Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla…
(Ebu Abdullah Muhammed bin Ali et-Tirmizî -rahimehullah-) buyurdu ki:
Menzillerin ilki Allah'a imandır. Bu, umumun yakınlığıdır. Sınırları genişlendiğinde, ancak farz ibadetler misâli şeylerle ona yaklaşırsa genişler.
Bu ise Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in kavliyle, Rabb'i Tebâreke ve Teâlâ'dan rivâyet ettiği buyrukla ilgilidir:
"Kulumu bana, farz ibadetleri yerine getirmesiyle yaklaştığı kadar yaklaştıracak hiçbir şey yoktur.
Şüphesiz kulum nâfile ibadetlerle de bana o kadar yakın olur ki, nihâyet ben onu severim. Sevince de, gözü olurum, onunla bakar; kulağı olurum, onunla işitir; eli olurum, onunla dokunur; ayağı olurum, onunla yürür; kalbi olurum, onunla anlar; dili olurum, onunla konuşur. Bana duâ ederse ona mutlaka icâbet eder, benden ne dilerse ona veririm."
(Hakîm et-Tirmizî, Nevâdirü'l-Usûl, I/s. 382, II/s. 195, 233; Hatmü'l-Evliyâ', s. 332)
Şu kadar var ki, işin en başında farzlar şart kılındığı vakit, bunlar ilâhi emir ve nehyi ikâme etmek içindir. İlâhi emir ve nehyin ikâmesi sırasında Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyleri edâ eder; farzları tamamen edâ edinceye kadar yerine getirmekten geri durmaz.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den şöyle rivâyet edilmiştir:
"Kişi namaz kıldığı için üçte biri, dörtte biri, beşte biri… ya da onda birine kadar zikredilebilecek kısmı ona yazılır."
(Hakîm et-Tirmizî, Şerhü's-Salât ve Makâsıduhâ, s. 23)
Bir başka Hadis'te:
"Ona ondan daha geniş bir şey yazılmamıştır." buyurulmuştur. (Hakîm et-Tirmizî, Şerhü's-Salât ve Makâsıduhâ, s. 53)
[46] Muhaddes'in nefsi O'nun namazı içindedir; yakınlık bâbında O'nun farzları ile ilgili değildir. O ilâhi hikmetler bâbında, O'nun memur kılmadığı birtakım ibadetleri edâ eder. İlâhi hikmetler umum için, yakınlık ise has kullar içindir. Yakınlığa tâlip olan kimse, namazının içinde kendi nefsinin sözü ondan kesilip gidinceye dek devam ederek ona ulaşır. Yakınlık muhâl olduğu halde dili ve kalbiyle Rabb'ine münâcât eder; yakınlık nedir bilmeyen bir câhilden başkası buna söz söyleyemez. İlâhi isimleri işitip O'nunla konuşur. Bütün farzları edâ etmekle, kuşkusuz namaz bahsinden yana vasfettiğimiz her ne varsa onları da yerine getirmiş olur. Zekât da böyledir, Oruç da, Hacc ve Umre de aynı şekildedir.
Nitekim O'nun:
"Namazı kılın!" buyurduğunu görmez misin? (Bakara: 43)
İnzâl buyurduğu (Âyet'ler) içinde, onu zikrettiği yerlerden hiçbirinde:"Sallû = Namazlanın!" buyurmamıştır.
Yine şöyle buyurmuştur:
"Zekâtı verin!" (Bakara: 43)
"Zekkû = Zekâtlanın!" buyurmamıştır.
Yine şöyle buyurmuştur:
"Hacc'ı da, Umre'yi de Allah için tamamlayın." (Bakara: 196)
Burada da:"Hacc'lanın, Umre'lenin…" buyurmamıştır.
Ve buyurmuştur ki:
"Allah yolunda cihâd edin!" (Hacc: 78)
Sonra onu yine onlara bırakmamış, nihâyetinde:
"Nasıl cihad edilmesi gerekiyorsa, öylece hakkıyla…" buyurmuştur. (Hacc: 78)
Oruç hakkında da şöyle buyurmuştur:
"Bekleyip, tutamadığı diğer günler sayısınca tamamlaması için…" (Bakara: 185)
Onlar ilâhi kemâle erişenlerdir.
İman işi hakkında ise şöyle buyurulmuştur:
"Allah'a ve Resul'üne iman ediniz." (Nisa: 136)
Sonra, yine şöyle buyurulmuştur:
"Müminler o kimselerdir ki, Allah zikredilince kalpleri titrer, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını artırır ve yalnız Rabb'lerine tevekkül ederler.
Onlar namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden bağışta bulunurlar.
İşte onlar gerçek müminlerin ta kendisidir." (Enfâl: 2-4)
Allah'ın farzlarını edâ edip yerine getirenler; işte onlar ilâhi işlerin hakikatine vâsıl olmuşlardır.
Yakınlığa ulaştıracak bu sıfat üzere farzlar edâ olunduğu vakit, O'nun menzillerinde yakınlık gerçekleşir, sonra O'nun belirlediği vesilelere ulaşılır.
Vesileler ehli O'nun mülkündedir, onlardan başkaları ise O'nun karargâhındadır.
Farzlar tamama erdikten sonra ise nâfileler meydana gelir.
Farzları edâ edince ondan kabul edilir; buradaki kabulden sonra nâfileler gerçekleşir.
Farzlar yerine getirilmedikçe nâfilelere geçmek mümkün olmaz. O artık ilâhi emri ve nehyi ikâme etmiştir. Bu sâlih amellerden sonra burada saadete erişir ve artık nâfileler sevdirilerek, kendisine O'na ulaştıracak "nasihat" da verilir.
O öyle bir kimsedir ki, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den gelen bir rivâyette onunla ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:
"Allah'ın öyle kulları vardır ki, ne peygamber ne de şehid olmadıkları hâlde, peygamberler ve şehidler onların makamlarına ve Allah'a karşı yakınlıklarına gıpta ederler."
"Yâ Resulellah! Onlar kimlerdir?" denilince şöyle buyurdu:
"Onlar Allah'a olan sevgileri nedeniyle O'nun kullarına ulaşanlar ve kullara sevgileri nedeniyle onları Allah'a ulaştıranlardır. Yeryüzünde Allah için nasihatte bulunarak dolaşırlar." (Tirmizî, Sünen: 2390)
Bir başka Hadis(-i kudsî)'de ise şöyle buyurulmuştur:
"Kendisiyle bana ibadet edilen şeylerin en değerlisi, kullarıma benim için nasihat etmektir." (Muttakî el-Hindî, Kenzü'l-Ummâl, Hadîs no.: 7199)