Bâyezid-i Bestâmî -kuddise sırruh- Hazretleri'ne sormuşlar:
"Ey kadri yüce zât! Bize öyle bir amele irşad et, bize bir şey emret ki, onu işlediğimizde Rabb'imize yaklaşmış olalım, başka şeye hacet kalmaksızın o şeyle kurbiyet ve vus'at kazanalım."
Cevaben şöyle buyurmuşlar:
"Bunun en kestirme yolu bir Mürşid-i kâmil'in gönlüne girmektir.
Allah dostlarını sev ve sevdir ki, onlar da seni sevsinler, Çünkü Aziz ve Celil olan Allah-u Teâlâ veli kullarının kalbine günde yetmiş defa nazar eder. Umulur ki veli bir kul senin ismini gönlünden geçirirken o anda Allah-u Teâlâ o veli kulunun kalbine nazar kılar da hem seni sever, hem de geniş mağfiretine mazhariyet elde edersin.
Zira o Cenâb-ı Hakk'a yakındır, siz de o vasıta ile Kurbiyyet-i ilâhi'yi kazanırsınız."
Ubeydullah Ahrâr -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:
"Nefsin isteklerini dizginlemenin üç yolu vardır" buyurarak şöyle sıralamışlardır:
"Birincisi; mürid bu yolun önem verdiği hayırlı amellerle meşgul olmayı sürdürmeli.
İkincisi; kendi güç ve kuvvetiyle kurtulamayacağını, güç ve kuvvetin kendisine ait olmadığını bilmeli, gönlü kırık ve mahzun halde yalvararak sürekli Cenâb-ı Hakk'a yönelmelidir.
Üçüncüsü ise Mürşid-i kâmil'in bâtıni himmetinden yardım talep etmeli ve ona teveccüh etmelidir."
Sonra Ubeydullah Âhrar -kuddise sırruh- Hazretleri; "Bu üç yolda hangisi daha iyidir?" diye sordu yine kendisi cevapladı.
"Mürşid-i kâmil'e teveccüh ederek onun himmetinden istimdat istemek en iyisidir, en kestirme yoldur."
"Bu yolun büyükleri Hazret-i Allah'a varan kestirme yolu bulmuşlardır."
Niçin? O çektiği için, O açtığı için. Öyle açmış, O çekmiş, kestirme yoldan kendisine ulaştırmış. Yoksa varmak mümkün değil. Varmak için varlığı atmak lâzım. Hani bir beyan var:
Hazret-i Allah'ı aradım hiçlikte buldum. Sen evvela hiç ol ki varlığını hissedesin.
Resulullah'ı aradım, Allah-u Teâlâ'nın nurunun içinde buldum. Nereye baksam O'nun nuru.
"Allah göklerin ve yerin nurudur." (Nur: 35)
Varlık en kalın perde olduğu için varlıkla Var'ı bulmak mümkün değildir. İstersen Hicaz'dan çıkma, gaye gönüldür...
Size bunun sırrını anlatayım:
Yemek yerken, yemeğine bir pislik karışsa o yemeği yer misin? Yemezsin. Pekiii. Be kardeşim Hazret-i Allah nur, senin varlığın pislik. Ne diye nur ile pisliği karıştırıyorsun?
Seni o pislikten yaratma sebebi, sen göresin diye. Aslını gör Yaratan'ını bul. Gaye bu işte. Aslını gör, işte senin aslın bu pisliktir. Yaratıcı seni öyle yarattı ki o bir damla pis suyu şekilden şekile geçirerek bu şekli verdi. Nimetlerle donattı, her azanı yerli yerine taktı. Anne karnında seni müteşekkil etti ve insan olarak dünyaya getirdi. Anne-baba gibi müşfik hizmetçiler tayin etti. Mülkünde bulunduruyor, çeşit çeşit nimetler ihsan etti. Ama sen bunları kendinden bildin, Yaratan'ını bilemedin, bulamadın. Kendinden bildiğin için de O'nu bilemedin. Onun için o varlığın ile kaldın ve sen bir put oldun. Şimdi put ile Var'ın birbirine yanaşması mümkün değildir.
Allah'ım inanmışlardan etsin. İman da O'ndan gelir. Fakir bunu şöyle der:
Hazret-i Allah'a iman ederim, kendimi inkâr ederim. Niçin? Benim varlığım bir damla pis su, o kadar. O'na iman ediyorum, o pis suya iman etmiyorum.
Çözdük mü şimdi sırrı?
Bunu umum bir tabir ile şöyle arz etmişizdir:
"Var ile övünüyorum, varlığımdan utanıyorum."
Benim varlığım meydanda. "Peki bunlar ne?" derseniz. Sana bu şekli veren O. Seni daha anne karnından başlayarak; böyle murad etmiş, tecelli etmiş ve yaratmış.
Bakalım O'ndan bilecek misin? O'na şükredecek misin? Yahut kendi varlığına mı güveneceksin? O kadar.
Süleyman Aleyhisselâm ne demişti?
"Bu Rabb'imin lütfundandır. Şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek istiyor. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, muhakkak ki Rabb'im müstağnidir, kerem sahibidir." (Neml: 40)
Şükreden kendisine şükretmiş olur, nankörlük eden de kendisine nankörlük etmiş olur.
Onun için; "Allah'ım şükredici, zikredici, fikredici, sabırlı kullarından kıl da nankörlerden kılma" duâsını yaparken; "Beni nankörlerden kılma, beni nankörlerden kılma, beni nankörlerden kılma." diye üç defa söylerim.
Yani o kadar korkuyorum. Çünkü "Nefis kendisine mâl eder mi?" korkusu var. Bütün kaymalar bu noktadan oluyor.
Nimet deniz gibi, beden gemi gibidir. Gemi delindiği zaman su alır, denizin dibine iner. Bir kimse de onu yaratan, nimetlerle donatanı bilmeyip; zikirden, fikirden gafil olup Allah-u Teâlâ'yı unutur da başka şeylere muhabbet ederse; o gayrı muhabbetler onu deler ve cehennemin dibine indirir. Bugün insanları aldatan bunlardır. Nimeti buluyor, azıyor, küfran-ı nimet ediyor, şeytana arkadaş oluyor ve böylece helâk oluyor.
Allah'ım! Seni bileyim, seni yâd edeyim, her şeyin senden olduğunu bileyim; bana bunu duyur. Şu yarattığın âlemlerin zerresinin idrakinden acizim. Aciz olduğumu bileyim, asarını göreyim.
"Kitaplar ledûni ilim olduğu için hep kapalıdır. Açık olan kısmı zâhiri ilimdir.
Zâhiri, bâtıni ve ledûni ilimler vardır.
Zâhiri ilimden herkes anlar. Manen tekâmül etmiş olanlara da Rabb'im bâtıni ilmi duyurur. Ledûni ilmi ise dilediği kimseye, nadir kimseye duyurur. Ledûn ilmini Cenâb-ı Hakk duyurmadıkça duyulması mümkün değildir."
•
"Arkadaş akarsu gibi, söğüt dalı gibi olmalıdır. Söğüt dalı gayet mütevazıdır, tevâzu eteklerini yerlere kadar indirir. Akarsu da çok mütevazıdır, taştan taşa çarpar yine yoluna devam eder. Arkadaşın hakikisi yolda birçok gücenecek incinecek haller görür, onlara hiç bakmaz yoluna devam eder. Böyle arkadaş az bulunur."
•
Arkadaşınız az olsun, öz olsun. Fazla arkadaş zarar verir.
Çünkü herkesin ayrı ayrı fikri vardır. Çok arkadaşın olur da ayrı ayrı fikirlerini sana empoze etmeye kalkarlarsa hangisini tatbik edeceksin?
Ama onların içerisinden bir tane ihlâslı arkadaş seçersen; aklı az olsa dahi niyeti halis olur sana da yol gösterir. Aklı azdır ama niyeti halis olduğu için sana yol gösterir. Bu sebeple az arkadaş da fayda vardır.
•
"Daha birinci kitapta şöyle bir ibare var:
İyinin iyiliği herkese dokunur en büyüğü kendisine, kötünün kötülüğü çok kişiye dokunur en büyüğü kendisine."