Yediyüz küsür sene önce yaşamış olan Abdürrezzak-ı Kâşânî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fusûs'ül-Hikem" deki gizli mânâları açmak üzere "Şerh'ül-Kâşânî alâ Fusûsü'l-Hikem" adında bir de şerh yazmış, eserinin 34. sayfasında, Hâtem-i velî'nin ilmine işaret ederek şöyle buyurmaktadır:
"Bütün Resuller bu ilmi eğer Hâtem'ür-Rüsul olan zâttan elde ediyorlarsa, Hâtem'ül evliya olmak hasebiyle bu zât dahi onu kendi Sırr'ının mişkâtından almaktadır. Öyle ki bütün Resuller ile bütün veliler nûrlarını en sonunda Hâtem'ül-evliya'dan almış olurlar."
Niçin? Onun kademi olduğu için.
Bu zât-ı muhterem de Hakim-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretlerinin beyanlarını teyid ediyor. Onun içindir ki, siz bu mevzular karşısında şaşırmayın, bocalamayın.
Abdülgâni Nablusî -kuddise sırruh- Hazretleri "Cevâhirü'n-Nusûs" adlı eserinde, velâyet ilimlerinin alındığı asıl kaynak olan Hâtem-i velâyet kandili ile ilgili olarak şu malûmatı vermiştir:
"Kıyâmet gününe kadar her devirdeki veliler bu ilmi ancak Hâtem-i velî'nin, o zamandaki velâyet kandilinin nûrundan görebilirler." (Cevâhirü'n-Nusûs, sh: 36)
Hazret eserinde:
"Âdem su ile toprak arasında iken ben beygamber idim."
Hadis-i şerif'inin tefsir ve izâhını yaparken, mevzunun bir noktasında, Hâtem-i velâyet mevzusu ile ilgili en gizli sırlardan birisine temas ederek şöyle buyurmuştur:
"Bahsettiğimiz türlerden üçüncüsü olan Hâtemü'l-evliya da velî iken, Âdem henüz su ile toprak arasında idi. Çünkü o, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in kademi üzerindedir." (Cevâhirü'n-Nusûs, sh: 38)
Bu ilâhî bir lütuftur, beşere âit değildir. O zaman verilmiş, o zaman lütfedilmiş, bütün bu sırlar işte oradan geliyor. Allah-u Teâlâ bu zevât-ı kiram'a neler göstermiş, gördüklerini kaleme almışlar.
Bâli-i Sofyavî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fusûsu'l-Hikem Şerhi"nde, Hâtemü'l-evliyâ'yı:
"Zâtiyyet hazinelerinin anahtarlarını elinde bulunduran zât..." olarak vasıflandırmıştır. (Şerh-i Fusûsu'l-Hikem-i Bâlî, sh: 39)
"Hazret-i Allah'a âit olan gizli sırları ifşâ eden." mânâsına gelir.
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem'ül-evliyâ olan zât hakkında velilerin imamı ve reisi mânâlarına gelen "İmam'ül-velâye" ve "Reis'ül-velâye" tâbirlerini kullanıp, onun "Peygamberliğe çok yakın bir makamda olduğuna" dikkati çekmiştir. (Hatmü'l-evliyâ, sh. 367)
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri Hâtem'ül-evliyâ olan zâtın, Allah-u Teâlâ'nın emri ve hükmü ile yürüyeceğini bin sene öncesinden haber vererek şöyle buyurmuştur:
"Hâtem'ül-evliyâ, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in yolunda, onun nübüvveti ve Allah'ın mührü ile yürür."
(Sîret'il-Evliyâ, sh: 110; Hatmü'l-evliyâ, sh: 421-422)
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri bu hususu bir tek kelime ile söylüyor ve:"Onun iradesi kendi elinde değildir." buyuruyor. (260. Mektup)
Onu Allah-u Teâlâ yürütür.
Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "İlmü'l-Evliyâ" adlı eserinde ilâhi hikmetlerin aslı olan "Hikmetü'l-Ulyâ" nın ve İlm-i ilâhi'nin köklerinin, Hassü'l-has muhaddesler sınıfına dahil olan Hâtemü'l-Evliyâ'ya verileceğini haber vererek şöyle buyurmaktadır:
"Bu ilim, Allah'ın 'Hikmetü'l-ulyâ'sından, yani en yüce Hikmet'inden alınmıştır. Has menzillerin yakınlığı içinde, Vahdâniyyet nuru ile başlayan ilimden nüksetmiştir."
"Allah'ın Hikmetü'l-ulyâ'sına kadar ulaşabilenler, O'nun Vahdâniyyet'inin içinde yürüyenler, ya da has meclislerde Vech-i Kerîm'e vâsıl olanlar... İşte bunlar peygamberlerle neredeyse aynı seviyede bulunan Hassü'l-has muhaddeslerdir!"
"Bu muhaddesler öyle kimselerdir ki, peygamberlerin menzillerine kadar yaklaşabildikleri için, neredeyse peygamberlere karışırlar. Onların nuru peygamberlerin yakınlık nurundan daha da büyüyebilir. Buna nüfûz ettikleri taktirde, ilâhî tedbirin esâsına ve ilmin köklerine kadar vâsıl olurlar."
("Kitâbu İlmü'l-Evliyâ"; Bursa İnebey Yzm. Ktp. Haraççıoğlu, no: 806, vr. 29a- 29b)
Onlar Allah-u Teâlâ'nın hıfz-u himayesinde ve tasarruf-u ilâhisinde yürürler. Onların iradesi elinde değildir. O bir maskeden ibarettir. Onu yürüten, yöneten, duyuran, gösteren Hazret-i Allah'tır. O'nun ilmiyle, hilmiyle, göstermesiyle, O'nun bildirmesiyle yürür, bilir ve bildirir.
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz yukarıdaki beyanlarında devamla:
"Neticede yakîne kadar ulaşırlar." buyuruyor. (Ebû Tâlib el-Mekkî, "Kûtu'l-Kulûb", c. 1, s. 134)
Allah-u Teâlâ dilediği kadar kendisine yaklaştırır. Bunlar hususidir, umumî değil.
Hazret-i Ali -kerremallahu veche- Efendimiz yukarıdaki sözlerinin hemen ardından, burada vasıflarını zikrettiği kimsenin kim olduğunu beyan ederek;
"İşte bu, semâvât mülkü'nde 'Azîm' diye adlandırılan âlimdir." buyurmuştur. (Kûtu'l-Kulûb, c. 2, s. 48; trc. M. Tan)
Nitekim gerek Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, gerekse Abdülkâdir Geylânî -kuddise sırruh- Hazretleri; eserlerinde, velâyetin en yüksek derecesini elinde bulunduran ve âhir zamanda ilâhi hücceti ayakta tutacak olan bu "Velîlerin Azîm'i" nden bahsetmişler; onun, "Ferdâniyyet" mertebesinde Allah'ın azâmetiyle "Azîm" leşen, bayrağı indirilemeyen, askeri mağlup edilemeyen ve hakikat ile dalâleti birbirinden ayırmak için gönderilen bir kimse olduğunu haber vermişlerdir.
Bu ihsan edilen ilim "Has ilmullah" olduğu için, bu ilmin üstünde de ilim yok. Onu ancak dilediğine vermiştir.
Onun için deriz ki:"Kitaplarda yok ki okuyayım, ben bilmiyordum ki söyleyeyim. Ne verilir, ne dökülürse o." Öyle ise bu ilim "İlmullah" tır.
Bu bilgiler Allah-u Teâlâ'nın duyurmasıyla, bildirmesiyle, göstermesiyle ve yönetmesiyle husule gelir. Bu "Has ilmullah" tır.
Her Evliyâullah'ın beyanı ayrı ayrı olduğu gibi Hâtem-i veli hakkındaki bu noktaya da İmâm-ı Gazâlî -kuddise sırruh- Hazretleri parmak basmışlar ve şöyle buyurmuşlardır:
"Bu ilim, yani mükâşefe ilmi sıddıkların ve mukarreblerin (Allah'a yakın olanların) ilmidir."
Yalnız onlara mahsus bir ilimdir.
"Bu ilim, kalp temizlendiği, bütün kötü sıfatlardan soyunup nura döndüğü zaman elde edilen bir ilimdir."
Daha doğrusu verilen, ihsan edilen, ikram edilen bir ilimdir. Bu söz görerek ve bilerek söylenen bir sözdür...