• Arefe günü sabahı Arafat'a gelinir. Hacc'ın iki rüknünden biri olan "Vakfe" burada yapılır. Vakfeye duran bir insan, kendisini Mevlâsı'nın huzurunda hesap veren günahkâr bir kul olduğunun idrâki içinde bulunur. Gün boyunca "Telbiye", "Tekbir", "Tehlil", "Zikrullah" ve "Tesbih" ile meşgul olunur. Günahlara tevbe edilip bağışlanması için gözyaşı dökülür. Çünkü Arafat duâların en çok kabul edildiği yerlerden, Arefe günü de en makbul olduğu zamandır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Duâların en faziletlisi Arefe günü yapılan duâdır. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz şudur:
"Allah'tan başka ilâh yoktur, tektir, ortağı yoktur, mülk ve hamd O'na âittir. O her şeye kâdirdir." (Tirmizî)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemizden rivayete göre bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyurmuşlardır:
"Allah hiçbir günde, Arefe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azâd etmez. Allah (mahlukata) yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder. 'Bunlar ne istiyorlar?' diye sorar." (Müslim: 1348)
• Öğle namazı vakti girince, vakfenin de vakti başlar ve güneşin batmasına kadar devam eder.
Öğle ve ikindi namazları, "Nemire mescidi" nde veya çadırlarda öğle vakti içinde birlikte "Cem-i takdim" ile; yani cemaatle öğle namazı, hemen arkasından da ikindi namazı birleştirilerek kılınır.
Namazlardan sonra mümkün olursa "Cebel-i Rahme" yakınlarında, mümkün olmazsa çadırlarda vakfe yapılır.
"Urene içi" hariç, Arafat'ın her yeri vakfe mahallidir. Uygun bir zamanda ayakta duâ ederek vakfe yapılabilir.
• Arafat'ta Rabb'ine yönelen insan, daha bu dünyada iken O'nun huzurunda durmanın mânâsını; makam, servet, ilim... gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar.
• Arafat öyle ulvî bir makam ki, insanların kafileler halinde mahşere sevkiyatını hatırlatır.
Sûr'a üfürülmüş, insanlar kabirlerinden kalkmışlar, sel gibi mahşer yerine gelmişler.
"O gün bir fırka cennette, bir fırka da çılgın alevli cehennemdedir." (Şûrâ: 7)
Âyet-i kerime'sinde beyan buyurulduğu üzere insanların orada iki sınıf olduğunu; kimisinin makbul, kimisinin merdud oluşunu, kimisine cennete gitmek için izin verildiğini, kimisinin geri çevrildiğini, oradaki insanların izdihamını, kendisinin ise makbul mu, merdud mu olduğunu bilmediği için korku ve ümit arasında mütereddid bir halde bulunduğunu düşünmelidir.
Her grubun delillerinin arkasında ibadet yerlerine gittiklerini görünce, mahşer arasatında peygamber ve önderleriyle toplaşan insan sınıflarını tefekkür etmelidir.
Çünkü Âyet-i kerime'de:
"İnsan sınıflarından her birini biz o gün imamlarıyla beraber çağıracağız." buyuruluyor. (İsrâ: 71)
Her asrın insanı yaşadığı devirde kime tâbi olduysa onunla çağırılacak, o nereye götürülürse onlar da oraya gidecek. Dünyada olduğu gibi ahirette de bir ve beraberdirler.
Peygamberine inanmış, ona ümmet olmuş kimseler peygamberinin izinde ve yolundadır. Yoldan sapmış sahte imamlara, önderlere tâbi olmuş kimseler de onlarla beraberdirler. İyiler iyilerin arkasında, kötüler de kötülerin arkasında.
• Arafat vakfesi sâlihlerden, gönül erbabı kişilerden hâli değildir.
Onlar kendileri için değil ümmet-i Muhammed için duâ ederler. Allah-u Teâlâ dilediği kullarını oraya çeker, o birkaç kişinin tazarru ve niyazları ile umulur ki Allah-u Teâlâ birçok kimseyi bağışlar. Bağışlanmak için de, duâların kabul olması için gereken şartların yerine gelmesi lâzımdır.
O şartlar da; helâl lokma, helâl kazanç, hukuk-u nas ile gelmemiş olmak, haksız yere kimse ile dargın olmamak, ana-babanın muhakkak rızasını almak, faizle iştigal etmemek, bölücü olmamak...