Hasan İbnü'l-Hasan el-Mervezî, Abdullâh İbnü'l-Mübârek'in Yahya bin Eyyub'dan, onun Ubeydullâh bin Zahr'dan, onun Alî bin Zeyd'den, onun Kâsım'dan, onun Ebâ Amâme -radiyallahu anh-den, onun da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den bildirdiği Hadis'te bunu Nâfileler Bâbı'nda rivâyet etmiştir.
Nitekim biz, onun üzerindeki farzları yerine getirebilmesini de sabrın içinde bulduk.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:
"Sabır üçtür: [48]
Musîbete karşı sabretmek, itaat hususunda sabretmek, masiyete karşı sabretmek.
Kişi musibete karşı sabrederse; Allah ona üç yüz derece yazar. Her derece arasındaki mesafe, göklerle yer arasındaki mesafe gibidir.
Her kim itaat hususunda sabrederse; Allah ona altı yüz derece yazar. Her derece arasındaki mesafe, arş ile yer arasınca uzanan mesafe gibidir.
Her kim de masiyete karşı sabrederse; ona da Allah dokuz yüz derece yazar. Her derecenin arası iki kere arştan yere doğru uzanan mesafe kadardır." (Kâfî, Usûl, II, s. 91)
Allah, indirdiği pek çok Âyet'te takvânın şanını yüceltmiş; takvâ nedeniyle elde edilecek karşılıktan yana çokça vaadde bulunmuştur. İtaatin kabulünü de takvâ ile olursa vaad etmiştir.
Nitekim şöyle buyurmuştur:
"Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder." (Mâide: 27)
Mâsiyetten sakınma; şehveti geri döndürdüğü ve dilemeyi bıraktırdığı için bunun en zoru olur. Gerek musibetler hakkında onu aldatan, gerek farzların yerine getirilmesi konusunda onu aldatan, gerekse yasaklanan şehvetlerin terki konusunda onu aldatanların en zorlusu budur.
Avâmın musibetlere karşı sabırlı olabildiğini, farzlara karşı da sabırlı olabildiğini; ancak masiyetler karşısında sabırlı olamadıklarını görmez misin?
Bu nedenle muttakîlerin sayıları pek az olur; çünkü cihâdın en zoru şehvetlerin terki hususunda nefisle yapılandır.
Nitekim Dâvud Aleyhisselâm'dan rivâyet edilen şey de böyledir.
Rabb'i ona şöyle buyurmuştur:
"Ey Dâvud! Kendinden ve şehvetlerinden tiksin!.. Şüphesiz ki kalpler şehvetler nedeniyle bocalar; akıllar da ondan dolayı bana karşı mahcup olurlar." (Ebî Süleymân ed-Darânî, Garsü'l-Mevâhibü'l-Aliyye, s. 1/188)
Bir kul, İlâhî emri ve nehyi yakınlık kapısında yerine getirir. Onun şehvetleri terki, O'nun nâfilelerinin en büyüğüdür. Hacc, cihâd, oruç ve namaz gibi diğer taatlardan birini seçtiği vakit, nefsi bu şekilde tezkiye olmaz. Çünkü kalpler Allah'a ancak temizlik ve tasfiye ile vâsıl olur.
Kalplerin temizliği ise ancak dedikodu, hased ve nefsin zayıf ve düşük ahlâkını terk etmekle mümkün olur. Bu ise nâfilelerin en büyüğüdür.
Nâfilelerden iyi amelleri çoğaltıp, her bir kötü ahlâkını terk edince kalbi artık bunun dedikodusunu yapar; tamaya ise ancak yakınlık hususunda kapılır. O artık tamamen boşalmıştır.
[49] Nefsin dilekleri şehvetlerin içindedir. O'nun Rabb'ine yakınlığı kuvvet buldukça dilekleri azalır. Çünkü o, tedbirinde Rabb'ine muvâfakat gösterdikçe onu arttırır, dileklerini söndürdükçe yakınlık derecelerinde yükselmeye devam eder, tâ ki onun büyüğüne ve en yücesine kadar ulaşsın. Burada artık yalnız O'nun dilemesi bâkî kalır.
Bunu benden tebliğ eden kişiye Allah rahmet etsin; zira o, fitneye uğramışlara şöyle diyecektir:
"Muhammed bin Alî (el-Hakîm et-Tirmizî) size diyor ki; Siz vasfettiğim şekilde farzları edâ etmedikçe kalplerinizin yakınlık menzillerine vâsıl olması haramdır. Sonra, irâdelerinizi O'nun irâdesine bağlamadıkça bundan sonra vesîlelerin dereceleri de sizin kaplerinize haramdır. Sonra, kalplerinizden O'na vâsıl olma dilemesi çıkmadıkça, bundan sonra Mülk'ün Melik'inde, huzur-ı İlâhî'deki en büyük ve en yüksek derece de kalplerinize haramdır. Artık burada kul nasıl bir tama'a kapılabilir? Zira gaybdan Allah'ın tedbiri kendisine ibraz edildiğinde, dilek olarak O'nun eriştirdiği ona erişecektir. Nitekim O'nun tedbiri şâfî bir rahmetle erişen ilâhi hikmettir. Artık onun nefsinin içindeki dilek de Allah'ın dilemesi olmuştur. Nefsinin tedbiri ise ancak içindeki şehveti harekete geçirir. Nefsinin ya da onun içinden tama'ın ihdas ettiği bu ahmaklıktan hâlâ uyanmayacak mısın?.."
Hiç şüphe yok ki ismi mübarek olan Allah'ın rahmeti esenlik ve uğurundandır, ilâhi hikmet de O'nun huzurundadır. Ümmü'l-Kitâb ise O'nun bir başka kudretindendir.
Sonra onu çıkarıp Ceberût mülkündeki kaza mahalline ulaştırır. Arş'tan kaza cereyan ettiğinde, bütün yaratılmışlar hakkında olmak üzere yere ulaşır. Kazanın hükmedicisinin korkusundan dolayı, onların gözleri arşın altından göz açıp kapanıncaya kadarlık bir sürede bir araya toplanır.
Kaza parçalara bölünüp nihâyet onlara ulaştığında, kimisi cennetlere, kimisi alevlere doğru yönelir; kimi semâvât ehline, kimi yer ehline erişir.
Bu şaşkın câhil ise nefsinin dilemesi ortaya çıktığında kendi nefsini görür. Satvetlerin her biri yerine gelir, ardından vasfettiğimiz şeye göre Rabb'inin tedbiri ona ibrâz edilir.
Zikrettiğimiz korkudan dolayı, O'nun dileğiyle onun kendi dilekleri ölmez, çünkü o basiret ve görüşünü buna tama' ettirmez. Zira onun kalbi bu sıfata elverişli değildir.
Sonra, vesilelerin menzillerine ulaşmaya bunun ardından tama' eder; huzur-ı İlâhî'de de bulunur. Ancak, kendisine anlatılan isim ve harfler dışında o huzur-ı İlâhî'nin ne olduğunu da idrak edemez.