Onlar hevâ ve heveslerine sarıldıkları vakit, üzerlerinde ona karşı bir korku ve çekingenlik meydana gelen bir topluluktur. Allah da onlara nazar eder ve nitekim kendi Zât'ı hakkındaki çaba ve gayretlerini onlara bıraktırır. Onları yüceltir ve kendisine doğru yönelterek, onları kurtuluşa eriştirmek üzere düzeltir; hevâ ve hevesin baskısına karşı onlara kâfi gelir. Onlar da hevâ ve hevesten temizlenmekten yana gayelerine erişirler; arada hevâ ve heves engeli olmaksızın O'nun azâmeti kendilerinde tecellî eder. Onlar şehvetleriyle çekişirler; onları sanki dağılıp paramparça olmuş gibi un ufak eder ve toz gibi öğütürler.
Bu, Azîz ve Celîl olan Allah'ın şu buyruğu ile ilgilidir:
"Ben işimi Allah'a havale ediyorum." (Mü'min: 44)
Yine şöyle buyurmuştur:
"Nihayet Allah onu, onların kurmak istedikleri tuzaktan korudu. Firavun'un kavmini ise o kötü azap kuşatıverdi." (Mü'min: 45)
Kulun Allah'a ulaşma işindeki kurtuluş ânı da tıpkı bunun gibidir; O'nun dışındaki her şeyden kesilir ve O'na ilticâ eder, Allah da onu hevâ ve hevesin kurduğu kötülüklerin tuzağına düşmekten koruyup muhâfaza eder. Kötü azap ise onun şehvânî arzularını kuşatıp ihâta eder.
Bunun anlamı; tâ ki talaş gibi öğütülüp, hevâ ve hevesi darmadağın oluncaya kadar ilâhi tecelli ona yerleştirilir; sonra tevbe edip, Rabb'ine karşı kendisini temizleyip arınması için noksanlık ve eksikliğe itilir ve der ki: "Ben müminlerin ilkiyim!" Dünyada hiçbir kimsenin görmediği bir şekilde onu itminana eriştirir ve onu dağın hâlini gören kimseye (Mûsâ'ya) benzetir.
İşte nefis böylece Rabb'ine karşı itminâna kavuşur. Bundan sonrası; ilâhi tecellinin bereketiyle yeryüzünün sûretlerinden ona isabet edecek olanlardır.
O an yeryüzünde, üzerine yüklenmiş olanın dışında mâmur hiçbir şey kalmaz. Yerler lâfzının dışında hazine kalmaz. İçinden atılanların dışında maden kalmaz. Toprağın dışında yağmur bulutu kalmaz. Pis ve nemli yerin dışında tuz kalmaz. Sakınan ve uzak duranın dışında düşük ve zayıf kalmaz. Düzgünün dışında zamanı sahiplenen kalmaz. Kendisine ilâhi tecelli ilkâ olunan kimse sere-serpe saçılır, darmadağın olup parçalanır ve toz gibi ufalanır. İlâhi tecelli sayesinde hevâ ve hevesin, şehvetlerin durumu böyle kılınır. Kalbin üzerinde altının dışında düşecek herhangi bir şey kalmaz; acz ve zamanelik ancak zevâl bulanlarda kalır.
Onda zuhur eden artık ilâhi hazinelerdir, nem ise bulutların ve tuzun içindekinden ibarettir. O ise dünya muhabbeti ve nefsin sevgisidir. Allah'ın faydalarından ve saraylarından yana mamur olacağı, kendisinde hiç bulunmayan bir şey ona yüklenir. O, kullarına yönelmesi, onları yüceltmesi ve rahmet etmesi sayesinde gaybın gizliliklerini dahi ona keşfettirir. Şu kadar var ki, dünya muhabbeti yine kendisiyle olur; nefsine olan sevgisi de yine kendisiyle bir arada bulunur. İşte bu yüzden onun bulutu hilati, tuzu ise (onun) ipi olur.
Şu hale göre, Allah'ın yaratması, ona kullarının üzerinde rahmet etmesi, onun onlara iyiliği ve lütfu için, bu pis ve nemli olan yer dünya muhabbeti; yarattıkları ve sûretleri içinde, delillerle kendisini gösterip içlerinden kendisini seçtiği Allah'ın gerçek kulu olması nedeniyle de, nefsinin sevgisi kılınmıştır. O, onu yalnız onun nefsine tahsis eder.
O nasıl ki işte bu sebeple, Allah'ın kulları içinde iman edenleri sevmişse; O'nun sebebiyle nefsini sevmesi de böyledir.
Nitekim onu kendi sevgisiyle tavsîf buyurur ve onun nefsinin hıyânetini zevâle erdirir.
Dünyaya karşı emin kılınan odur, nefsine karşı emin kılınan yine odur. Artık altın da onun kalbinden düşmüştür ki, o, şüphedir. Zamanelik ve acziyet dahi ondan giderilmiştir ki, o ise şirk ve gaflettir.
İlâhi tecellinin hâl ve durumu hakkında haber yoluyla bize bildirilenlere gelince; Süfyân bin Vekî'nin bize naklettiği, Abdülvehhâb bin Abdülmecîd el-Kufî'nin Eyyûb'dan, onun Ebî Kılâbe'den, onun ise Numân-ı Beşîr'den rivâyet ettiği bir Hadis'te Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Hiç şüphesiz Allah'ın yeryüzünde kapları vardır. Onlar kullarının kalpleridir.
O, sevdiği kalpleri kendisine terakki ettirmek, temizlemek ve sağlamlaştırmak için kendisine eriştirir."
Terakki "İhvân = Kardeşler" derecesi, temizlik bulanık ahlâkın giderilmesi, sağlamlık ise Allah'ın Zât'ı hususunda sağlamlığa erişmektir.
Nitekim Sâlih bin Muhammed'in bize bildirdiği, Süleyman bin Ömer'in Ebî Hâzım'dan, onun Sehl bin Sad'dan rivâyetine göre, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yine bir Hadis'te bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Dikkat edin! Doğrusu Allah'ın yeryüzünde bir kabı vardır. Bu, 'kalpler' anlamındadır. O'nu sevince, kendisini yükseltmek, arıtmak ve sağlam kılmak için Allah'a ulaştırır."
O'nu ihvâna yükseltir, kendi tasfiyesi ile arıtıp günahlardan temizler ve kendi sağlamlaştırması ile dinde salâbet ve sağlamlığa eriştirir. İşte bunlar, Allah'ın Zât'ı hakkında da sağlamlık ve salâbete erişmeye ehildir.
Nitekim o, Ali bin Ebî Tâlib -radiyallahu anh-ın söylediğine göre;
"Münâfıkların diretmesine ve zoruna rağmen iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirmeye çalışan; kendi vatanlarında Allah'ın on(lar)a gazap ettiğini tasdik edip doğrulayan bir kimsedir."
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-den rivâyet edildiğine göre şöyle buyurmuştur:
"Kula ihsan edilen nimetler içinde sağlam ve güçlü imandan daha üstün bir şey yoktur."
Nitekim "Allah'ın velisi"; O'nun kendi idâresiyle yönettiği ve çekip çevirdiği, kendilerine ikram ve ihsanda bulunarak "Hürriyet erişen kerem sahipleri"nin makamlarına yerleştirdiği, Rabb'lerinin huzurunda kendilerine ikrâm edilen kimselerdendir." (Menâzilü'l-Ubbâd mine'l-İbâde/Menâzilü'l-Kâsıdîn ilâllâh, neşir ve tahkik: Ahmed Abdürrahîm es-Sâyih, Beyrut 1990, s. 96-98)