Muhterem Okuyucularımız;
Türk ordusu "Fırat Kalkanı" harekâtından sonra Suriye'nin İdlib kentinde ikinci bir sınır ötesi operasyona başladı. Diğer taraftan gerek Türkiye'de gerek Kuzey Irak'ta, gerek Suriye'de ordumuzun PKK ile mücadelesi devam ediyor.
Amerika güneyimizde bir "Terör devleti" ve "Terör koridoru" kurmaya, Türkiye'nin de topraklarına kastetmeye, ordusuna zarar vermeye çalışıyor. Açıkça Türkiye'ye kastetme niyeti var. Amerika artık PKK'yı aleni destekliyor. Dikkat ederseniz Rakka'yı DAEŞ militanlarından teslim alan Amerika'nın terör ordusu Öcalan resmi altında kutlama yaptı. Bu terör ordusuna binlerce tır silah, zırhlı araç, füze gönderdiler. Bunları Türkiye'ye karşı hazırlıyorlar.
Bugün görüyorsunuz tarihte olduğu gibi iman-küfür mücadelesi tekrar harp sahasına indi. Küffar bütün piyonlarını üzerimize salıyor. Maskesini çıkarttı, düşmanlığını artık aleni yapıyor. İslâm dünyası ve Türkiye hedefte.
Türkiye de ordusu ile sahaya iniyor.
"Amerika İslâm'a ve İslâm ülkelerine harp ilân etti. Hem haçlı nefreti ile hareket ediyor, hem de petrol ve ganimetlere konmaya çalışıyor. Ancak bu durum sadece bölgeyi değil, bütün dünyayı ateşe sürüklüyor. Büyük bir hızla 3. dünya harbine doğru ilerliyoruz."
Hazret-i Allah ordumuzu muzaffer etsin. Vatanımızı muhafaza etsin. Küffara fırsat vermesin.
İslâm'ı yıkmak için saldıran bu küffara karşı vatan müdafaası yapmak cihaddır.
Bu cihad, büyük bir cihaddır.
Bu saldırılar Türkiye'nin, Türk Milleti'nin azmini ve cihad aşkını kamçılıyor.
Allah-u Teâlâ'nın desteklediğini kimse yıkamaz.
"Müslümanlar birlik olsa dünyaya hakim olurlar. Niçin? Allah-u Teâlâ İslâm'ı destekler." (Ömer Öngüt –kuddise sırruh-)
Küffar bunu bildiği için bir araya gelmememiz için, İslâm ülkelerini birbirine düşürmek için büyük bir gayret sarfediyor, sinsi sinsi fitne tohumlarını ekiyor. Fitne ehlini ve terör zihniyetine sahip kişi ve grupları para ile olsun silah ile olsun büyütmeye çalışıyor.
Bu badirelerin ve harplerin sonunda nihai zafer inananların olacaktır:
"Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 173)
Bu millet ve ordusu Hazret-i Allah'a, Resulullah Aleyhisselâm'a dayanarak dünyayı fethettiler.
Yine bugün de Hazret-i Allah'ın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın rızası, vatan sevgisi, şehadet aşkı ile yürüyecek imana sahiptir.
"Rabb'in vekil olarak yeter." (İsrâ: 65)
Küffar bizi yıkmaya azmetmiş, var gücüyle hücum ediyor, resmen harp açmış bulunuyor. İslâm'ı kaldırmak, bu vatanı yıkmak için çalışıyor.
Binaenaleyh her an hazır ve hazırlıklı olalım. Bu vatanın müdafaası için elimizden geleni yapalım. Milletimizin ve vatanımızın selâmeti için, ordumuzun muzafferiyeti için çalışalım.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri küffarın niyetini, önümüzdeki harp devirlerini haber verip tedbir ve hazırlık yapılmasını nasihat ettikleri gibi; küffarla savaşta Türk ordusuna düşen bu büyük vazifeden dolayı daima manevî olarak desteklerini beyan etmişlerdi.
"O hem Türk milletine, hem de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme; Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî desteği içindir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Saadete Erenler, Felâkete Kayanlar", s. 318)
Bu neşriyat aynı zamanda bu manevî desteğin devam ettiğini göstermek içindir.
•
Bu ay içerisinde idrak edeceğimiz mübarek "Mevlid Kandili"nizi tebrik eder, Cenâb-ı Hakk'tan hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz.
Baki esselâmü aleyküm, ve rahmetullah...
"Bugün Türkiye'nin etrafında ateş çemberi vardır. ABD müttefik göründüğü günlerde dahi dâima düşmanca niyetler ve gayeler taşımıştır. Bilimde ilerlememizi engellemiş, kültürel değerlerimizi yozlaştırmak istemiştir. Bugün de aynı maksatlarla hareket ettiği gibi, vatanımıza kastetmek, milletimize nifak sokmak, ülkeyi parçalamak, hatta İslâm'ı bozarak kendi gayesine uygun bir din ihdas etmek istemektedir.
AB de benzer maksatlarla maddî manevî değerlerimizi elimizden almak istiyor. Zira bunların tarihten gelen Haçlı zihniyeti hiç sönmemiştir. Tepki çekmemek için öz niyetlerini gizlerler. 1000 yıldır İslâm'ın bayraktarlığını yapan Türk milletini sevmezler. Mümkünse soyunu kurutmak ya da Anadolu'dan kovmak isterler. Mümkün değilse cihad ruhunu ve savaşçı hasletini köreltmek için çalışırlar. Zira hâlâ "Türk"ten korkarlar. Korkarlar çünkü bunların zihninde ve siyasetinde harp, katliam önemli bir mevki işgal eder. Bu zihniyetin önünde yüzlerce yıl bir dağ gibi duran, küfür saldırılarını göğsünde parçalayan bu millet bu zihniyetin ve sömürgeci akbabaların önündeki en büyük engeldir."
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in alâmetlerini haber verdiği, Evliyâullah Hazeratı'nın ifşa ettiği kıyamete yakın senelerin, harp yıllarının içindeyiz.
Dünya kaynayıp duruyor.
Türk ordusu "Fırat Kalkanı" harekâtından sonra Suriye'nin İdlib kentinde ikinci bir sınır ötesi operasyona başladı. Diğer taraftan gerek Türkiye'de gerek Kuzey Irak'ta, gerek Suriye'de ordumuzun PKK ile mücadelesi devam ediyor. Amerika PKK'yı Suriye'de bir ordu gibi donattı. Her türlü silahı verdi, vermeye devam ediyor. Binlerce tır terör örgütüne silah taşıyor. PKK'yı piyon olarak kullanıyor. Suriye'yi olduğu gibi Irak'ı da karıştırıyor. Güneyimizde bir "Terör devleti" ve "Terör koridoru" kurmaya, Türkiye'nin de topraklarına kastetmeye, ordusuna zarar vermeye çalışıyor. Açıkça Türkiye'ye kastetme niyeti var.
Irak'ta ve Suriye'de an be an yeni gelişmeler oluyor. Başka herekâtlar olabilir. Şimdi sırada Afrin, Münbiç gibi bölgeler var. Türkiye buraları, Fırat'ın batısını terörden arındırmak istiyor. Irak'la Musul-Kerkük üzerinden direk bağlantı kurmak için yeni bir gümrük kapısı açmak istiyor. Irak ordusu bu hatta ilerliyor, Türkiye sınırda Irak ordusu ile tatbikatlar yapıyor.
Bizim Suriye ve Irak'a müdahalemiz artık bir mecburiyet haline gelmiştir. Bu hususta Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 2006 yılındaki bir beyanlarında şöyle buyurmuşlardı:
"Bütün gayeleri Türkiye'yi parçalamak. Onun için asker orayı vurmak zorunda, ne pahasına olursa olsun. An be an ip geriliyor. Kıbrıs'a vurduğu gibi buraya da vurmak zorunda, Amerika'nın bu zihniyetini parçalamak zorunda. Amma harp açılır? Zaten açılacak."
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Yeminlerini bozan, Peygamber'i sürgüne göndermeye kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer siz inanıyorsanız, bilin ki asıl korkmanız gereken Allah'tır.
Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, sizi onlara karşı galip kılsın ve müminlerin gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe: 13-14)
Dolayısı ile Amerika'nın ordulaştırdığı; eğittiği, donattığı ve her türlü silahı verdiği teröristlerle daha büyük harpler yaşanabilir. Zira Amerika'nın ve yahudinin başını çektiği küffar gürûhunun vatanımızı parçalama niyeti iyice ayyuka çıktı. Bugüne kadar hep piyonlarını sahaya sürdüler, sürmeye devam edecekler. (Mesela diğer taraftan; solcu kimliği ile seçim kazanan Yunan başbakanı asker kıyafeti ile savaş uçağına binip Ege adaları üzerinde uçtu. "Kısa bir süre için sanal da olsa bir it dalaşının tansiyonunu hissettim." diye konuştu. Son zamanlarda Yunan ve Rumlarla İsrail'in yakınlığı dikkat çekiyor. İsrail Kıbrıs ve Girit üzerinden Avrupa'ya doğalgaz hattı çekmek istiyor.)
Amerika artık PKK'yı aleni destekliyor. Dikkat ederseniz Rakka'yı DAEŞ militanlarından teslim alan Amerika'nın terör ordusu Öcalan resmi altında kutlama yaptı. Bu terör ordusuna binlerce tır silah, zırhlı araç, füze gönderdiler. Bunları Türkiye'ye karşı hazırlıyorlar.
Küffar bizi yıkmaya azmetmiş, var gücüyle hücum ediyor, resmen harp açmış bulunuyor. İslâm'ı kaldırmak, bu vatanı yıkmak için çalışıyor.
Binaenaleyh her an hazır ve hazırlıklı olalım. Bu vatanın müdafaası için elimizden geleni yapalım. Milletimizin ve vatanımızın selâmeti için, ordumuzun muzafferiyeti için çalışalım.
Bu Amerikan siyasetinin arkasında ise yahudi var.
"İsrail demek Amerika demek, Amerika demek hıristiyan âlemi demek. Amerika demek yahudi demek, yahudi demek Amerika demek." ("Hatm'ül-Evliyâ Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, s. 633)
Amerika'nın, bu büyük ve yırtıcı devletin ipini ele geçirmişler; onunla bütün dünyayı karıştırmaya, yakıp-yıkmaya çalışıyorlar. Bir benzerini Türkiye'de yapmak istediler, FETÖ'yü kullanarak devletimizi ve ordumuzu ele geçirmeye çalıştılar. Muvaffak olsalardı, Türkiye'yi; kargaşa ve karışıklıklarla uğraşan, toprakları işgal edilmiş, Rusya'yla, İran'la savaşan bir ülkeye dönüştürmek istiyorlardı. Böylece kendileri de seyrine bakacaklardı. Hazret-i Allah bizi muhafaza etti. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin.
Amaçlarına ulaşamadılar ancak küffar bize zarar vermek için elinden geleni yapıyor. Almanya, Belçika ... gibi bazı Avrupa ülkeleriyle "Küfürde ittifak" yapıyor. Rum ve Yunan bu ittifakı harekete geçirmek için el altından çalışıyor, İsrail'le işbirliği yapıyor. Aman uyanık olalım. Yunan'a güvenilmez. Bize karşı ezelî bir kin ve düşmanlıkları vardır. Bize zarar vermek için günagün çalışıyorlar. Teröristlere kucak açıyorlar.
Türkiye de karşılık veriyor.
Bu harp devirleri başlamadan önce küffarın bu niyetini Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle haber vermişlerdi:
"Herkesin gözü İstanbul'da… En birinci düşman Yunan görünüyor. Daha bilmedik ne düşmanlar var. Her kâfirin gözü İstanbul'da. Büyük devletlerin hepsinin gözü İstanbul'da. Merkez yapacaklar. Çünkü İstanbul dünyada seçilmiş bir yer. Denizi var, doğası var, dağı var, tepesi var. Her şey güzel. Fakat şimdiye kadar Cenâb-ı Hakk korudu. Bu düşmanlar gizli, sinsi, gerçek gayelerini saklıyorlar. Müslümanları yavaş yavaş sindirmeye çalışıyorlar. İstemedikleri adamı kaldırıp, istediklerini koymak istiyorlar. Kendisinin hakimiyeti olsun. İstanbul hep tehlikede. Hedef İstanbul olacak ve İslâm olacak. Zaten 'İslâmbul'." (2003)
"Küffar vatanımıza göz dikmiş, içten dıştan parçalamaya yönelmiş, parçalayıp yutmak istiyor." ("Sözler ve Notlar 5", s. 479)
"Küfür ehli İslâm'ı ve müslümanları kabul etmemiş, her zaman İslâm'ın ve müslümanların karşısında olmuş, hep tuzak kurmuş, dost olmamış, bilâkis düşmanlık yapmıştır.
En büyük düşmanlığı yüzyıllar boyu İslâm'ın sancaktarlığını yapan bu necip millete yapmışlardır. Zamanında Osmanlı'yı yıkmak, yutmak için çevirdikleri entrikaların bir benzerini bugün de çevirmek istiyorlar. Dinimizi, vatanımızı paymal etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Zira küffâr İslâm'a ve müslümanlara karşı düşmanlıktan hiçbir zaman vazgeçmez. Vazgeçmemişlerdir, vazgeçmeyeceklerdir.
Çünkü Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Birbirine hasım iki zümre." (Hacc: 19)
Allah-u Teâlâ bize küfür ehlini tanıtıyor.
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217)" ("Hâinlerin İçyüzü", s. 10)
"Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
'Sen onların dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar.' (Bakara: 120)
Müslümanlarla savaşmak hususunda tarih boyunca daima dinsizlerden yana olmuşlardır. İki yüz yıl boyunca haçlı seferleriyle İslâm beldelerine saldıranlar onlardır.
Onlar hiçbir yerde, hiçbir tarihte müslümanlara dost olmamışlardır. Müslümanlarla savaşmakta her zaman için birbirine dost olmuşlardır. İnkâr ve sapıklıkta birleştikleri için, müslümanlara karşı bir el gibidirler." ("Hâinlerin İçyüzü", s. 27)
Allah'ım küffara, onların işbirlikçisi hâinlere fırsat vermesin! Amin.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri küffarın niyetini, önümüzdeki harp devirlerini haber verip tedbir ve hazırlık yapılmasını nasihat ettikleri gibi; küffarla savaşta Türk ordusuna düşen bu büyük vazifeden dolayı daima mânevî olarak desteklerini beyan etmişlerdi.
"O hem Türk milletine, hem de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme; Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî desteği içindir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Saadete Erenler, Felâkete Kayanlar", s. 318)
Bu neşriyat aynı zamanda bu mânevî desteğin devam ettiğini göstermek içindir.
Bugün yaşananlar, atalarımızın tarih boyu yaptığı gibi yine kahraman Türk ordusunun karşısına küffarla savaş gibi büyük bir ilâhî vazife çıkartmıştır. Bu büyük bir bahtiyarlıktır. Hazret-i Allah'a sırf bunun için ne kadar şükredilse azdır. Zira zor ama kutlu birvazife.
"Size karşı savaş açanlara, Allah yolunda siz de savaş açın! Aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.
Onları yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür." (Bakara: 190-191)
Görüyorsunuz küffar seferber halde. Düşmanını dost bilme. Dinini, imanını, vatanını koru! Bunlarla mücâdele et! Bu gerçek iman-küfür mücadelesidir.
Binaenaleyh küffar İslâm dünyasına ve vatanımıza kastetmeye çalışıyor. Bu vatanın İslâm beldesi olmasını hazmedemiyor.
Ey kardeş! Bir müslüman küffara karşı mücadele etmekle yükümlüdür. Buna "Cihad" denilir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!" buyuruyor. (Tahrim: 9)
Bu vatanın selâmeti için kılıç sallamak; Ümmet-i Muhammed'in, İslâm'ın selâmeti için kılıç sallamak demektir. Atalarımızın yaptığı gibi.
Zira bu vatan giderse küffarın ilk göz dikeceği yer "Kâbe"dir.
Dikkat ederseniz bütün müslümanlar, hatta bütün mazlum milletler Türkiye'ye ümit bağlamış bekliyorlar. Ziyarete giden devlet adamlarımızı gözyaşları ile kucaklıyorlar. Arakan'dan Bosna'ya, Somali'den Sancak Yenipazar'a kadar bu böyledir.
"Dünyada esaret altında bulunan bilcümle müslümanların yegâne ümit kaynağı olan İslâm diyârı olan Türkiye değil midir?" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Sözler ve Notlar 5", s. 478)
"Dikkat ederseniz, işgal altındaki müslümanların tek ümidi Türkiye'dir. En çok buraya gönül bağlarlar. Ümitleri ve gönülleri bu vatandadır." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Sözler ve Notlar 5", s. 494)
"Müslümanlar, diğer memleketler bu vatanı gözlüyor, bu vatana ümit bağlamış bekliyorlar." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hatm'ül-Evliyâ", s. 533)
İşte müslümanlar bu vatana, bu devlete, bu millete ümit bağlıyorlar. Bu sebeple bu vatana kastetmeye çalışanlar bilmelidir ki, bunlar küffarın askeridir. İslâm'la hiçbir ilgileri yoktur.
Bugün görüyorsunuz tarihte olduğu gibi iman-küfür mücadelesi tekrar harp sahasına indi. Küffar bütün piyonlarını üzerimize salıyor. Maskesini çıkarttı, düşmanlığını artık aleni yapıyor. İslâm dünyası ve Türkiye hedefte.
Türkiye de ordusu ile sahaya iniyor.
"Amerika İslâm'a ve İslâm ülkelerine harp ilân etti. Hem haçlı nefreti ile hareket ediyor, hem de petrol ve ganimetlere konmaya çalışıyor. Ancak bu durum sadece bölgeyi değil, bütün dünyayı ateşe sürüklüyor. Büyük bir hızla 3. dünya harbine doğru ilerliyoruz." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 318)
Hazret-i Allah ordumuzu muzaffer etsin. Vatanımızı muhafaza etsin. Küffara fırsat vermesin.
"Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i affet! Vatanımızı muhafaza et! Ordumuzu muzaffer et!" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
"Yâ Rabb'i! Halilullah Mekke için duâ etti,
Yâ Rabb'i! Resulullah Medine için duâ etti,
Yâ Rabb'i! Fakir bu devlet için duâ ediyor, bu devlete zevâl verme!" (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
İman ve vatan birbirinden ayrı düşünülemez. Vatan için yapılan cihad iman için yapılan cihad gibidir.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri "Bizim iki gayemiz var; iman ve vatan." buyururlardı. "İmansız vatan,vatansız iman muhafaza edilmez." beyanlarının dergimizin logosuna konulmasını bizzat kendileri emir buyurmuşlardı.
"Dostumuzu düşmanımızı tanıyalım. Hazret-i Allah bize bildiriyor. İman edelim, teslim olalım.
Küfür tek millettir. Onlara fırsat vermeyelim. Nitekim bunların hedefi imanı kaldırmak, vatanımızı yağmalamaktır. Bu küfür ehline ve küfür ehline tâzim edenlere itimat etmeyelim.
Zira imansız vatan, vatansız iman müdafaa edilmez. Biri giderse diğeri de gider." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 13)
Dikkat ederseniz küffar İslâm ülkelerini parçalamakla yetinmiyor, ordularını da dağıtmaya, parçalamaya çalışıyor. Zira vatan ordu ile müdafaa edilir. Bu sebeple zamanı geldiğinde ordumuza maddi-manevî, icap ederse malımızla, icap ederse canımızla destek olmamız lâzım. Çünkü bu ordu Türkiye'yi müdafaa etmekle aynı zamanda bütün İslâm dünyasını müdafaa etmiş oluyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri iman ve vatandan nasibini alamamış bir muhabire şunları söylemişlerdi:
"Daha doğrusu iki gayemiz var bizim. İman ve vatan. Anlatabildik mi? Çünkü ben vatanın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bunun sebebi ben Yugoslavya'da doğdum. O bayrak var ya, siz bayrağın şerefini bilmezsiniz, çünkü bu bayrak altında büyüdünüz. Anladınız mı? Bayrağın şerefini bilmezsiniz. Amma yabancı bir bayrak altında büyüseydiniz o zaman bayrağınızın kıymetini bilirdiniz."
Zira burada bir kuvvet, bir ordu olmamış olsa küffarın çok daha büyük ve çok daha zalim niyetleri olduğunu unutmamak lazım. Tarihte vatanımıza, memleketimize nasıl çullandıkları hepimizin malumudur.
•
"Allah-u Teâlâ İsrâiloğullarının tarihinde yaşanmış bir hadiseyi ibret nümunesi olarak Kur'an-ı kerim'de beyan buyurmaktadır:
"Binlerce oldukları halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara: 'Ölün!' dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı ikram sahibidir. Fakat insanların çoğu şükretmezler." (Bakara: 243)
Ölüm korkusuyla vatanlarını müdafaa etmekten ve Allah-u Teâlâ'nın emrini yerine getirmekten kaçınarak sürü sürü yurtlarını terk eden binlerce kavimlerin, çok geçmeyip mahvoldukları, perişan oldukları ve sonradan Allah-u Teâlâ'nın izniyle yine hayat buldukları hakkında insanlık tarihi örneklerle doludur.
Bu ilâhi buyrukta müslümanlar cihada teşvik edilmekte ve ölümün kaçınılmaz bir şey olduğu, ondan kaçmanın fayda vermeyeceğine göre, mühim olan bu ölümün Allah yolunda olması gerektiği anlatılmaktadır.
Allah-u Teâlâ müminlere onlar gibi olmamalarını, din-i İslâm'ın yüceltilmesi için kâfirlerle cihad yapmalarını emir buyurmaktadır:
"Allah yolunda savaşın ve bilin ki, Allah işitendir, bilendir." (Bakara: 244)
Gerek İsrâiloğulları'nın, gerekse benzeri milletlerin geçmişte uğradıkları zillete uğramamaları için müminlerin her zaman cihada hazır olmaları, bunun için de her türlü fedâkârlıklara katlanmaları gerekiyor." ("Biz Küfrü Hoş Görenlerden Değiliz", s. 228-229)
Allah-u Teâlâ'nın desteklediğini kimse yıkamaz.
"Müslümanlar birlik olsa dünyaya hakim olurlar. Niçin? Allah-u Teâlâ İslâm'ı destekler." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
Küffar bunu bildiği için bir araya gelmememiz için, İslâm ülkelerini birbirine düşürmek için büyük bir gayret sarfediyor, sinsi sinsi fitne tohumlarını ekiyor. Fitne ehlini ve terör zihniyetine sahip kişi ve grupları para ile olsun silah ile olsun büyütmeye çalışıyor. DAEŞ, PKK, FETÖ'de ve diğer bölücülerde olduğu gibi. Bir kâfir hakiki müslümana destek verir mi? Asla. Bunların durumunu buradan da anlayabilirsiniz. Böyle böyle Türkiye, İran, Mısır, Arabistan ... İslâm ülkelerini birbirine düşürmeye çalışıyor, diğer taraftan İslâm'ı dünyaya olumsuz bir nazarla yansıtıyor.
Görüyorsunuz, küffarın işgali altındaki nice İslâm beldesi ne eziyetler çekiyor, ne katliamlar, ne zulümler yaşanıyor. Küffar eline fırsat geçince her türlü alçaklığı yapıyor. Müslümanların imanına ve namusuna kastetmeye çalışıyor. Dün Kıbrıs'ta, Bosna'da yaşananlar, bugün Arakan'da, Irak'ta, Suriye'de yaşanıyor. Küffar artık müslümanları birbirine düşürmekle iş görüyor, görmeye çalışıyor, kendisi de keyfine bakmak istiyor. Bu küffara sırtını dayayanlar büyük bir hainlik yaptıklarını, Hazret-i Allah ve Resul'ü ile hiçbir ilgileri olmadığını bilsinler.
Halbuki müslümanlar birlik olsalar ne Amerika, ne İsrail ne de diğerleri bu coğrafyada bir dakika duramaz.
"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz (sarılırsanız), Allah da sizi muvaffak eder ve ayaklarınızı sâbit kılar.
Kâfirlere gelince, onlar da yüzüstü sürünsünler! Allah yaptıklarını boşa çıkarmıştır." (Muhammed: 7-8)
Binaenaleyh Hazret-i Allah'a sığınalım ve O'na dayanalım. O'nun desteklediğini kim yıkabilir? Atalarımız; Selçuklu olsun, Osmanlı olsun yüzyıllarca birleşik Haçlı ordularıyla savaştılar. Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar Balkanlar'ı Haçlılara mezar yaptı. Allah için, din-i İslâm için, vatan için cihad ettiler. Onları Hazret-i Allah destekledi. Dünya tarihinde görülmemiş muvaffakiyetler elde ettiler.
Oysa Amerika'dan destek bekleyenlerin durumunu görüyorsunuz. Omuzunda Amerikan bayrağı taşıyan Barzani'nin askerleri yanında Amerikan askerini göremeyince bir günde her yeri bırakıp kaçtı.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri müslümanların birlik içinde olmalarının önemini şöyle beyan buyuruyorlar:
""Kâfir olanlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat (kargaşalık) olur." (Enfâl: 73)
Allah-u Teâlâ müminlerin birbirlerinin dostu olduğunu zikrettikten sonra, onlarla kâfirler arasındaki dostluğu da kesmiştir.
Müminler birleşip birbirlerine destek vermezlerse, birbirlerinin dostu olan kâfirler fitne ve fesat çıkarmaktan geri kalmazlar.
İşte Allah-u Teâlâ onlara karşı birliği beraberliği ve onlara karşı mücadeleyi emrediyor. Şayet bu yapılmazsa, fitneye müdahale edilmezse, fitne ve fesat alır başını yürür. Umumun helâkına da vesile olur.
Bunun içindir ki bu Din-i mübin'i ve vatanımızı parçalamak isteyenlere müdahale etmemiz, ifsatlarına set olmamız gerekiyor. Aksi halde Allah-u Teâlâ'nın azabı bize de dokunur.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Öyle bir fitneden sakının ki, aranızdan sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (hepinize sirayet eder). Bilin ki Allah'ın azabı şiddetlidir." (Enfâl: 25)
Allah-u Teâlâ fitne çıkınca herkese isabet edeceğini beyan ediyor. Ya fitneyi bastırmamız lâzım, veya fitneden gelen azaba bizim de uğrayacağımızı unutmamamız lâzım.
Nitekim görülüyor ki Allah-u Teâlâ'nın Âyet-i kerime'leri birleşmemizi emrederken, bu bölünmeler başımıza büyük felâketler getirebilir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 139)
Binaenaleyh Hazret-i Allah'ın desteklediği bir ordunun karşısında PKK'dır, şudur budur Amerika'nın desteklediği bir terör ordusunun hiçbir şansı olamaz.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"(Bedir'de) karşı karşıya gelen bu iki topluluğun durumlarında sizin için mühim bir ibret vardır. Biri Allah yolunda savaşıyor, diğeri küfür içinde bulunuyordu. Onlar öbürlerinin kendilerinin iki katı olduklarını gözleriyle görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Bunda görebilenler için ibret vardır." (Âl-i imran: 13)
Herkes imtihanını veriyor.
Amerika'nın İslâm'a savaş açtığı bu zamanda kim ki Amerika'dan taraf olursa bilsin ki onun dini yoktur. Türkiye'ye düşmanlık yapıp Amerika'nın askeri olanlar, Amerikan askeri ile yanyana olmaktan şeref duyanlar bilsinler ki küffar gürûhunun bir neferidir.
FETÖ'yü görüyorsunuz, nasıl da küfrün askeri oldular. Bugün dünyada Ermeni diasporasının veremediği zararı Türkiye'ye veriyorlar, memkeleti karıştırmaya, Türkiye'de yaşanan gelişmeleri baltalamaya çalışıyorlar.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bunların ve bu gibi din bölücülerinin içyüzünü yazarken "Bunlar iç düşmandır. İç düşman dış düşmanın yapamadığı zararı yapar." diye senelerce ikaz ve irşad etti.
Eserlerinde, bu iç düşmanlara, bu münâfıklara şöyle seslendi:
"Kâfirin küfrü zahirde olduğu için tahribatı sizinkinden daha azdır. Sizinkisi ise maskenin altında olduğu için tahribatınız daha çoktur. Fakat unutma ki; münâfıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar.
"Münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar." (Nisâ: 145)
Âyet-i kerime'si mucibince münâfıkın azabı kâfirin azabından daha büyük ve şiddetlidir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Sözler ve Notlar 5", s. 479)
İşte görüyor muyuz artık? Bu iç düşmanlar nasıl zarar veriyor?
Amerika da bunu bildiği için Türkiye'yi ve İslâm dünyasını iç düşmanla yıkmaya çalışıyor.
FETÖ'sü olsun, PKK'sı olsun, DAEŞ'i olsun bunlar ve bunun gibiler Türkiye'nin ve İslâm dünyasının iç düşmanlarıdır. Amerika'nın veremediği zararı bunlar veriyor. Wikileaks belgelerinde MOSSAD'ın yetmiş İslâm tarikatını besliyoruz itirafı olduğu söyleniyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri "Satın alamayacakları bir yol varsa, burasıdır." derken bunları bilerek konuşuyordu.
"Biiznillah-i Teâlâ satın alamayacakları bir tek kapı varsa o da buradadır. Yani bu kapı satın alınamaz. Bu ne büyük bir lütuf. Allah-u Teâlâ burayı desteklemiş, imanını buraya akıtmış, burası para ile, pulla, dünya ile, madde ile alınacak kapı değil. O'nun rızâsı, O'nun hoşnutluğu her şeyden mühim. Onun için bu yol Hakk'a ait, halka ait değil. Bu sözümün altında çok ince manalar var." ("Vuslat Sohbetleri", s. 417)
Bugün ortaya çıkan grupların hemen hepsi din-i İslâm'ı alet ederek menfaat için, dünya saltanatı için çalışıyor. Bugün din adına menfaatlenen, dinini, imanını peşkeş çeken, yarın küffardan gelen menfaate de hayır demez. Çünkü dinini bir kere sattı. Dinini satan vatanını da satar. Bu yüzden devlet emanetini üzerinde taşıyanların bunlara fırsat vermemesi gerekir. Çok dikkatli olmaları gerekir.
İşte bu yüzden müslümanlar bugün kabahatlerinin cezasını çekiyor. İlâhî hükümleri arkaya atmanın, parçalanıp ayrılmanın cezasını çekiyor. Hazret-i Allah şeytana ve taraftarlarına fırsat ve ruhsat vermiş, imanları söndürmeye, müslümanların canlarına kastetmeye, yeryüzüne küfrü yaymaya çalışıyorlar.
Bir gün müslümanların cezası bitecek. Sıra küffara gelecek. Herkes yaptığının cezasını çekecek.
Diğer taraftan hikmet tahtında düşünürseniz; Küffarın karıştırmaya çalıştığını, Allah-u Teâlâ'nın ayırdığını görürsünüz. Şöyle ki;
Küffar seneler senesi iman ile küfrü karıştırmaya çalıştı. Türkiye, Mısır, Pakistan gibi İslâm dünyasının önde gelen ülkelerinde FETÖ gibi örgütleri kullanarak müslümanlara küfrü hoş göstermeye çalıştı. Hem İslâm'ı aslından çıkartmak, hem de bütün dünyayı bu şekilde kontrol etmek istedi.
Şeytanın ve küffarın en büyük gayesi iman ve küfrü karıştırmak, cihad ruhunu, iman ve vatan duygusunu yok etmekti. Böylece silahla yıkamadıkları bu vatanı yıkmak, bu sayede İslâm dünyasını yok etmek istiyordu. Bu gayesini gerçekleştirmek için en büyük silah olarak içimizdeki münafıkları kullandı. Bu münafıklar dış düşmanın yapamadığı tahribatı içerden yaptılar, büyük bir hainlik icra ettiler.
Ancak görüyorsunuz bir anda rüzgâr tersine döndü, küffarın içi dışına çıktı. Hâtem-i veli'nin kalemle cihadı, neşriyatı ile bu millet bunların iç yüzünü gördü.
Tanzimattan beri devam eden Batı hayranlığı, 60-70 yıldır devam eden Amerikan nüfuzu yerle bir oluyor. Elhamdülillahi Rabb'il Alemin. Küffar bize kötülük yaptığını zannediyor ancak ilâhi takdir yürüyor.
Atalarımız nasıl ki tarih boyu bu Haçlı gürûhu ile, bu soysuz sürüleri ile Allah için, din için, vatan için, namus için yüzyıllar boyu harbetmişse, bugün de bize düşen budur. Bugün tarih bizim önümüze yine o kutlu vazifeyi çıkartmıştır.
Hazret-i Allah bin yıldır bu millete İslâm'ın sancaktarlığını ve müslümanların müdafiliğini nasip etti. Bu uğurda milyonlarca şehid verdik. Tarihten gelen bu mirasa sahip çıkmaktan büyük şeref olur mu? Allah yolunda, küffarla cihad uğruna şehadet şerbetini içmekten üstün bir mertebe var mıdır?
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler, Rabb'leri katında rızıklanmaktadırlar." (Âl-i imrân: 169)
"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz." (Bakara: 154)
"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadâkat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını fedâ etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzab: 23)
Ey Necip Millet!
İslâm'ı yıkmak için saldıran bu küffara karşı vatan müdafaası yapmak cihaddır.
Bu cihad, büyük bir cihaddır.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri her vesile ile bu cihad ruhunu, bu azmi, bu vatan aşkını talim ve nasihat etmişlerdi. Bugünkü hadisatı haber vermişlerdi. Bizlere müjdeli tebşiratlarda bulunmuşlardı:
"Umuyorum ki Rabb'im yardım edecek, zafer verecek. Allah-u alem Cenâb-ı Hakk bu harbi bize verecek, bahşedecek, ihsan edecek inşaallah. Lâkin şüphesiz ki zayiat vereceğiz. Yani bunu böyle bilin."
Bu saldırılar Türkiye'nin, Türk Milleti'nin azmini ve cihad aşkını kamçılıyor.
Bu badirelerin ve harplerin sonunda nihai zafer inananların olacaktır:
"Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 173)
"Allah: "Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!" diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, yegâne galiptir." (Mücâdele: 21)
"De ki: "Allah bizim için ne yazmış, ne takdir etmiş ise, ancak bize o ulaşır. O bizim sahibimizdir. Müminler yalnız Allah'a güvenip bağlansınlar.'" (Tevbe: 51)
Bu millet ve ordusu Hazret-i Allah'a, Resulullah Aleyhisselâm'a dayanarak dünyayı fethettiler.
Yine bugün de Hazret-i Allah'ın ve Resulullah Aleyhisselâm'ın rızası, vatan sevgisi, şehadet aşkı ile yürüyecek imana sahiptir.
"Rabb'in vekil olarak yeter." (İsrâ: 65)
"Allah bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur, O'na tevekkül ederim, O büyük arşın sahibidir." (Tevbe: 129)
"Allah kuluna kâfi değil mi?" (Zümer: 36)
"Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter." (Nisâ: 45)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri bize Amerika'nın insanlıktan nasibi olmayan gayesini ve amacını şöyle haber veriyorlar:
"... Bunları bilmeden Amerika'yı tanımak mümkün değildir. Irak'ta, Afganistan'da yaşananları anlamak mümkün değildir.
Nasıl bir ülke ile karşı karşıya olduğumuzu bilelim, bu zalimlerin ve insanlık suçlularının oyunlarına gelmeyelim.
Zira aynı yöntemlerle, Irak'ta, Ebu Garib Cezaevi'nde, Felluce'de, Telafer'de, Afgan dağlarında, Pakistan köylerinde, Guantanamo'da ve daha bilinmeyen birçok gizli işkence merkezlerinde vahşet ve katliam sergilenirken, mazlum insanlar, bütün müslümanlar vahşi, terörist, kafa kesiciler olarak takdim edilmektedir.
Müslümanların ikinci sınıf vatandaş, ya da terörist gibi gösterildiği dünya düzeninde İslâm ve müslümanlara yaşama hakkı vermek istemeyen, topraklarını, madenlerini, petrollerini sömürmek, ülkelerini işgal etmek, İsrail'in arzularını yerine getirmek isteyen Amerika'nın bu tutumu dünyada huzur ve adalet bırakmamış, savaşların ölümlerin katliamların sebebi olmuştur. Ve daha da büyüklerine sebep olacaktır.
Masum insanlar öldürülmekte, toprakları işgal edilmekte, çocuklar katledilmekte, kadınların namusları kirletilmektedir.
İşte bunların demokrasisi bundan ibaret. Yani zulüm. Bunlara göre demokrasi bu.
Yani barbarlık, zulüm, vahşet, kan, ölüm... Mazlum ve masum halklar sömürülecek, o insanların ve nesillerin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri çalınacak. Sadece bunlar gelişecek semirecek, diğerleri geri kalmaya, bunlara tabi olmaya, her dediklerini yapmaya devam edecek. Gerekirse vahşetle, savaşla..." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 321-322)
Dikkat ederseniz küffar bugün de amacına ulaşmak için, kaos, karışıklık, harp çıkartmak için çalışıyor. Dünya hızla büyük bir kaosa ve harbe sürükleniyor. Hususiyetle İslâm dünyasını ve İslâm dünyasının merkezi olarak gördükleri Türkiye'yi hedef alıyor. Bizi birbirimize düşürmeye çalışıyor.
Küffarın amacı sadece Türkiye'yi değil bütün İslâm dünyasını teslim almaktı. Türkiye'yi teslim alsa, İslâm dünyasını teslim alması daha kolay olacaktı. İslâm dünyasını teslim almış olsa bütün dünyayı daha kolay teslim alacaktı. Bunu insaflı gayr-i müslimler bile itiraf ediyor. Eski İspanya Başbakanı Jose Luis Zapatero TRT'nin düzenlediği forumda " Dünyanın geri kalanının geleceği Türkiye'ye bağlı", "Tüm dünya aslında Türkiye'nin geleceği ile bağlantılı" diye konuştu.
"Nitekim hususiyetle şu günlerde bütün dünya ibresini Türkiye'ye göre ayarlamaktadır. Zira Türkiye Amerika'nın yanında hareket ettiği zaman Amerika'ya diş bileyecek kuvveti kendilerinde görmüyorlar. Türkiye Amerikan boyunduruğundan kurtulabilmiş olsa, akıllı bir siyasetle Amerika'dan rahatsız olan birçok ülkenin maddî, manevî desteğini göreceği kesindir." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 331)
ABD bütün dünyaya dişini gösteriyor. Rusya, Çin, Kuzey Kore, İran, Venezuela gibi ülkelere karşı ordusunu, silahını, gemisini gösteriyor. Güney Çin Denizi'ne, Kuzey Kore'ye donanmasını gönderiyor, Doğu Avrupa'ya, Rusya sınırlarına mütemadiyen asker yığıyor. İran'ın doğusu ve batısı Amerikan üsleri ve askerleri ile kuşatılmış durumda. İran nükleer silah yapmasın diye dünyayı ayağa kaldırıyor ama kendisi nükleer silahlarını kullanmaktan çekinmeyeceğini söylemekte bir sakınca görmüyor. Venezuela'da yönetimi değiştirmek istediğini, gerekirse güç kullanabileceğini söylüyor. Pakistan'a baskı yapıyor.
İngiltere, Fransa, İspanya gibi ülkelerle didişiyor. Bütün dünya benim, önümden çekil diyor.
Ortadoğu'yu birbirine kırdırmaya, karıştırmaya çalışıyor. Suud-i Arabistan, Bahreyn, Mısır'ı Katar'ın üzerine salmak istiyor. Bu ülkeleri tehdit ederek haraç kesiyor.
Son günlerde İran'ı açıkça tehdit ediyor. İran hedefte. Mısır ve Arabistan'ı da işgal etmek istiyor.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri vakt-i zamanında "Amerika gözünü dört devlete dikti. Irak, İran, Mısır, Arabistan" buyurmuşlar, bu tehlikeleri haber vermişlerdi. Irak'ı işgal etti, sırada İran var. Mısır ve Arabistan da hedefte.
"Gayesi İslâm ülkelerine yavaş yavaş yayılmak. İran'a, Suriye'ye, Mısır'a, Suudi Arabistan'a, buraları halkaya almak." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 324)
Bunlar Hazret-i Mehdî'nin zuhurundan önce haber verilen olaylardandır.
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Çok acıklı durumlar ve elim manzaralar görülür. Fitneler arka arkaya devam eder. Doğudan bir İlç (acem diyarındaki kâfirlerden kuvvetli birisi) çıkar ve Beni Abbas'ın mülkünü yok ederek geçtiği her şehri feth eder. Karşısında hiçbir bayrak barınamaz. Geçtiği her beldeyi yakıp yıkar, istediği her şeyi elde eder. Allah ondan ve ona tâbi olanlardan merhameti kaldırmıştır. Kendisine isyan edeni zulme uğratır. Bunlar ağlayana merhamet etmez, şikâyetçi olanlara da cevap vermez. Ana, baba, kız, erkek herkesi öldürür ve Acem, Irak beldelerini feth ederek ümmete acıklı azap tattırırlar. Bunların arasında fitne, şiddet, helâk ve kaçmalar olur. Ne zaman bitti denilir, yine de devam eder gider. Bu olaylar o denli şiddetlenir ki içine girmedikleri bir ev ve zararı dokunmadık bir müslüman kalmaz. Çok keskin kılıçların ve şiddetli ihtilâflarla umumi belâların gelmesi, bu olayların özelliklerindendir. (O zaman) Çürümüş kemiklere bile gıpta edilir." (İmam-ı Suyûtî) (Bkz. "Kıyamet ve Alâmetleri", Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Hakikat Yayıncılık, s. 362)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri Amerika'nın İran'ı işgal edeceğini ve çok zulmedeceğini haber vermişlerdi.
Amerika ve yahudi yıllardır Türkiye ile İran'ı harbettirmeye çalışıyor. Nasıl ki İran ve Irak'ı birbirine kırdırdılar, sekiz sene boyunca, oturup seyrine baktılar.
Çünkü müslüman bir kuvvet, bir devlet, bir ordu görmek istemiyorlar. Bunun için birbirlerine kırdırmaya çalışıyorlar.
"Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Dâvâları bir olan iki büyük fırka çarpışarak aralarında büyük bir harp olmadıkça kıyamet kopmaz." (Müslim: 157)
İran'la Irak çarpıştı işte. İkisinin de dâvâsı yahudiye hücum gibi görünüyordu. Fakat Amerika bunu hissedince bir oyunla onları birbirine vurdurdu, yahudi de keyiflice baktı.
Bu oyunu Amerika yaptı, yahudi yaptı. Kendisi kuvvet buldu, müslümanları zayıf düşürdü. Gerek Amerika'dan gerek yahudilerden çok büyük paralarla silah aldılar. Küffar onları birbirine tutuşturmakla hem silah verip paralarını aldı, hem de çok müslüman kanı döküldü. Memleketler harap oldu, birbirlerinin varlıklarını, evlerini barklarını yok ettiler. Hazineleri boşaldı. Neticede ellerine hiçbir şey geçmedi.
Hüseyin Amerika'nın oyununa geldi. Sonra Amerika onun başına neler getirdi.
Bu arada Suudi Arabistan da İran'a karşı Irak'a yardım edeyim derken hazinesinin büyük bir kısmını oraya boşalttı, o da çok büyük sarsıntı geçirdi." ("Kıyamet ve Alâmetleri", Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, Hakikat Yayıncılık, s. 75-76)
Küffar 1990'lardan beri aynısını Türkiye ile İran arasında yapmak istedi. Şii-Sünni savaşı çıkarmaya çalıştı. DAEŞ'le beraber Irak ve Suriye'de bu savaşın nüvelerini attılar ancak Türkiye ile İran'ı yine harbettiremediler. Beceremeyince Araplarla İran'ı birbirine düşürmeye çalıştılar. Onu da beceremediler. Nihayet Amerika İran'a ordusu ile saldıracak. Bunlarda sahtekârlık bitmez. 11 Eylül 2001'den sonra yalan ve dolanla nasıl Irak'ı işgal ettilerse, bir yerde bir terör yaptırırlar, yalan, dolanla İran'ı da işgal ederler.
Buradan büyük bir ateş çıkabilir.
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri 2004 yılında İran ve İsrail'in karşılıklı olarak birbirlerini tehdit ettiklerinden mevzu açıldığında şu cevabı vermişlerdi:
"Patlayıncaya kadar. Patlayacak yakında. İkisinin de kuvvetli silahı var. İkisi de birbirinden korkuyor. Ve oradan patlayacak silah. Ateş bir çıktı mı, yavaş yavaş bütün dünyaya saracak. Evvel atan kazanıyor." (25 Eylül 2004)
(Ömer Öngüt, "Hâinlerin İçyüzü", Nisan 2006)
Türkiye büyük bir devlettir, güçlü bir devlettir. Zengin yerüstü ve yeraltı kaynaklarıyla, eşsiz coğrafyasıyla, şanlı tarihiyle, necip milletiyle, muzaffer ordusuyla büyük imkânları olan bir ülkedir. Bu sebeple dünyanın, dost-düşman herkesin gözü Türkiye'dedir. Fikirleri ve savaşları bugün harp okullarında ders olarak okutulan Napolyon "İstanbul'u alan dünyaya hakim olur." demiştir.
Bugün Türkiye'nin etrafında ateş çemberi vardır. ABD müttefik göründüğü günlerde dahi dâima düşmanca niyetler ve gayeler taşımıştır. Bilimde ilerlememizi engellemiş, kültürel değerlerimizi yozlaştırmak istemiştir. Bugün de aynı maksatlarla hareket ettiği gibi, vatanımıza kastetmek, milletimize nifak sokmak, ülkeyi parçalamak, hatta İslâm'ı bozarak kendi gayesine uygun bir din ihdas etmek istemektedir. AB de benzer maksatlarla maddî manevî değerlerimizi elimizden almak istiyor. Zira bunların tarihten gelen Haçlı zihniyeti hiç sönmemiştir. Tepki çekmemek için öz niyetlerini gizlerler. 1000 yıldır İslâm'ın bayraktarlığını yapan Türk milletini sevmezler. Mümkünse soyunu kurutmak ya da Anadolu'dan kovmak isterler. Mümkün değilse cihad ruhunu ve savaşçı hasletini köreltmek için çalışırlar. Zira hâlâ "Türk"ten korkarlar. Korkarlar çünkü bunların zihninde ve siyasetinde harp, katliam önemli bir mevki işgal eder. Bu zihniyetin önünde yüzlerce yıl bir dağ gibi duran, küfür saldırılarını göğsünde parçalayan bu millet bu zihniyetin ve sömürgeci akbabaların önündeki en büyük engeldir.
Bu sebeple bu milletin din ve vatan duygularını yok etmek, halkımızı dinden uzaklaştırmak ve birbirine düşürmek istiyorlar.
Hoşgörücülerin yüzyıllardır iman ve İslâm yolunda yapılan cihadları karalamaya çalışmaları, boşyere yapılmış kavgalar olarak göstermeleri ve bundan sonra artık sadece "Hoşgörü cihadı" yapılmasını tavsiye etmeleri işte bu yüzdendir. (Bkz. Hakikat Dergisi, Mart-2006 sayısı) Küffârın gayesine hizmet etmek içindir. Zira küffâr ülkeleri, cihad eden bir Türk ve Türkiye görmek istemiyor.
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 596-597)
Dikkat ederseniz küffar Türkiye'den çekiniyor. Elhamdülillah. Atalarımızdan kalan şan ve şeref dolu tarihimiz küffarı korkutmaya yetiyor. 15 Temmuz'da bu milletin, erkek-kadın, çoluk-çocuk, genç yaşlı hepsinin vatanı için gözünü kırpmadan canını verebileceğini görmeleri gözlerini iyice korkuttu. Elhamdülillah. Bu milletin üzerindeki ilâhî yardım ve destek hâlâ devam ediyor. Hazret-i Allah bu nimetini ziyadeleştirsin, elimizden almasın. Amin.
Bu mânevî destek ile oluyor. Bu necip milletin üzerinde Resulullah Aleyhisselâm'ın yardım ve tasarrufu, Evliyâullah Hazerâtı'nın himmet ve duâları var. Allah ve Resul'üne dayanırsak hiçbir güç karşımızda duramaz. Çünkü Allah-u Teâlâ'nın vaad-i süphanî'sivar:
"Allah sana kimsenin güç yetiremeyeceği bir şekilde şanlı bir zaferle yardım eder." (Fetih: 3)
Allah-u Teâlâ Bedir Savaşı'nda müslümanlara gönderdiği yardımı haber veren Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım." (Enfâl: 12)
Bir savaş esnasında asker için korkudan daha beter hiçbir şey yoktur. Korku olduğunda, silâhın da, herhangi bir imkânın da pek faydası olmaz. Allah-u Teâlâ'nın kullarına yardımcı olması hususunda, bu silâhtan daha güçlü bir silâh yoktur. Çünkü O bunu düşmanlarının kalbine yerleştirir.
Dikkat ederseniz düşmanlarımız bizden, ordumuzdan, güvenlik güçlerimizden çekiniyor, korkuyor. Karşımıza çıkmak için cesaret hapı kullanıyorlar.
Bu bakımdan Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Bir aylık mesafeye kadar (düşmanlarımın kalbine) korku salmakla yardım olundum." buyurmuşlardır. (Buhârî)
İşte bu Hazret-i Allah'ın en büyük yardımıdır. Atalarımızdan miras kalan küffarla cihad azmi bizde oldukça bu ilâhî yardım da bizimle olacaktır.
Allah-u Teâlâ bu ilâhî yardımı gönderdiğini beyan ettikten sonra şöyle emir buyuruyor:
"Artık siz de vurun boyunlarının üstüne!" (Enfâl: 12)
Bu şanlı milletin şanlı ordusu!
Vur küffara!
"Düşsün çelengi Rûm'un, eğilsün ser-i Firenk / Vur Türk'ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar / Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına
Yâ Settâr, yâ Cebbâr, yâ Gaffâr. / Yâ Allah." (Yahya Kemal Beyatlı)
(Rum'un -Batı'nın- başındaki çelenk düşsün. Kâfirin başı eğilsin. / Türk'ü gönderen ilâhî el aşkına vur.
Son gücünle vur ki açılsın bu surlar / Şafak hücumundaki tekbir aşkına -vur-
Ya Settâr, ya Cebbâr, ya Gaffâr. / Yâ Allah.)
Bugün küffarın piyonlarını vuruyoruz, birgün sıra onlara da gelecek.
Allah-u Teâlâ atalarımıza büyük bir şan ve şeref bahşetmiş, yıllarca haçlı ordularına dünyayı dar etmişlerdi.
"Ceddin deden, neslin baban / Hep kahraman Türk milleti / Orduların, pekçok zaman / Vermiştiler dünyaya şan.
Türk milleti, Türk milleti / Aşk ile sev milliyeti / Kahret vatan düşmanını / Çeksin o mel'un zilleti."
Bu milletin milyonlarca neferi bu cihad yolunda şehadet şerbetini içti. Bugün milletçe çok kabahatimiz var. Ancak elhamdülillahi Rabb'il-âlemin, Hazret-i Allah bize atalarımıza bahşettiği nimeti tekrar bahşediyor. Bu necip milletin geride kalan necip evlâtları bu cihada devam ediyor.
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, sizi onlara karşı galip kılsın ve müminlerin gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe: 14)
Bir de bazıları var ki; "Küffarla niye mücadele ediyoruz." diyor, "necis küfrün, murdar küffarın yakınlığını kaybediyoruz" diye karalar bağlıyor.
Herkes aradığını bulacak. İman ve vatan için canını verenler en büyük bir mükâfata nail olacak. Küffara yakın olmak isteyenler de nihayet o yakınlığa kavuşacaklar. Cehennemde bir ve beraber olacaklar.
Küffar bizden çekindiği için ne kadar zarar verirsem kârdır diye düşünüyor. Türkiye'yi parçalayamasa dahi meşgul etmeye, oyalamaya, terörle, fitne ile ayağını dolamaya çalışıyor. Bu gibi kararsızları, küffarın yakınlığını arzu edenleri kullanıyor.
"Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber'e muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü o yolda bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası!" (Nisâ: 115)
"Kendisine Rabb'inin Âyetleri hatırlatıldıktan sonra, onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir?" (Secde: 22)
"Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedî kalırlar." (Bakara: 217)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuşlardı:
"Küfrü hoş gören sahte kahramanlar kaleyi içten yıkmaya çalışıyorlar. Kâfir de dıştan yıkmaya çalışıyor. Kâfir bizi oyalamaya çalışıyor. Bu küfrü hoş görmeler, kâfirle dostluklar, ortaklıklar kurma sevdaları yüzünden bu oyalamaya alet olunuyor. Böylece kâfir plânını yürütmeye çalışıyor.
Duâmız "Yâ Rabb'i! Vatanımızı muhafaza et, ordumuzu muzaffer et!" diyedir.
İş harbe doğru gidiyor. Bu mülkün sahibi nasıl tecelli edecek?
"Ey Rabb'imiz! Üzerimize sabır yağdır! Ayaklarımıza sebat ver! O kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et!" (Bakara: 250)
Umuyorum ki Rabb'im yardım edecek, zafer verecek. Allah-u alem Cenâb-ı Hakk bu harbi bize verecek, bahşedecek, ihsan edecek inşaallah. Lâkin şüphesiz ki zayiat vereceğiz. Yani bunu böyle bilin.
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, sizi onlara karşı galip kılsın ve müminlerin gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe: 14)
Allah-u Teâlâ'nın müslümandan beklediği icraat budur. Küffarla cihaddır.
Oysa bunlara kalsa memleket gitmiş umurlarında değil. Kâfir zaten bölmeye, yok etmeye çalışıyor.
Onun için basit değil, büyük bir harp olabilir.
"Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter." (Nisâ: 45)
Bize Allah-u Teâlâ'nın dostluğu, yardımı yeter; küffarın, Amerika'nın dostluğu, yardımı onların olsun.
"Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakın sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten aslâ geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür." (Âl-i imran: 118)
Allah-u Teâlâ'nın yardım ettiği bir topluluğu mağlup edecek hiç kimse yoktur:
"Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenip mağlup edecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? Müminler yalnız Allah'a güvensinler." (Âl-i imran: 160)"
(Hakikat Aylık İslâm Dergisi, Mart 2007, 162. sayı)
•
"Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri o zaman İslâm'a ruhsat vermiş. Ve bakıyorum ki, hep Hazret-i Allah'ın sevgililerini yanlarına almışlar. Hazret-i Allah'a onların vasıtasıyla yalvarmışlar ve kazanılmayacak zaferleri kazanmışlar. Yani bu zaferin ilâhi bir lütuf olduğu belli. Birincisi ruhsatı onlara veriyor. Dilediğine veriyor, dilediğinden alıyor.
O zaman yâ Rabb'i Senin lütfun, ihsanın, ikramın vardı, bugün de olsun. Çünkü bugün İslâm âlemi dağınık. Bunun da müsebbibi dinden ayrılmalar oldu. Fakat O nasıl murat ederse öyle olur.
O zaman İslâm'a hüküm vermiş, şimdi küffara hüküm veriyor. Fakat O'nun iradesi, gücü dilediğindedir. Onun için "Allah'ım! Bizi mahrum etme. Bize yardım et, bizi muzaffer et!"
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"De ki: "Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın.
Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin." (Âl-i imrân: 26)
O gün hep İslâm'a vermiş. Çünkü o gün O'na yalvaran, O'na sığınan İslâm ümmeti vardı. Samimi bir İslâm.
Cenâb-ı Hakk Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in yolunda gidenlerden sonra onlara lütfunu verdiği için o yolda devam ettiler, muzafferiyet de devam etti. Bugün de ümidimizi kesmeyeceğiz. Çünkü Resulullah Aleyhisselâm'ı iki defa Türk kıyafetinde gördüm. Bu bana yeter." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-)
(Ömer Öngüt, "Hâinlerin İçyüzü", Nisan 2006)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde Resulullah Aleyhisselâm'a ancak Zât-ı akdes'inden korkmayı, kâfirlere ve münafıklara itaat etmemeyi emretmiştir:
"Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münâfıklara itaat etme!" (Ahzâb: 1)
Nitekim Âyet-i kerime'sinde Hazret-i Allah kendisine tevekkülü emretmektedir:
"Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. Onların eziyetlerine aldırma!" (Ahzâb: 48)
Bütün işlerinde O'na güven, O'na yönel. O'nun koruduğuna başkası zarar veremez, O'nun vereceği zarardan da başkası koruyamaz.
"Rabb'in vekil olarak yeter." (İsrâ: 65)
Âyet-i kerime'de haber verildiği üzere Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Rabb'ine şöyle sığınmıştı:
"Allah bana yeter, O'ndan başka ilâh yoktur, O'na tevekkül ederim, O büyük arşın sahibidir." (Tevbe: 129)
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Onların eziyetlerine aldırma!" (Ahzâb: 48)
Rabb'inden başkasından korkma, O seni yalnız bırakmayacak, eziyetlerini bertaraf edecektir.
"Seni O'ndan başkaları ile korkutuyorlar." (Zümer: 36)
Ve diyorlar ki: "Sen bizim ilâhlarımıza sövüyorsun, oysa onlar seni delirtebilirler veya öldürebilirler."
"Allah kuluna kâfi değil mi?" (Zümer: 36)
O dilediği kulunu, hususiyetle sevgili Peygamber'ini daima himaye eder, her türlü düşmanlıklardan korur.
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN İÇYÜZÜ", Nisan 2006, s. 350-352)
Bu vaad-i sübhânî ümmetine de şamildir:
"Allah düşmanlarınızı sizden çok daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak da Allah size yeter, hakiki bir yardımcı olarak da Allah size yeter." (Nisâ: 45)
•
Allah-u Teâlâ Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i göz alıcı mucizelerle, kesin delillerle desteklemiş, halkettiği yüce sebepler ve azim hikmetlerle onu korumuştur.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Resul'üm! Şüphesiz ki sen bizim hıfz-u himâyemizde, gözetimimiz altındasın." (Tûr: 48)
Allah-u Zül-celâl vel-kemâl Hazretleri her zaman onun üzerine titrediğini, onu daima koruyup gözettiğini ve takip ettiğini ifade buyuruyor. O'nun bütün sevgilileri böyledir. O ise sevgililer sevgilisidir.
Bir kimsenin bir malı ne kadar kıymetli olursa, onu o derece muhafaza etmeye çalıştığı gibi; Allah-u Teâlâ'nın yarattığı mahlûkatın içinde en kıymetlisi o olduğu için, onu bizzat hıfz-u himayesinde ve tasarruf-u ilâhîyesinde bulunduruyor.
"Allah seni insanlardan korur." (Mâide: 67)
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde Resul'ünün insanlara Hakk'ı tebliğ etmesine mukabil, onu anlayamadıklarını ve kendisine düşman kesildiklerini, fakat onu bizzat koruduğunu ferman buyuruyor.
"Ey Peygamber! Allah sana da sana tâbi olan müminlere de yeter." (Enfâl: 64)
Allah-u Teâlâ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin yüzüsuyu hürmetine, ona tâbi olanları, hem dünyanın tuzaklarından, hem cinlerden, hem de ahirette gelecek tehlikelerden, Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ini koruduğu gibi koruyacağını haber veriyor.
Yani ona tâbi olanları da Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inden ayırmıyor.
•
Allah-u Teâlâ Peygamber'ini yüceltmek, ona yapılan yardımın büyüklüğünü göstermek için Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Hiç şüphesiz ki Allah bizzat Peygamber'in dostu ve yardımcısıdır. Cebrâil de, müminlerin sâlih olanları da. Bunların arkasından bütün melekler de ona yardımcıdır." (Tahrim: 4)
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'ı bizzat kendisi koruduğu gibi, Cebrâil Aleyhisselâm ve mukarreb meleklerle koruyacağını, sâlih kullarının da canı ve malı ile yardımcı olacağını bize duyuruyor.
"Bütün melekler" ibaresinden, her meleğin ondan haberdar olduğu ve onun hakkında emir beklediği ifadesi çıkıyor.
Siz bu Âyet-i kerime'yi inkâr mı ediyorsunuz, iman mı ediyorsunuz? Eğer iman ediyorsanız Allah-u Teâlâ'nın dostuna uymanız gerekir, düşman olmak değil. İman etmiyorsanız küfürde olduğunuzu bilin.
"Onu sizin görmediğiniz askerlerle destekledi." (Tevbe: 40)
Allah-u Teâlâ onu hıfz-u himayesine almış, çepeçevre kuşatmıştır. Cebrâil ve diğer melekleri insanların görmediğini fakat mevcut olduğunu, Resul'ünü onlarla desteklediğini beyan ediyor. Nasıl bir askerle muhafaza ettiğini yalnız O bilir.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz ki Allah iman edenleri müdafaa eder. Allah, hâin ve nankör hiç kimseyi sevmez." (Hacc: 38)
Zafer Allah'ın, Resul'ünün ve inananlarındır.
Bu imanda, bu azimde, bu sabırda, bu kararlılıkta, bu ihlâsta olursak, hiçbir kâfirin hilesi ve düşmanlığı bize zarar veremez.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Resul'üm! Biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik." (Fetih: 1)
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm'a açık fetih ihsan etmiştir. O'nun verdiği haberler kesin olarak gerçekleşme hususunda,"Meydana gelmiş hadise" gibi sayılacağından, fetihlerin mutlaka gerçekleşeceğini önceden vâdetmiştir. Bu vaad Resulullah Aleyhisselâm'a ve müminlere büyük bir müjdedir.
Ve bu fetihler kıyamete kadar devam edecektir. Bu Âyet-i kerime'de fethin yüceliğini gösteren bir işaret vardır. Ayrıca ileride meydana gelecek birçok fetihler zincirinin başlangıcıdır.
Bu fetihler Resulullah Aleyhisselâm'a Allah-u Teâlâ'nın lütfudur, ihsanıdır, ümmet-i Muhammed'e de ikramıdır.
"Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar ve seni dosdoğru bir yola eriştirir." (Fetih: 2)
Bu ilâhî hitabı yalnız ve yalnız ona bahşetmiştir, başka hiç kimseye böyle bir hitap olmamıştır. Bu ise onun ne kadar sevildiğini, seçildiğini, fazilet ve meziyetini göstermektedir.
"Sana olan nimetini tamamlar ve seni dosdoğru bir yola eriştirir." (Fetih: 2)
Resulullah Aleyhisselâm her hususta hiç kimsenin ulaşmadığı itaat, iyilik ve doğruluk üzeredir. Dünya ve ahirette mutlak olarak insanların en mükemmeli ve efendisidir.
Geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı gibi, nimetini de tamamlıyor. O nimeti ancak Allah-u Teâlâ bilir. Bu şerefe de kimseyi nâil etmemiştir, yalnız Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine mahsus olan bir lütuftur.
"Ve sana kimsenin güç yetiremeyeceği bir şekilde şanlı bir zaferle yardım eder." (Fetih: 3)
Âyet-i kerime'lerde Allah-u Teâlâ'nın ona yardımı anlatılmaktadır.
Böyle iken birçok kimseler bu hakikatten mahrumdurlar.
"Allah dilediğine yardım eder. O Azîz'dir, çok merhametlidir." (Rûm: 5)
O'nun yardımı sebeplere bağlı değil, sebepler O'nun iradesine bağlıdır. Her şey O'ndan gelmekte ve O'na gitmektedir.
Zafer insanların kendi zâtî güçlerinden doğan bir şey olsaydı, istenildiği zaman elde edilirdi. Aynı şekilde yenilgi de insanların zâtî bir zaaflarından dolayı husule gelen bir şey olsaydı, yine düşmanların istedikleri zamanda elde edilen bir şey olurdu. O kime dilerse ona yardım eder. O Azîz'dir, dostlarını da azîz kılar, güçlendirir, kuvvet ve kudretiyle onları takviye eder.
"Bu Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden aslâ caymaz. Amma insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 6)
Cehâlet ve dalâletlerinden, tefekkürden mahrumiyetlerinden dolayı Allah-u Teâlâ'nın vaadinin kıymetini ve kesinliğini takdir edemezler. O'nun verdiği sağlam sözünün bozulması mümkün değildir.
(Hakikat Aylık İslâm Dergisi, 270. sayı, s. 9-11)
Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-in rivayet ettiği bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelir ki, insanlardan bir topluluk savaşır. Onlara: 'İçinizde Peygamber Aleyhisselâm'ı gören kişi var mıdır?' diye sorulunca: 'Evet vardır!' diye cevap verilir. Nihayet ordu içindeki Sâhâbî'ye hürmeten zafer verilir.
Sonra bir zaman daha gelir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah Aleyhisselâm'ın Ashâb'ını gören kişi var mıdır?' diye sorulur. 'Evet vardır!' diye cevap verilir ve zafer müyesser olur.
Sonra bir zaman daha gelir, yine harp edilir. Onlara da: 'İçinizde Resulullah'ın Ashâb'ını görenleri gören var mı?' diye sorulur. Bu defa da: 'Evet vardır!' denilir. Yine fetih müyesser olur." (Buharî. Tecrid-i sarih. 1223)
İşte bütün sır bu Hadis-i şerif'te gizlidir.
Bu Hadis-i şerif onun en açık mucizelerinden birisidir. Buyurduğu gibi öylece tahakkuk etmiştir ve tecelliyatı devam etmektedir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in bu ifşaatı bugün için de geçerlidir. Bu beyanın izahı şu Hadis-i şerif'tedir:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- Hazretleri'ne öğüt ve nasihatte bulunurken, kurtuluşa erişebilmesi için ona âhir zamanda gelecek olan bu topluluğa uymasını tavsiye etmişler ve şöyle buyurmuşlardı:
"Ey Ebu Hüreyre! Sen, insanlar çekindikleri zaman çekinmeyen, insanlar ateşten emin olmak istediklerinde korku duymayan topluluğun yolu üzerinde bulun!"
Ebu Hüreyre -radiyallâhu anh- dedi ki:
"Yâ Resulellah! Onların vasfını bana anlat ki onları tanıyayım!"
Buyurdu ki:
"Onlar benim ümmetimden, âhir zamanda gelecek bir topluluktur ki; kıyamet gününde, tıpkı peygamberlerin haşrolunduğu gibi haşrolunacaklardır. İnsanlar, durumları gösterilip de onları gördükleri zaman, onların peygamberler olduklarını sanacaklar. Tâ ki ben; 'Ümmetimdir, ümmetimdir!..' deyip de kendilerini tanıtıncaya kadar... Nihayet halk onların peygamber olmadıklarını anlayacak. Şimşek ve rüzgâr misâli geçip gidecekler, nurlarından mahşer ehlinin gözleri kamaşacak!"
Dedim ki; "Yâ Resulellah! O hâlde bana onların yaptıklarına dâir bir misal ver de, ben de onlara katılayım!"
Buyurdu ki:
"Ey Ebu Hüreyre! Bu topluluk, zor ve güç bir yola girerek peygamberlerin derecesine kavuşurlar. Allah kendilerini doyurduktan sonra açlığı, giydirdikten sonra çıplaklığı, içirdikten sonra susuzluğu tercih ederler; Allah'ın katındakine ümitlerini bağlayıp bunları terk ederler. Hesabından korku duyarak helâli dahi bırakırlar. Dünyaya sadece bedenleri ile ilgi gösterirler, onun herhangi bir şeyiyle iştigâl de etmezler.
Onların Rabb'lerine olan itaatleri karşısında, melekler ve peygamberler dahi hayrete düşer. Ne mutlu onlara, ne mutlu onlara! Allah'ın, onlarla benim aramı birleştirmesini ne kadar çok isterdim!"
Sonra Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onlara duyduğu iştiyaktan dolayı ağladı ve daha sonra şöyle buyurdu:
"Allah yer ehline azap etmeyi murad ettiğinde onlara nazar eder de, azâbı derhâl onlardan geri çevirir. Onun için ey Ebu Hüreyre, sen onların yolu üzerinde bulun! Onların yoluna karşı gelen, vereceği hesâbın şiddetinden tir tir titreyecektir!" ("el-Vesâyâ li-İbnü'l-Arâbî"; Hâlet Ef. no.: 198/2 486a yaprağı)
Binaenaleyh Hazret-i Allah'a yönelelim, dinimizin ve vatanımızın kıymetini bilelim. Fitneleri söndürmek için var gücümüzle savaşalım,
Allah-u Teâlâ'nın:
"Fitne kalkıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla mücadele et." emr-i şerifine sıkı sıkıya sarılalım. (Enfal: 39)
Zira Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever." (Sâff: 4)
Buradan anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ gerek iç düşman olan bölücülerle, gerek harp meydanında dış düşmanlarla, kâfirlerle cihad etmek için rızâsında birleşenleri, İ'lây-ı kelimetullah için çalışanları sever, onlardan hoşnut olur.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde de şöyle buyuruyor:
"Müminler içinde öyle erler vardır ki, Allah'a vermiş oldukları ahde sadakat gösterirler. Onlardan kimi bu uğurda canını feda etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzâb: 23)
Allah-u Teâlâ'nın bu has kulları her zaman için mevcuttur. Kimisi canını bu uğurda fedâ ederek ebedi saâdete nâil olmuş; kimisi de ebedî saâdetin şerefine nâil olmak için canını ve malını hiçe saymış, rızâ-i Bâri yolunda gayret sarfetmektedir.
Zira bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Hiç şüphesiz Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah, cennet kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır. Onlara vaad olunan cennet haktır ki, Tevrat'ta da İncil'de de ve Kur'an'da da sabittir. Allah'tan ziyade ahdine vefa gösteren kimdir? O halde yaptığınız bu hayırlı alışverişten dolayı sevinin. İşte bu çok büyük bir saâdettir." (Tevbe: 111)
(Hakikat Dergisi, Ocak 2016, s. 11-12)
Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı "Hatmü'l-Evliyâ" adlı eserinde, kırkların tümünün zuhurundan sonra Hâtemü'l-evliyâ olan zâtın kâim olacağını haber veren Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932), yaşadığı mânevî tecellileri anlattığı "Büdüvv-ü Şe'n" risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan sonra kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir devirde Türk'e gönderileceğini keşfetmişti.
İfşaatının bir noktasında; halkı içinde bulundukları çalkantı ve karışıklıktan kurtaran bir de ordu bulunduğunu müşâhede ederek; "Halkın, mâiyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu." diyor. (Hakîm et-Tirmizî, "Risâle-i Büdüvv-i Şe'n", İsmâil Sâib, nr.: 1571, vr. 216a-217a)
Nitekim o, ileride kaleme alacağı "Hatmü'l-Evliyâ" kitabında, müşâhede ettiği bu "kırk kişi" den ve "onların tümünün zuhûru" ndan sonra "Türk'e geleceği" ni gördüğü bu esrârengiz kimseden şöyle söz edecekti:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in vefâtından sonra, ümmetinden kırk kişi onun yerine kâ'im olur. Yeryüzü onlarla ayakta durur. Onlardan biri ölünce yerine bir başkası geçer. Bunların sayıları tükenip, dünyanın zevâl vakti gelince Allah bir velî gönderir. Bu velîyi seçmiş, kendine yaklaştırmıştır. Evliyâya verdiğini buna vermiş, ona bir de 'Hâtemu'l-velâye' tahsis etmiştir." (Hakîm et-Tirmizî, "Hatmü'l-Evliyâ", s. 247, bas.: Hakikat Yay. İstanbul, 2003)
Dikkat ederseniz Hazret bu beyanlarında halkın, mâiyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini görmüş ve "Türk'ün onlara yoldaşlık ettiğini" haber vermiştir. Bunun mânâsı; Osmanlı Devleti bir zamanlar İslâm'ın bayrağını götürüyordu, hilâfet onlardaydı. Allah-u Teâlâ onları her devirde velîlerle destekledi. Nitekim Şeyhü'l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin Osmanlı Devleti kurulmadan önce "Şeceretü'n-Nu'mâniyye fî Devleti'l-Osmâniyye" adında bir kitap telif etmesi, bu zevât-ı kirâm'ın bu hususta keşf-ü kerâmet sâhibi olduğuna delâlet eder.
Şu kadar var ki, Osmanlı Devleti'nin bu fazîleti, bu izzet ve şevketi sona erdi; âhir zaman geldi, fesad devri başladı ve bu necip millet bozuldu, fesad hâline düştü. Öyle bir fesad ki, artık imân ile küfür birbirine karıştı!..
Böyle bir zamanda, bu necip milletin hâlâ necip olanlarını kurtarmak için, Allah-u Teâlâ bu beldeye Hâtemü'l-velî'yi gönderdi. Bu milleti seviyor, neciplerini ayırıyor ve onları desteklemek için bir lütuf veriyor!
Şeyh Şerâfeddîn ed-Dağıstânî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin talebelerinden Ali Usta'nın anlattığına göre; Hazret Yunan Harbi esnâsında Geyve'de bulunduğu sırada, kendisine harbin sonundan, memleketin ve İslâmiyet'in durumundan endişe ederek: "Hazret! Müslümanların ve memleketin sonu ne olacak?" diye sorduğu zaman ona şöyle buyurmuştu:
"Bir gün Hazret-i Ali -radiyallahu anh-e, kendisiyle birlikte muhârebe edenlerden biri muhârebe esnâsında: 'Böyle bir fitnenin içinde bu işin sonu ne olacak?' diye sormuş. O da: 'Din kıyâmete kadar bâkîdir.' dedikten sonra bir müddet başını önüne eğmiş, öylece kalmış. Hatta etrâfındakiler uyudu zannetmişler. Sonra Hazret-i Ali -radiyallahu anh- başını kaldırıp üç defâ: 'Ni'mel Etrâk, ni'mel Etrâk, ni'mel Etrâk!': 'Türkler ne güzeldir! Türkler ne güzeldir! Türkler ne güzeldir!' dedikten sonra: 'Din Türkler elinde kalacak, Türkler ile yücelecek ve kıyâmete kadar bâkî kalacak!' buyurmuş." ("Menâkıb-ı Şerefiyye")
Daha evvel de arzetmiştik ki; bu vazîfe birinci basamaktır. O hem Türk milletine, hem de Türk ordusuna gönderildi. Bu gönderilme; Türk milletinin ıslâhı, ordunun mânevî desteği içindir. Binaenaleyh bu destek âhirete çekilinceye kadar devam edecek, işin nezâketi daha sonra başlayacak. Nasıl ki her çadırın bir direği olur, çadırı ayakta tutan odur; direk yıkılınca çadır da yıkılır.
Allah-u Teâlâ bu direği çekince bu millet büyük bir perişanlık içine düşecek, bu perişanlık bütün İslâm âlemine sirayet edecek. İslâm âlemi bir müddet büyük bir çalkantı içinde bulunacak. Fitnenin en çok yayıldığı bir anda Allah-u Teâlâ çığır açmak için, bayrağı kaldırmak için Hazret-i Mehdî'yi gönderecek ve ona ruhsat verecek. O kendisine bahşedilen ruhsatla, mânevî destekle murâd edilen noktaya kadar yürüyecek ve vazîfesini îfâ edecek. Sonra onun elindeki irâdeyi de çekecek, Deccal'e salâhiyet vermeyi murâd edince onun kuvvetine karşı çok zayıf düşecek. Bunun sebebi; Hazret-i Mehdî uzağa açılacak, o ise bunu fırsat bilip istilâya başlayacak, ortalık büsbütün karışacak. Hazret-i Mehdi çok zayıf düşünce, onun mâiyyetini kurtarmak ve İslâm'a galebe çaldırmak için, Allah-u Teâlâ üçüncü olarak da Hazret-i İsâ Aleyhisselâm'ı gönderecek, Deccâl'i ve yahudileri o şekilde temizleyecek. İslâm âlemi küffârdan, yahudinin zulmünden kurtarılmış olacak. Fakat bununla kalmayacak; bu sefer de bu hâlâtı gören Çin harekete geçecek, o zamana kadar harplerle boşalan dünyayı istilâ edeyim diyecek.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde bu hususa işaret ederek şöyle buyuruyor:
"Biz o gün Ye'cüc ve Me'cüc'ü bırakmışızdır, birbirlerinin içinde dalgalanırlar." (Kehf: 99)
Dalga dalga insanların üzerine hücum ederler ve ülkeleri istilâ ederler.
Abdullah bin Amr -radiyallâhu anh-den rivâyet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Ye'cüc ve Me'cüc Âdem'in soyundandır. Onlar insanların üzerine gönderildiklerinde, onların hayatını altüst edeceklerdir. Onlardan her biri, kendi soyundan binden fazla kişiyi arkasında bırakmadan ölmeyecektir." (Hâkim, "el-Müstedrek": 4 / 490)
Yâni sayıları bu kadar çok olacak.
Onlar her ne kadar insanların üzerlerine tank gibi yürüseler de; sonunda Allah-u Teâlâ verdiği ruhsatı çekip onları da bir gecede helâk edecek ve böylece dünyayı boşaltmış olacak.
(Hakikat Dergisi, Ocak 2016, s. 12-14)
(Ömer Öngüt, "Hâinlerin İçyüzü", Nisan 2006)
Dünya öyle kaynıyor, öyle kaynıyor ki bir gün patlayacak. Önümüz kötü. Allah-u Teâlâ'nın hükmüne kalmış. İşler Amerika'nın direktifi ile yürüyor. Zaman onların bu gün için. Daha ne kadar sürer Allah bilir. İleride büyük harpler var. Yakın zamanda her şey değişecek.
"Hakk kulundan intikamını yine kul ile alır,
İlm-i ledün bilmeyen onu kul etti sanır."
Karşılıklı kuvvetler ile Cenâb-ı Hakk dengeliyor. Onu ona, onu ona, yok edecek. Böylece dünyayı yok edecek; o onunla, o onunla! Hüküm Allah'ındır. O icraatı Cenâb-ı Hakk yaptırır. Birbirine vurdurur. Yok eder, dünyayı perişan eder.
Nitekim Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'indeki savaş emrinin hikmetini ve insanlığa olan büyük faydasını beyan ederek bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Eğer Allah, insanların bir kısmı ile diğerlerini savmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu." (Bakara: 251)
Zira eğer savaş olmasaydı, yeryüzünde fesat çıkaran şer kuvvetler dünyaya hâkim olurlar, akla hayale gelmeyen zulümler işlerlerdi. Düzen bozulur, yeryüzünde insan nâmına bir şey kalmazdı.
"Fakat Allah bütün âlemler üzerine lütuf ve kerem sahibidir." (Bakara: 251)
Fakat Allah-u Teâlâ âlemler üzerindeki sonsuz lütuf ve keremi ile zaman zaman sâlih kullarına inayet ve nusret ihsan eder, onların vasıtası ile dünyayı fesat ehlinin şerrinden korur, birçok fesatların zuhurunu önler. Beşeriyete Hakk'ı bildirecek, hakikati duyuracak zâtlar yaratır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde: "Allah'ın def'i, Allah'ın savması olmasaydı!" mânâsına gelen: "Ve levlâ def'ullahi" buyurmak suretiyle fesat ehlini defedip savma işini bizzat kendisine nispet etmiştir. Buradan da anlaşılıyor ki, mümin kullarını fesat ehlinin şerrinden ve zulmünden korumayı bizzat üzerine almış bulunmaktadır.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları azaplandırsın, onları rüsvay etsin, size onlara karşı zafer versin, müminlerin gönüllerini ferahlandırsın." (Tevbe: 14)
İşte bu sebepledir ki cihadı farz kılmıştır. Canı ile malı ile düşmana karşı Allah yolunda savaşmak müminlerin vazifesidir. Onlara yardım edip muvaffak olmalarını sağlamayı, düşmanlarını defedip tesirsiz bir hâle getirmeyi üzerine almıştır. Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eder. Kâinattaki akıllara durgunluk veren muhteşem denge ve düzen O'nun adaletinin eseridir. Adaletli olan müminleri sever, mütecâvizleri durdurur ve cezalandırır.
Bütün bunlar O'nun değişmez kanunudur. İnsanlık âlemi için lütuf ve kereminden başka bir şey değildir. Tarihte görülen galibiyet ve mağlubiyetler de bunun açık bir delilidir.
Şüphesiz ki tâ Âdem Aleyhisselâm'dan beri hidayet ile dalâlet, nur ile zulmet, hayır ile şer... yüryüzünde devamlı var olmuş, inananlarla inanmayanlar arasındaki mücadele sürüp gitmiştir. Bu hususta Kur'an-ı kerim'de birçok Âyet-i kerime'ler mevcuttur.
Allah-u Teâlâ cihadı takdir buyurmasa idi, dalâlet ehli sapıklıklarını sürdürürler, kendi zamanlarındaki muhtelif milletler üzerine saldırırlar, yurtlarını istilâ ederler, mâbedlerini harap edip dururlardı.
Allah-u Teâlâ inanan kullarına savaşsız da yardım etmeye kâdirdir. Şu kadar var ki kulları ne derece kendisine itaat edecek diye denemek ister.
Nitekim bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Eğer Allah dileseydi onlardan intikam alırdı, fakat sizi birbirinizle denemek ister." (Muhammed: 4)
Kim Allah'ın dinine sarılıp yardım ederse, Allah da elbette dalâlet ehline karşı onlara yardım eder. Müminler her zaman için ilâhî desteğe mazhardırlar.
Dikkat ederseniz dünya Rusya'dan korkuyordu. Çeçenler'le Afganlılar onu bitirdi. Ummadığı yerde. Bunları ne ile yıkacağını O bilir.
NATO yıkmadı, amma Afganistan'la Çeçenistan yıktı. Hiç ummadığı iki devlet. O öyle murad etmiş.
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 324-326)
(Ömer Öngüt, "Hâinlerin İçyüzü", Nisan 2006)
Afganistan'da, Irak'ta yaşananları görüyorsunuz. Sırf işkence etmek, aşağılamak için insanları hapishanelere atıyorlar, her türlü alçaklığı reva görüyorlar, kadınlara tecavüz ediyorlar. Görgü tanıkları basına yansıyan fotoğraf ve haberlerin buz dağının görünen yüzü olduğunu ifade ediyorlar. Dünya üzerinde Amerika'nın kaç tane işkence hapishanesi olduğu bilinmiyor. Amerikan uçakları bilinmeyen yerlere insanları taşıyorlar. Bu sorgulamalarda İsrailliler'in de olduğuna dair kuvvetli rivayetler var. İsrailliler Irak'ta -özellikle Kuzey Irak'ta- o kadar etkinler ki, bu durum bir kısım Amerikalılar'ı bile rahatsız ediyor.
Bugün Amerika ve İngiltere kendilerinde büyük bir kuvvet olduğunu kabul ediyorlar. Ve fakat asıl kuvvet Hazret-i Allah'tadır. Onlar dünyayı tutuşturmaya çalışıyorlar, amma dünya tutuşursa onlar rahat kalacaklarını mı sanıyorlar? Binaenaleyh, vaktaki bu nötron bombaları olsun, atom bombaları olsun, bu silâhlar patladığı zaman dünya tutuşur. Tek kelime ile şöyle arzedelim: İsrâ sûre-i şerif'inin 58. Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ kıyamet gününden önce istisnâsız bütün beldeleri helâk edeceğini beyan buyuruyor:
"Hiçbir memleket hariç olmamak üzere, biz onu kıyamet gününden önce ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azapla cezalandırırız. Bu, Kitap'ta (Levh-i mahfuz'da) yazılıdır." (İsrâ: 58)
Hüküm Allah-u Teâlâ'nındır. O'nun emri ve izni olduğu zaman dünya mahvolur. Ne zaman? O bilir. O'nun emri ve izni olmadan bir tek yaprak bile düşmez, bir insan düşer mi? Nükleer harbi, atom harbi, nötron harbi...
Ateşi tutuşturmak için sahaya bunlar çıktılar, ondan sonrasını Allah bilir.
Dünyadaki zulüm ve vahşetleri elbette kendilerine dönecektir. Bu dünyada görecekleridir. Ahirette ise Allah-u Teâlâ bu yaptıklarının karşılığını fazlasıyla verecektir:
"O gün suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün!
Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ateş kaplar.
Bu, Allah'ın herkese kendi kazandığının karşılığını vermesi içindir. Doğrusu Allah hesabı çabuk görendir." (İbrahim: 49-51)
Ateş onları elbisenin bedeni sarışı gibi saracak, orada onlara cüsselerine göre üzerlerinde alev alev yanacak elbiseler giydirilecektir.
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 326-327)
(Ömer Öngüt, "Hâinlerin İçyüzü", Nisan 2006)
Amerika Irak harbinde Türkiye'yi harbe sokmak için ne lâzımsa yapıyordu. Onun plânı Türkiye'ye göre idi. Türkiye'den çıkarma yapacak, Türkiye asker yığacak, Türk askeri ile beraber harp yapacak ve bu saha kolaylaşacaktı ona. Yani mânen istilâ edecekti. Amma Allah-u Teâlâ ne murad ettiyse o oluyor. "Hasbünallah ve ni'mel vekil."
Türkiye harbe girmiş olsaydı çok büyük kayıp olurdu. Müslümanların nazarında bugünkü zulümlerin müsebbibi kabul edilirdi.
Amerika, bugün de İran'ı vurmak için hazırlık yapıyor. Ve yine Türkiye'yi kullanmak istiyor.
Şimdi bir temsil arzedelim. Amerika Türkiye'ye diyor ki:
– "Arabacı! Tekerleğini versene!"
– "Ben ne yapayım?"
– "Sen sürt!"
Hep ister ki Türkiye'yi hem bölsün, hem harbe soksun. "Sen sürt, ben yaşayayım" diyor. Türkiye kuvvet bulmasın parçalansın. Çünkü Türkiye'yi büyük görüyorlar. Türkiye içinden çökük amma, onlar büyük görüyorlar, parçalayalım diyorlar. 'Yunan yutsun, şu yutsun, bu yutsun, kâfir yutsun!' diyorlar. Allah'ım korusun, Allah'ım korusun, Allah'ım korusun! O koruyor zaten. İç düşman, dış düşman!
Kâfirden müslümana hiçbir zaman fayda gelmez. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde, onların birbirleriyle dost olduklarını beyan buyuruyor.
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Mâide: 51)
İslâm'a ve müslümanlara olan kinleri hiç sönmemiştir. Özellikle Türkler'e karşı ayrı bir garezleri vardır. Zira tarihte Allah-u Teâlâ en derin galebeyi İslâm'a vermiş. Asr-ı saâdet'te ve Osmanlı Devleti zamanında.
Batı'nın hiçbir sınır tanımayan açgözlülüklerini tatmin uğruna giriştikleri ifsat ve sömürgecilik gayretlerinin önündeki en büyük engel daima İslâm milletleri ve bilhassa Türkler olmuştur.
Daha evvel arz ettiğimiz gibi; "Batı Bizi Neden Sevmez?" başlığı altında izah edilen 10 maddeyi sıralayan Prof. Neumark'ın son tespiti şuydu:
"Sizler milli kimliğinize dönerseniz Avrupa'nın medeniyeti ve refahı yıkılır. Ama batı size bu imkânı vermez."
1930 yılında Hitler'den kaçarak Türkiye'ye sığınan bu yahudi profesör bunu söylüyor.
Her ne kadar bu yahudi profesörü böyle diyorsa da;
Allah-u Teâlâ murad ettiği zaman bir ıslâh edicisini gönderir ve eski duruma getirir. Bu, halka bırakılmaz, Hakk'ın işidir.
"Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin." (Âl-i imrân: 26)
Binaenaleyh, hasmımızı tanımamız ve çok uyanık olmamız icabediyor. Zira Amerika olsun, Batı olsun bu İslâm milletini silâh ile yıkamayacağına kani olduktan sonra yaklaşık 300 yıldır Haçlı seferlerinin şeklini değiştirmiş, öncelikle iç bünyemizi ve manevî değerlerimizi bozmak ve yıkmak için sinsice çok büyük bir gayret içerisine girmiştir. Bu veçhesiyle Haçlı seferleri büyük bir kin ve vahşetle devam etmektedir. Her türlü işkence vahşet yöntemini insan bedeni üzerinde pervasızca uygulayan Batı ülkeleri, benzer bir vahşet ve yok etme duygusuyla bizim dini ve manevî değerlerimizi, millî duygularımızı yıkmak, parçalamak için elinden gelen her yolu kullanmaktadır.
Nitekim hususiyetle şu günlerde bütün dünya ibresini Türkiye'ye göre ayarlamaktadır. Zira Türkiye Amerika'nın yanında hareket ettiği zaman Amerika'ya diş bileyecek kuvveti kendilerinde görmüyorlar. Türkiye Amerikan boyunduruğundan kurtulabilmiş olsa, akıllı bir siyasetle Amerika'dan rahatsız olan birçok ülkenin maddî, manevî desteğini göreceği kesindir.
Amerika bir plan çeviriyor, ancak ona da kalacak değil!
Tarih boyunca bir iniş bir çıkış olmuş. Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş. Bir galebe, bir mağlubiyet, bir galebe bir mağlubiyet... Bu mülkün padişahı bir tane, başka yok. Ve yarın da göçüp gideceğiz. Nereye? Murad ettiği yere. Murad-ı ilâhî ne ise o olur. Mülk O'nun çünkü.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyur ki:
"Biz o sevinçli ve kederli günleri insanlar arasında (bazen lehe bazen aleyhe) döndürür dururuz. Bu da Allah'ın, ihlâslı ve azimli müminleri ayırt etmesi, içinizden şehidler edinmesi içindir. Allah zâlimleri sevmez." (Âl-i imrân: 140)
Binaenaleyh, Amerika'ya da kalacak değil.
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 329-331)
(Ömer Öngüt, "Hâinlerin İçyüzü", Nisan 2006)
Kur'an-ı kerim'de müslümanların birlik ve tesanüd içinde olmalarını, parçalanıp ayrılığa düşmemelerini emreden; ayrılığın ve ayrılık yapanların İslâm'a ve müslümanlara büyük zararlar verdiğini beyan eden birçok Âyet-i kerime'ler mevcuttur:
"Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak lâzımsa öylece korkun. Sakın siz müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.
Hepiniz topluca sımsıkı Allah'ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı.
İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor." (Âl-i imrân: 102-103)
Bu Âyet-i kerime'ler Ashâb-ı kiram'ın câhiliye devrindeki durumları ile, iman şerefiyle müşerref olduktan sonra kazanmış oldukları saâdeti beyan buyurmaktadır. Bu büyük nimet kıyamete kadar, kendisini Allah'ın dinine teslim eden her müslüman için de aynıdır. Gerçekten de bu nimet, hatırlanması ve şükredilmesi gereken büyük bir nimettir.
İmanla, basiretle tetkik edildiği zaman görülecektir ki bu husus çok mühimdir ve her müslümanın imanını koruması için bu durumu daima göz önünde bulundurması gerekmektedir.
İslâm dini kardeşlik dinidir. Birlik, beraberlik, kardeşlik, huzur ve medeniyetin temelidir.
Bugün yaşanan ayrılıklar, terör ve fitneler İslâm dininden uzaklaşmamızdan, dinde ve vatanda bölücülük yapılmasından kaynaklanmaktadır.
"Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm'ın sulh ve selâmetine girin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır." (Bakara: 208)
İslâm dini gönüllere huzur, kalplere şifadır. Gönüllerdeki fitne ve fesadı yok eder, insanları kardeş yapar.
Zira Allah-u Teâlâ fitne ve fesadı sevmez. Bunun en büyük delili Resulullah Aleyhisselâm'ın gönderildiği asır ve toplumda çok kısa zamanda yaşanan muazzam inkişaftır.
Öyle bir inkişaf ki; nur kaynağı Muhammedî güneş, karanlık ufukları aydınlattı, hayata gençlik getirdi. Bıçak bıçağa gelmiş, birbirlerinin kanına susamış, vahşî hayvanlar gibi dağılmış, kabileler halinde ilkel bir hayat yaşayan Araplar, birleşip tek bir vücud haline geldiler. İman şerefi ile müşerref, Kur'an nûru ile münevver oldular. Cahili âlim oldu, harpçisi sulhsever oldu. Fitne fesat deryasında yüzenler salâha erdi. Müfsitler muslih, bozguncular ıslah oldu. Yol kesenler yol gösterici oldu. Kin ve düşmanlıkları sevgi ve dostluğa, bedevîlikleri medenîliğe inkılâp etti. Öyle bir medeniyet ki, bütün bir dünyaya, günümüz insanlığına ışık tutan bir medeniyet!... Medeniyet yüzü görmemiş, devlet nedir, düzen nedir yaşamamış bir toplum kısa zamanda koskaca bir medeniyet haline geldi.
Bu inkılâp Resulullah Aleyhisselâm'ın çok aşikâr bir mucizesi, İslâm'ın mükemmelliğinin büyük bir delilidir.
"Onların gönüllerini birleştiren Allah'tır. Eğer sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O Azîz'dir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Enfâl: 63)
Bugünkü fitne ve fesadın en büyük ilâcı yine Resulullah Aleyhisselâm'ın nuruna tâbi olmak, İslâm'ın kardeşlik dairesinde hemhal olmaktır. Irkçılık ve bölücülük fitnesi içerisinde yakıp, yıkıp, öldürenler Allah-u Teâlâ'nın indinde çok büyük bir suç işlemişlerdir. Hem İslâm'a hem de vatana ihanetin cezası çok büyüktür. Hem dünyada hem de ahirette...
"Hem sizden hem de kendi topluluklarından emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler, fitnenin içine başaşağı atılırlar. Eğer onlar sizden uzak durmazlar, sulh işini size bırakıp ellerini çekmezlerse, onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte öylelerine karşı size apaçık yetki verdik." (Nisâ: 91)
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN İÇYÜZÜ", Nisan 2006, s. 122-124)
(Ömer Öngüt, "Hâinlerin İçyüzü", Nisan 2006)
İslâm dini kardeşlik dinidir. Bize Hakk'tan bir nûr gelmiştir. Bu nûr Kur'an-ı kerim'dir. Bize kardeşliği, tesanüdü emreder:
"Müminler ancak kardeştirler." (Hucurât: 10)
"İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız." (Mâide: 2)
O halde Allah-u Teâlâ muhakkak iyilikte birleşmeyi emir buyururken; bizim Allah ve Resul'ünde birleşmemiz mi daha hayırlıdır, yoksa paramparça olmamız mı? "Elbette birliktir." diyeceksiniz.
O hâlde sizi Allah ve Resul'üne dâvet ediyoruz. İç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmemiz için.
Zira devlet ittifaktan, devletsizlik ise nifaktan doğar.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Bir mümin diğer mümin kardeşi için birbirine kenetlenen tuğlalar gibidir, birbirinden kuvvet alır." buyuruyorlar. (Münâvî)
Müslümanlar ana-baba bir kardeş gibidirler. Aralarındaki kardeşlik ebedî olup, âhirette de devam eder. Şu halde kardeşlik icraatını yapmamız lâzımdır. Mümin kardeşlerini Allah için seven, onların dertleri ile dertlenen kimselerden Allah râzı olur. Onlara akla-hayale gelmeyen dereceler verir.
Kardeşlik dini deyip isimde kalırsa mânâsına nüfuz etmemiş oluruz. Bu ayrılıklar nefsimizin hamlığından, tekâmül edemeyişimizden, ihlâsa varamadığımızdan ileri geliyor. Bu sebeple ne kadar kayıplara uğradığımızın hiç farkında değiliz.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Efendimiz'den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'te Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Allah'ın öyle kulları vardır ki, ne peygamber ne de şehid olmadıkları halde, peygamberler ve şehidler o kimselerin Allah indindeki derecelerine gıpta edecekler. Bunlar, aralarında ne akrabalık ne de mal menfaati olmadığı halde, birbirlerini sırf Allah rızâsı için seven kimselerdir.
And olsun ki, kıyamet gününde bunların yüzleri nûr saçacak, bütün vücudları da nur içinde olacak. Herkes korktuğu zaman onlar korku yüzü görmeyecek, herkes kederlendiği vakit onların gönlüne hüzün girmeyecek." (Ebu Dâvud)
(Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "İslâm Dini'ne ve Vatanımıza İhanet Eden HAİNLERİN İÇYÜZÜ", Nisan 2006, s. 127-128)
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Bizim uğrumuzda bizim için mücahede edenlere elbette yollarımızı gösteririz.
Şüphesiz ki Allah ihsan erbâbı ile beraberdir." (Ankebût: 69)
Allah yolunda mücahede edenleri öven, onların hidayet üzerinde bulunduğunu ve sebat ettiğini metheden bu Âyet-i kerime'de; Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, onun Ashâb-ı kiram'ı ve kıyamet gününe kadar ona tâbi olan müminler kastedilmektedir.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"İslâmiyet daima âlî ve galiptir, mağlup olmaz." (Münâvî)
Bu galibiyet onlara Allah-u Teâlâ'ya dayandıklarından, O'na sığınıp O'na yöneldiklerinden ötürü bahşedilmiştir. Allah-u Teâlâ onları lütfuyla desteklemiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Müminlere yardım etmek üzerimize hak olmuştur." (Rum: 47)
O'nun desteklediği herhangi bir kimse, herhangi bir devlet hiçbir zaman mağlup olmaz.
Nitekim Osmanlı hükümdarlarının hayatlarına dikkat edildiği zaman, Allah yolunda nasıl mücadele ettiklerini görmüş oluruz. Bu iman aşkı ile canlarını ve mallarını Allah uğrunda seve seve verdiler. Kendi hayatlarını hiçe saydılar, vatanın ve ordunun selâmetini düşündüler. Böylece şan ve şerefleri bütün dünyaya yayıldı. Gittikleri yerlere adalet götürdüler, huzur ve saâdeti, barışı yaydılar. Emri altındaki bir kâfire dahi, bir müslümana gösterdikleri ihtimamın aynısını gösterdiler.
Bu eşsiz adaleti ve apaçık hakikati gören nice gayr-i müslimler hidayete nâil oldular. Kâfir dahi olsa, beşeriyet hâlâ onları saygıyla, hayranlıkla anmaktadır.
Türk'ün ordusunun üzerinde Allah-u Teâlâ'nın nazarı vardır. Bu ordu tarih boyu İslâm'ın ve müslümanların müdafii olmuştur.
Bize Allah ve Resul'ü yeter. Yeter ki biz O'na dayanalım, O'na güvenelim, yardımı ancak O'ndan bekleyelim. Amerika'dan, AB'den, Almanya'dan İngiltere'den, Fransa'dan, Rusya'dan şundan bundan değil. Siyaseten ittifaklar, anlaşmalar, ticaretler yapılır, ancak iç duygumuz bu olması lazım.
Öz niyetimiz ve imanımız bu olsun. Aynı zamanda birlik ve beraberliğimizi pekiştirelim, fitnelere ve çekişmelere düşmeyelim. Küffarla işbirliği yapan fitne ve terör ehline fırsat vermeyelim.
Küffar bize karşı bir olmuş.
Bizim tek dayanağımız ise Hazret-i Allah ve Resul'ü. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Daha büyük bir yardımcı, daha büyük bir kuvvet mi var?
Eğer biz Allah için olursak, Allah'ın ordusu olursak Allah-u Teâlâ bize zafer müjdeliyor:
"Allah: 'Ben ve peygamberlerim elbette galip geleceğiz!' diye yazmıştır. Şüphesiz ki Allah kuvvetlidir, yegâne galiptir." (Mücadele: 21)
"Şüphesiz ki bizim ordumuz galip gelecektir." (Sâffât: 173)
•
"Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'e umumi bir rahmetle merhamet et! Affet!.. Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i muhafaza et!.. Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'i muzaffer et!.." (Ömer Öngüt -kuddise sırruh-, "Hâinlerin İçyüzü", s. 46)
(Ömer Öngüt, "Kıyamet ve Alâmetleri", Ekim 2003)
Mehdi Hazretleri'nin zamanında vuku bulan fitnelerden ve kıyametin yakın alâmetlerinden birisi de Deccal'in zuhurudur.
Hazret-i Mehdi'ye verilen o çok büyük azametten ve uzun fütuhattan sonra elinden bu ruhsat alınacak ve Allah-u Teâlâ Deccal'e ruhsat verecek, Deccal hüküm sürmeye başlayacaktır.
Deccal'in bir rivayette sağ gözünün, diğer rivayette sol gözünün kör olduğu bildirilmiştir. Bu ise her iki gözünün sakat oluşundandır. Biri tamamiyle kör, diğeri anadan doğma çıkıktır. Sakat bir kimse ilâhlık dâvâsında bulunursa yalancı olduğunu herkes anlar.
Deccal önce peygamberlik daha sonra da ilâhlık dâvâsında bulunacak ve göstereceği hârikulâde şeyler sayesinde bir süre insanları saptıracaktır.
Günümüzdeki bu bölücüler gizliden gizliye ilâhlık dâvâsı güdüyor, o ise alenen ilâhlık dâvâsında bulunacak ve yahudiler başta olmak üzere birçok kimseler ona tâbi olacaklar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Taylesan elbiseleri giyinmiş yetmiş bin İsfahan yahudisi Deccal'in emrine girecektir." (Müslim: 2944)
Deccal Amerika'dan geldiği zaman, yahudiler ona tâbi olacaklar ve ondan sonra Arabistan üzerine yürüyecek.
Deccal çıkınca artık İslâm'ı yaşamak isteyenlere büsbütün güçlükler gelecek. Devr-i deccal'de yaşıyoruz ve bu devir otuz deccale kadar devam edecek. Otuzuncusu olan ve türemesi beklenen Deccal'in çok büyük fitne ve fücuru olacak.
Rüzgâr gibi bir hıza sahip olarak yeryüzünü dolaşacak, sadece Mekke-i mükerreme'ye, Medine-i münevvere'ye ve Kudüs-ü şerif'e giremeyecektir.
... İslâm bir zaman için büsbütün boğulmaya çalışılacak, büyük sıkıntılara maruz kalınacak. Şimdi böyle gidiyor, ancak kötü gidiyor. Deccal'in devrinde ise çok büyük sıkıntılar olacak. Müslümanlar için bu bir imtihan ve ibtilâdır.
Allah-u Teâlâ şeytana verdiği ruhsat gibi, o zamanda yaşayan insanları imtihan etmek için, Deccal'e de istidraç kabilinden birçok ruhsatlar verecektir. Şeytana kıyamete kadar, fakat Deccal'e İsa Aleyhisselâm çıkıncaya kadar.
Ona tabi olanlar büyük bir lütfa ermiş gibi görünecek, fakat ebedi cehennemlik olacaklar. Onların dünyadaki refahları çok kısa ve geçicidir.
Ona inanmayıp imanlarında sebat edenler birazcık sıkıntı göreceklerse de onlar Hazret-i Allah'a iman ettikleri için ebedî cennetlik olacaklar. Onların refahları ebedîdir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Ebu Derdâ -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde, Kehf sûre-i şerif'inin ilk on Âyet-i kerime'si ile son on Âyet-i kerime'sini okumaya devam edenlerin, onun şerrinden kurtulacağını haber vermiştir. (Müslim: 809)
Deccal ve ona uyanlarla, yahudilerle çok büyük harpler olacak, nihayetinde Allah-u Teâlâ'nın murad ettiği olacak.
Müslümanlar büyük bir ezginlik, büyük bir kahır altında inledikleri bir zamanda Allah-u Teâlâ İsa Aleyhisselâm'ı göndererek sevdiği, seçtiği bu sâlih kullarının korkularını kaldıracak, onları kurtuluşa ve felâha erdirecek.
("Kıyamet ve Alâmetleri", s. 19-20)
(Ömer Öngüt, "Kıyamet ve Alâmetleri", Ekim 2003)
Âhir zamanda bu isimde bir şahıs türeyip önce peygamberlik daha sonra da ilâhlık dâvâsında bulunacak ve göstereceği hârikulâde şeyler sayesinde bir süre insanları saptıracaktır.
.... Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Deccal yahudidir." buyurmuşlardır. (Müslim: 2927)
..... Abdullah bin Ömer -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah Aleyhisselâm Vedâ haccı sırasında bir ara: "İnsanlar susup dinlesin" buyurduktan sonra hamd ve senâda bulundu, akabinde Mesih ve Deccal'den uzun uzun söz etti:
"Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla korkuttu. Nuh Aleyhisselâm ümmetini onunla korkuttu, ondan sonra gelen peygamberler de korkuttular.
O sizin aranızdan çıkacak. Onun hâli sizden gizli kalmayacak. Rabb'inizin tek gözlü olmadığı size gizli değildir. O ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü dışa fırlamış üzüm danesi gibidir." (Buhârî. Fiten 17 - Müslim: 169)
Ashâb-ı kiram Hazerâtı'nın devrinde küçük çocuklara Deccal bilgisi verildiği rivayet edilmektedir.
("Kıyamet ve Alâmetleri", s. 98-99)
(Ömer Öngüt, "Kıyamet ve Alâmetleri", Ekim 2003)
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Müslümanlarla yahudiler harbetmedikçe kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle bir öldürecekler ki, hatta yahudi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç da: 'Ey müslüman, ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki yahudidir, hemen gel de onu öldür!' diyecektir. Yalnız Ğargad ağacı bunu demeyecek, çünkü o yahudilerin ağacıdır." (Müslim: 2922)
Allah-u âlem yahudiler Mekke-i mükerreme'ye ve Medine-i münevvere'ye giremeyecek, Medine-i münevvere'ye nötron bombası atsalar gerek. Amma onlar, amma Çinliler. Bütün halk ölecek. Bundan değil müslümanlar, bütün küffar halkı da rahatsız olacak.
Sonra Allah-u Teâlâ onların öldürülmesini murad ettiği zaman, küffar memleketine sığınmış bir yahudiyi dahi ikrah ettikleri için haber verecekler. Yalnız Amerika haber vermeyecek, çünkü Amerika onlardandır.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Bir zaman gelecek ki Medine hayrı ve güzelliği ile boş kalacak, kurtlar ve kuşlar işgal edecek.
İnsanoğlundan en son ölecek olan Müzeyne kabilesinden iki çobandır. Bunlar Medine'ye doğru koyunlarını sürüp gelirken onun perişanlığını görerek korkup, yüzüstü düşerek ölecekler." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 885)
Medine-i münevvere'nin bu metrûk durumu kıyamet saatinin yaklaştığı âhir zamanda meydana gelecektir.
Avf bin Malik -radiyallahu anh- der ki:
"Bir kere Resulullah Aleyhisselâm Mescid-i saâdete girmişti. Sonra bizim yüzümüze bakıp şöyle buyurdu:
'Allah'a yemin ederim ki gelecek nesil bu Medine'yi kırk sene kadar zelil bir halde avâfiye bırakacaktır. Avâfiye nedir bilir misiniz? Bakınız ben size söyleyeyim: Kurtlar ve kuşlar!'" (Buhârî, Tecrîd-i sarîh, C. 6, sh: 235)
("Kıyamet ve Alâmetleri", s. 87-88)
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri hayat-ı saadetlerinde sık sık İsrâ Suresi 58. âyet-i kerime'yi hatırlatırlar, önümüzde büyük harplerin, büyük hadiselerin olduğunu beyan buyururlardı.
Yaşanacak harplerin ve afatların tasavvurun ötesinde yıkımlara yol açacağını, dünyanın âhir-son zamanlarını yaşadığını, Hazret-i Mehdî'nin zuhur vaktinin yaklaştığını haber verirlerdi.
Nitekim bir beyanlarında şöyle buyurmuşlardı:
"Bu otuz sene zarfında çok büyük harpler var. Hazret-i Mehdi çıkıncaya kadar ve çıktıktan sonra da on sene, kırk sene içinde büyük hadiseler var. Kırk sene dediğin çok çabuk geçer, bereketsiz bir ömür.
Bu otuz sene içerisinde gelecek felâketleri bir Allah bilir. O ona, o ona atacak, çok seri olacak. Dünya bitecek. Atacak amma karşıdaki de sana atacak. Ondan sonra başlayacak kılıçla, atla, sopa ile. Almanya şimdiden at beslemeye çalışıyor. Çünkü yarın at harbi başlayacak. Akıllı devlet, başına geleceği biliyor. Benzin kalmayacak, motor işlemeyecek, artık kılıç harbi olacak." (24 Ağustos 2002)
Kendilerinin "Kıyamet ve Alâmetleri" isimli eserindeki beyanlarından bazılarını aşağıda arzediyoruz.
Resulullah Aleyhisselâm kıyamet alâmetlerini haber veren Hadis-i şerif'lerinde "Deccal'in yahudi olduğunu", "70 bin İsfahan yahudisinin kendisine tâbi olacağını" haber veriyorlar. Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Hazretleri de "Deccaliyet devrinde yaşadığımızı", "Deccal'in Amerika'dan çıkacağını", Amerika'nın Hadis-i şerif'lerde haber verilen "Gargad ağacı" olduğunu ifşa etmişlerdi.
Dikkat ederseniz Hadis-i şerif'lerde Resulullah Aleyhisselâm Deccal'in bir istidrac olarak kendisine tâbi olan memleketlere refah ve bolluk yaşatacağını, kendisine tâbi olmayan memleketlerin ise kıtlık ve eziyet çekeceğini haber veriyorlar.
Bugün yaşadığımız güncel olaylara baktığımızda Hadis-i şerif'lerde haber verilen zamanların yaklaştığını görmekteyiz.
Meselâ; olayların perde arkasını tahlil etmeye çalışan herkesin teslim ettiği bir hakikat şudur ki: Amerika'yı küçük bir yahudi azınlık teslim almış, kendi hükmünü yürütmek için koca bir ülkeyi ve halkını istediği gibi yönlendirmektedir. Yalan ve dolanlar bütün dünya milletlerine "Hakikat" olarak gösterilmekte, kendileri "Terör örgütü" kurup kendileri beslemekte, sonra da bunları bahane ederek, işgaller, katliamlar, karışıklıklar, harpler tertip etmektedirler.
"Ya bizdensiniz, ya da onlardan" diye özetlenebilecek bir siyasetle bütün dünyayı esir etmeye çalışmaları, kendilerine tâbi olmayan memleketleri, ekonomik baskı ve ambargo ile, terör ile, hükümet darbeleri ile baskı ve eziyet altına almaya çalışmaları da hepimizin malumudur.
Bütün bunlara baktığımızda aslında "Deccaliyet devri"nin başladığını, Hadis-i şerif'lerde haber verilen "Büyük Deccal"in çıkışı ile beraber bu gibi eziyet ve zulümlerin zirveye çıkacağını görmekteyiz.
Bu sebeple kim ki Amerika'nın askeri olmayı tercih ediyorsa; üstelik bu tercihini Türkiye gibi bütün müslümanların, bütün mazlumların nazar ettiği, ümit beslediği bir İslâm ülkesine karşı savaşmakta kullanıyorsa, bilmelidir ki; bu tercihi yapanların İslâm ile hiçbir ilgileri yoktur, ve daha ötesi bunlar "Deccaliyet devrinin askerleri"dir. Zira Hadis-i şerif'lere dikkat ederseniz Deccal'in esas tehlikesi insanlara eziyet etmesi değil, kendisine verilen istidrac kabilinden harikulade hallere ve yanındaki güç ve kuvvete aldanan insanların imanlarını çalmasıdır. Kendisini "Rabb" olarak kabul edip ona tâbi olanlar ebedî cehennem azabı ile cezalandırılacaklardır.
Nihayetinde bütün bu devirlerin sonunda müslümanlar eziyet çekecek, büyük zayiatlar verecek ancak Allah-u Teâlâ zaferi nihayetinde müslümanlara verecektir. Amerika da, Amerika'nın askerleri de Deccal'le beraber helâk olacaktır. Ahiretteki cezanın ise tarifi mümkün değildir.