Bir bak, bu acaba nasıl bir şeydir? Bu kimseyi tanıyabilmek hiç imkân dahilinde midir? Zira bu, dünya ile ilgili hallerin hepsini yok etmeyi, ondan yana duyulan korkuları gidermeyi, ubûdeti sürmeyi ve onun fazilet ve üstünlüğünün, onların masiyete yönelik var olan kabahatlerinden daha önce olduğunu bilip öğrenmektir.
Onlara bundan söz edilince, onlar kalp basiretinin ve iz'ânın içine giremez, bundan hayâ da etmezler.
Buraya kadarki şeyler, bâtın ehlinin umumunun fehim ve anlayışına kadar erişir. Sonrasında ise, bâtın ehlinin cumhurunun anlayıp da kavrayamadığı şey; bunun ötesine geçirilen kimseye âit olan Evliyâ'nın "Hâs ilmi"dir.
Bu fazilet ve üstünlükte derinleşen kimse nerede bulunur ki, onlardan masiyet korkusu dahi geçip gitmiş olur?
İşte sen bunu, kötülüklerin kötülük oluşundan da daha önce, onun başlangıçta eriştirildiği mânevi hisse ve nasipten; Makâdir'den önce, zikirde en evvel oluşundan bilebilirsin. Bunun ne olduğu işte ancak burada öğrenilir.
Cennet ehlinden dünya ahvâlinin yok edilişi de bu günün müddeti içinde yerine getirilir. Onlar da kendilerinin en başlangıçtaki hâletine döndürülürler. Zira cennet ehlinden olup, birbirinden acâip birtakım günahlar ve hatalarla Allah'a kavuşan bir kimse de zorluğun, şiddetin ve azap kuyularının içindedir. Tavsif ettiğimiz bu süre geçince, Allah'ın günahlara karşı kendisine bahşettiği kuvvet sayesinde bu izlerin hepsi silinip yok olur. Zorluklara ve azâba karşı verdiği kuvvetle de sevilmişlerden ve ihlâsa erip arınmışlardan olurlar.
Bu günde takvâ ve korku sahibi olan kimse ise iştiyak duyanlardan olup, kabrinden âdeta sıçrayarak Allah'a ulaşır. Kalbinden gelene karşılık elindeki sermaye saçılmış; meşakkat sermayesi ise dağılmıştır. Saçılma, iştiyâkın ateşinden; dağılma ise meşakkat ve eziyetin ızdırabı içinde Likâ'ya doğru ilerlemektendir. Allah'ın onların üzerlerindeki hakkı hafifletilmiştir. Allah'tan korkar ve çekinirler; Rabb'ine kavuşunca ise O'na şikayetler ederler.
Tıpkı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den gelen rivâyette olduğu gibi… Onu Sâlih bin Abdullah, Yahya bin Selîm et-Tâîfî'den, o Muhammed bin Müslim'den, o Abdullah bin Ömer'in sözünden, o İbnü'l-Âsî -radiyallahu anhümâ-dan, o da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet etmiştir.
O'na:
"Mikdârı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde…" (Meâric: 4)
Âyet'inden sormuş, o ise ona şöyle buyurmuştur:
"(Mikdâr) kâfirlerin üzerine uzatılır, müminlere gelince; onlar iki sınıf olur:Onlardan bir sınıf bu günde, onların üzerine münâcâtta bulunan, yalvarıp-yakaran, her ikisi de necâtını uzun tutmuş iki kişi gibi olurlar. Sonra her biri ayrılıp kendi menziline kavuşurlar. Diğerlerine gelince; damarları çekilen, harâret saran, yanıp kavrulan oruçlu tek bir kişi gibidir; güneş battığı vakit ancak iftarını edebilir."
İlki, içinde olduğu zor durumun içinde Allah'a kavuşmanın zorluğundan dolayı şikayette bulunarak münâcâtını uzatır, O'na ulaşma şevkiyle, hayata karşı yine O'dan dolayı şikayetini uzun tutar; küçük dahi olsa onun hayata geçmesiyle bunalır ve onu geriye bırakır. Kendisini O'nun yakınlarına atmak ister; sıkıntısına, hararetine, O'na karşı tutkusuna şifâ bulmak için bununla iltimas eder. Cennet yurtlarında ise O'nun tüm taraftarları O'nunla var olurlar. O'na olan hırsı nedeniyle, kendisini O'na ulaştıracak olan yönünü hiç aradan kaldırmaz. İşte bunun için Allah da şifâ nazarıyla onu kendisine nazar ettirmekte acele eder, ilâhi hesabın zararını ona yaşatmaz.
Kab -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre şöyle buyurulmuştur:
"Kim Allah'a duyduğu haşyet ve korkudan dolayı ağlarsa, Allah cehenneme onu haram kılar.
Kim de O'na duyduğu iştiyaktan dolayı ağlarsa, ona ise Allah kendisine nazar etmeyi serbest kılar."
Mûsâ bin es-Sabbâh'tan rivâyet edildiğine göre;
"Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı ikram sâhibidir." (Bakara: 243)
Buyruğundan söz edince, şöyle buyurmuştur:
"Kıyâmet gününde gelecek üç (insan) sınıfından biri içinde bulunan bir kul getirilir ve ona:
'Sana nasıl muamele etmemi istersin?' denilir.
O ise: 'Cennetten yana, hakkında rağbet duyduğum her şeye rağbet ettirilerek!' cevabını verir.
Bunun üzerine ona şöyle denilir:
'Hakkında rağbet beslediğin her şey senindir! Sana cennet verildi; üzerine olan fazl u ihsanım sayesinde cehennemden kurtuldun!'
Diğer bir sınıftaki başka bir kul getirilir ve ona da:
'Sana nasıl muamele etmemi istersin?' denilir.
O ise: "Cehennemden yana korkutulduğum her şeyden emin kılınarak!" cevâbını verir.
Bunun üzerine ona şöyle denilir:
'Seni, korkuttuğum hiçbir şeyden korkmayacağın şekilde emin kıldım! Üzerine olan fazl u ihsanım sayesinde cennete gir!'
Nihayet üçüncü sınıftan da bir kul getirilir ve yine ona:
'Sana nasıl muamele etmemi istersin?' denilir.
O ise: "Senin sevginle yâ Rabb; ben yalnız seni istiyor, yalnız seni arzuluyorum!" cevabını verir.
Ona ise şöyle denilir:
"Sana duyduğum sevgi sayesinde gir cennete, cehennemden emniyet içinde ol!..
Üzerine olan fazl u ihsanım sayesindedir ki ben de seni seviyorum. Şu mahşer gününde benim veçhime (dilediğin şekilde) nazar et!.."