Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Allah böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar." (Fetih: 2)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu müjdeye rağmen, ayakları şişinceye kadar namaz kılardı.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz; "Yâ Resulellah! Geçmişte ve gelecekte günahların mağfiret olduğu halde niçin böyle yapıyorsun?" diye sorduğunda:
"Allah'ıma şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurdu. (Buhârî)
Şimdi bize bu söylenseydi biz ne yapardık? Nefsimiz ne kadar şımarırdı? O ise ikrâm-ı ilâhiyeyi gördükçe kulluğunu artırdı. Buradaki bizim durumumuz ile onların durumu. İkram ve ihsân-ı ilâhiyeyi gördükçe kulluğunu artırdı. Sıdkını artırdı ve Allah-u Teâlâ'ya bu surette şükredici bir kul olduğunu ifade etti.
"Allah'ım Zât'ına has bir kul, Habib'ine ümmet eyle, rızâ yolunda çalışmayı bize nasip eyle."
Çünkü O sermaye verecek ki, sen çalışacaksın. Şimdi insan; ilim, irfan, cihat peşinde koşar. Onu kendisinin yaptığını zanneder. Ve bunları da yaparken rahat kendi nefsine mâl eder. "Ben yapıyorum, ben ediyorum." İşte o zaman bu gerçekten büyük bir zeval.
Hâlbuki Âyet-i kerime'de buyuruluyor ki:
"Sana gelen her iyilik Allah'tandır, bütün kötülükler de kendi nefsindendir." (Nisâ: 79)
Şimdi biz ne yapıyoruz? İyiliği nefsimize mâl ediyoruz, kötülüğe; "Hayrihî ve şerrihî minallahi teâlâ." diyoruz. İşte bu cehaletin ta kendisidir.
Hâlbuki;
Abd'ın kendisi de, malı da, her şeyi de O'nundur.
Onun için Seyyid-i Kâinat Sebeb-i Mevcudat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Fakirliğimle övünürüm." (Keşfül-Hafâ)
Ben fakirim. Ruhum, bedenim, malım, her şeyim O'nundur. Ben hiçbir şeye malik değilim.
İşte bu hâle gelmek çok güzel şey. Rabb'im getirdiklerinden etsin, o haliyle lütfettiği insanlardan etsin.
Şimdi bunun için gerek ilim, hilim, lütuf insana Hakk'tan gelir. İnsan bunun Hakk'tan olduğunu görürse nefsine mâl etmez.
Lâyık olmadığım halde bunu bana bildiriyor, duyuruyor ve duydurtturuyor. Bu O'nun lütfudur.
Yalnız bu hale gelmesi için "Hiç!" olduğunu idrak etmesi lâzım. İnsan hiçliğe erdiği zaman "Var" husule gelir. Bütün icraatı Var ile olur. Burayı tutarsa o zaman her şeyi tutmuş olur.
Farz-ı muhal ki; bir yaprak, ne güzel süslemiş o yaprağı! Damarları var, sinirleri var, fakat toprağa düştüğü zaman eriyor. Çünkü topraktan husule geldi. Sen de O'nun mevcûdâtının içinde erirsen varlığın kalmaz. Niçin? "Var ile övünürüm, varlığımdan utanırım." Varlığım bir damla kerih su. Bunun övünülecek neresi var? Sonra o bir damlayı da O yarattı. Senin neyin var? Hiç! Peki bu dava nereden çıktı? Madem ki hiç! Dava nereden geldi? Allah'ım korusun.
Şu hâlde yalnız Allah'tan iyilik alabilmek için Hazret-i Allah'a yakın olmamız lâzım. Yakın olmamız için Hazret-i Allah'a niyet-i halisa ile yönelirsek, O da bizi severse lütuf dairesine alır.
Hayırlı ömür ne demek?
O'nun yolunda mısın? O'nun rızâsının tahsilinde misin? Gayen O mudur? Hayırlı yoldasın. Hayırlı ömürdesin. Bu şekilde devam eden kimseye Hazret-i Allah: "Bu benim kulumdur." der. Meleklere de duyurur. Melekler de beşeriyete duyurur. Ona hayırlı ömür verir.
Hayırlı umur ne demek?
Ona huzur verir. Kuru ekmek dahi yese huzurla yer. İbadetini tatlı yapar. Çok verse, "O'nun" der. Hiç kendine mâl etmez. Aza kanaat eder, çoğa şükreder. Çünkü artık onu Mevlâ'sı destekliyor. Ne güzel bir hayat. Bu hayat içinde dönerken hayırlı bir ölüm de gelir. Ebedi saadete erer. İtimat edin hayat ölümden sonra başlar. Niçin ölmek istemiyoruz? Dünyadan kopamadığımız için ve bütün çalışmamız dünyada olduğu için.
Ashâb-ı kiram'dan iki zât konuşuyor: "Neden biz ölümü istemiyoruz?"
Diğeri diyor ki; "Dünyasını imar eden ahiretini harap edermiş. Hiç harap yere gitmek ister mi?"
Fakat insan o hale gelmemiş. Nefis tekâmül etmemiş, yaşama arzusu var. Onun için o daha hayırlıyı bir türlü kavrayamıyor.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Senin için ahiret, dünyadan daha hayırlıdır." (Duhâ: 4)
Çünkü ahiret, dünyanın mihnet, meşakkat, sıkıntısından, ibtilâsından Cenâb-ı Hakk'ın kulunu terhis etmesidir. "Hadi kulum seni terhis ettim. Seni Cennet-i Alâ ile müşerref ettim." Belki de Cemâlullah ile müşerref edecek, onun için ebedi saadete erecek.
Allah-u Teâlâ bize huzur ve bereket verirse dünyada nasibimiz kadar rahat bir hayat geçiririz. Lâkin mühim olan ebediyettir. Hayat bir hayalattır. Bugün üstte, yarın alttayız. Mühim olan ebedi hayatın doğrulması. İnanın ve itimat edin ölümden sonra hayat başlar. Fakat insan bunu kavrayamıyor.
Allah-u Teâlâ cümlemize rahmet ve merhamet etsin, kurtardığı kullardan etsin.
Allah'ım bize hidayetimizi ihsan buyursun, imanımızı kâmil eylesin. Rızâsı ve hoşnutluğu üzerimizde olsun.
Zâhiri berzah demek; hakiki bir âlimin beyan ettiği ilim hakikattir ve o hakikati neşreder. Fakat o sadece hakikati neşreder "Filân kâfirdir" diyemez.
Mânevi berzah öyle değildir. Çünkü mânevi berzahı çektiğin zaman iman ile küfür açığa çıkar. O çekinmez "İman budur, küfür budur" der, o kadar.
Bu ilim yeni geldi. Buna akıl ve ilim yetmez.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kişi sevdiğiyle haşr olunur." (K. Hafa)
Ne kadar güzel bir cümle. Sonra dikkat ederseniz bir tabir vardır:
"Yanındayım Yemen'deyim, Yemen'deyim yanındayım."
Bazı kimse çok yakın olur, çok uzaklaşır. Bazı kimse çok uzaktadır, çok yaklaşır. Onun samimi muhabbeti ile yakınlık husule gelir. Fakat yanındaki kendine mahsus bir nefsin havasına tutulur, çok uzaklaşır. Onun için Allah'ım Zât'ına yaklaştırdığı kullardan etsin.