hareketi hoş görülmedi. Bunlar da Tebük seferi'ne iştirâk etmeyerek Medine-i münevvere'de kalmışlardı.

Ka'b bin Mâlik -radiyallahu anh- bu hususta başından geçen hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır:

Ben, Tebük seferi hariç Resulullah Aleyhisselâm'ın hiçbir gazasından geri kalmadım. Bedir savaşı'nda ise Peygamberimiz Bedir'e gaza niyetiyle çıkmamış, yalnız Şam'dan gelecek Kureyş'in ticaret kafilesini yakalamak için çıkmıştı. Bundan ötürü Bedir'e katılmayanlardan hiçbirisi azarlanmamıştı. Nihayet Allah, müslümanlarla düşmanlarını birbirinden habersiz oldukları halde yolda karşılaştırdı. Halbuki Akabe gecesi biz Medineliler İslâm'a yardım etmek üzere sözleştiğimiz zaman Resulullah Aleyhisselâm ile beraber bulundum. Böylece benim için Bedir'de hazır bulunmak, Akabe'de hazır bulunmak kadar gerekli değildi. Her ne kadar Bedir savaşı halk arasında daha yaygın veünlü ise de Akabe biatı İslâm'ın yayılmasına başlıca âmildir.

Tebük seferinden geri kalmama gelince; o sırada elimde bulunan sefer imkânlarına hiçbir zaman sahip olmamıştım. Zirâ elimde iki deve bulunuyordu.

Resulullah Aleyhisselâm bir sefere çıkacağı zaman gideceği yeri açıkça söylemeyip bilâkis uzağa gidecekse yakını, yakına gidecekse uzağı imâ ederdi. Yalnız Tebük seferi sıcak bir mevsime rastladığı için susuz çöllerden geçileceğinden Resulullah Aleyhisselâm bütün müslümanlara uzun yolculuğa göre hazırlıklarını yapsınlar diye doğrudan doğruya Şam ve Tebük'e doğru gidileceğini açıkça bildirmişti. Aynı zamanda bu sefere katılanların adedi o kadar çoktu ki, divan defteri bile onların isimlerini almaz oldu. Otuz binin üstünde idi. Böyle kalabalık olan ordu içinde benim gibi birkaç kişinin bulunmayışının Resulullah Aleyhisselâm'a Allah'tan vahiy gelmedikçe belli olamayacağını sanıyordum.

Bu sefer, hurma meyvelerinin olgunlaştığı, ağaçların gölgesinin koyulaştığı bir zamanda idi. Resulullah Aleyhisselâm ve ashâbı durmadan sefer hazırlığı yapıyorlardı.

Ben de sabah evimden çıkar, hiç hazırlık yapmadan akşama döner, kendi kendime istediğim zaman hazırlanırım derdim.

Onlar sefere çıktılar. Ben yarın hazırlanır onlara yetişirim derdim. Bir sabah çarşıya çıktım, yine hazırlıksız döndüm. Böylece ihmalim uzadı. Sefere çıkma vakti geçti. Keşke gitseydim. Bu gaza, mukadder değilmiş gidemedim.

Çarşıya çıkınca münâfıklardan, kör ve topal olan sakatlardan başka kimse ile karşılaşmadığımdan üzüntüm artıyordu. Resulullah Aleyhisselâm da Tebük'e varıp oturuncaya kadar beni hatırlamamış. Orada hatırlayıp:

"Kâ'b ne yaptı ki, gelmedi?" buyurmuş.

Seleme oğulları'ndan Abdullah bin Ümeys:

"Onu kibri, tembelliği veya iki kat lüks elbisesi Medine'de alıkoymuştur." demiş.

Muaz ise:

"Ka'b hakkında ne kötü söz söyledin!" demiş ve:

"Yâ Resulellah! Yemin ederim ki, Ka'b'ın iyiliğinden başka bir şey bilmiyoruz!" deyince Resulullah Aleyhisselâm bunu sükûtla dinlemiş.

Resulullah Aleyhisselâm'ın Medine'ye dönmekte olduğunu duyunca beni bir düşünce aldı. Resulullah Aleyhisselâm'ın kızmasından nasıl kurtulacağım, yalandan bir mazeret göstersem mi diye düşünüyordum. Yakınlarımdan aklı başında olanlarla bunu konuştum. Resulullah Aleyhisselâm Medine'ye yaklaştığında aklımdan geçen fikirler kayboldu. Bu uydurma düşüncelerin beni kurtaramayacağını anlayıp durumu olduğu gibi anlatmaya karar verdim.

Resulullah Aleyhisselâm Medine-i münevvere'ye geldi. Âdeti olduğu üzere mescide girip iki rekât namaz kıldı. Hoş geldine gelenleri kabul etti. Tembellikle veya iki yüzlülüklerinden ötürü bu gazaya gitmemiş olanlar, akın akın gelip and içerek özürlerini belirtmeye başladılar. Resulullah Aleyhisselâm onların dış durumlarına bakarak özürlerini kabul ederek Allah'tan bağışlanmalarını istiyor, iç durumlarını Allah'a bırakıyordu.

Bunlar içinde, Medineliler'den seksen, bedevîlerden ve Abdullah bin Übey'in arkadaşlarından birçok kişi vardı.

Bunlar ayrıldıktan sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın yanına gidip selâm verdim. Öfkelenmiş kimsenin gülmesi gibi gülümsedi ve: "Gel!" dedi. Yanına gidip oturunca bana:

"Bu gazadan seni alıkoyan nedir? Bineğini almamış mıydın?" dedi.

Ben: "Evet. Vallâhi ya Resulellah hazırlanmıştım! Vallâhi, sizden başkasının yanında oturup konuşacak olsaydım, Allah'ın bana verdiği fesâhat sâyesinde onun gazabından beni kurtulmuş görürdünüz. Lâkin, vallâhi bugün sizi memnun etmek için yalan söylemiş olsam Allah'ın gazabına uğrayacağımı biliyorum. Durumumu size doğruca söylesem darılacağınızı biliyorum. Allah'ın affını diliyorum. Benim hiç özürüm yoktu, sizden geri kaldığımda elimde hiçbir zaman sahip olmadığım imkânlar vardı. Her nasılsa geri kaldım..."

Resulullah Aleyhisselâm:

"Bu doğru söyledi. Senin hakkında Allah-u Teâlâ hükmünü bildirinceye kadar kalk git!" buyurdu.

Ben de kalkarak evime doğru gitmekte iken Seleme'den birtakım kimseler benim peşime düştüler ve bana:

"Şimdiye kadar senin bir günah işlediğini bilmiyoruz. Tebük'e diğer gitmeyenler gibi özür beyan etseydin, Resulullah Aleyhisselâm'ın bağış dilemesi sana yeterdi!" diye ısrar edip durdular. O kadar ki, geri dönüp Resulullah Aleyhisselâm'a önceki sözlerimi yalanlamak aklımdan geçti. Sonra onlara:

"Benim gibi başka kimse var mı?" dedim.

Onlar: "Evet iki kişi daha senin gibi söylediler. Kendilerine sana söylenen sözün aynı söylendi." diye cevap verdiler.

"Onlar kimler?" dedim.

"Mürare bin Rabî ile Hilâl bin Ümeyye" dediler.

Bunların Bedir savaşı'nda bulunmuş iyi kişiler olduklarını hatırlattılar. Bunun üzerine ben de doğruluk üzerinde kalmaya karar verdim.


  Önceki Sonraki  

Diğer Yazıları
TÜM YAZILAR