Kâbe'nin etrafında ibadet maksadıyla dikilmiş üç yüz altmış put vardı. Bunların en büyüğü Hübel, Kâbe'nin üstüne konulmuştu. Diğerleri Kâbe'nin etrafına ve içine yerleştirilmişti. Kâbe'yi putlardan temizleme zamanı gelmişti. Bu, Allah-u Teâlâ'nın ezelî hükmüdür. Tevhid; her devirdeki şirki ve temsilcisi bütün putları devirir atar, onları ne kaideleri, ne de zorlama destekleri ayakta tutmaya yetmez.
Resulullah Aleyhisselâm, elindeki değnekle putlara dokunuyor, her putu bizzât kendisi yere düşürüyordu.
Putlar devrilirken Kur'an-ı kerim'den:
"De ki; Hakk geldi, bâtıl zâil oldu. Çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur." Âyet-i kerime'sini okuyordu. (İsrâ: 81)
Kâbe-i muazzama'nın içi putlarla, duvarları put resimleriyle doluydu. Resulullah Aleyhisselâm, bunların da çıkarılmasını Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-a emretti. Kâbe'de güzel eserler de vardı. İbrahim Aleyhisselâm'ın dininde olanlar, Kâbe'ye pek çok hediyeler göndermişlerdi. Resulullah Aleyhisselâm bunların hepsini muhafaza etti. Yalnız putlar ve put resimleri kırılarak, ortadan kaldırıldı.
Hübel putu kırılırken Zübeyr bin Avvam -radiyallahu anh- Ebu Süfyan bin Harb -radiyallahu anh-a:
"Uhud savaşı'nda varlığıyla öğündüğün Hübel'i görüyor musun?" diye sordu.
O ise:
"Artık kınamayı bırak ey Zübeyr! Görüyorum ki Muhammed'in ilâhından başka ilâh olsaydı, işler başka türlü olurdu." dedi.
Mekke-i mükerreme'de umumî putlardan başka, her âilenin kendi evinde taptığı hususi bir putu da vardı. Kureyşliler'den, evlerinde bir putu bulunmayan, evlerine girerken ve çıkarken bereketlenmek için o puta el sürmeyen kimse yoktu.
Fetih günü Resulullah Aleyhisselâm halka:
"Allah'a iman eden kişi evinde kırmadık put bırakmasın!" diye ilân ettirdi.
Müslüman olanlar evlerindeki putları parça parça ettiler ve:
"Biz senden dolayı ne kadar gurur ve aldanış içinde idik!" dediler.
Böylece evlerdeki putlar da temizlenmiş oldu.
Kâbe bu suretle putlardan temizlendikten sonra Resulullah Aleyhisselâm beraberinde Üsâme bin Zeyd -radiyallahu anh-, Bilâl-i Habeşi -radiyallahu anh-, Osman bin Talha -radiyallahu anh- olduğu halde içeriye girdi ve iki rekât namaz kıldı. Namazdan sonra Beyt-i şerif'i dolaştı. Her tarafında tekbir getirdi, Allah-u Teâlâ'ya hamdetti. Bu suretle içeride epeyce kaldı. Bu sırada bütün Kureyşliler Mescid-i harâm'a dolmuş, haklarında verilecek kararı sabırsızlıkla bekliyorlardı. Resulullah Aleyhisselâm Kâbe kapısının eşiğinde durdu ve şöyle buyurdu:
"Allah'tan başka İlâh yoktur. Yalnız Allah vardır. O'nun eşi ve ortağı yoktur. O, vaadini yerine getirdi. Kuluna yardımını yaptı. Bütün düşmanlarımızı yalnız başına dağıttı. İyi biliniz ki, bütün eski gelenekler, bütün kan ve mal dâvâları artık şu iki ayağımın altındadır. Yalnız Kâbe hizmetiyle hacılara su dağıtma işi bırakıldı. Ey Kureyş topluluğu! Allah, sizden eskiden kalma gururu, babalarla soylarla övünmeyi giderdi. Bütün insanlar Âdem'den, Âdem de topraktan yaratılmıştır."
Daha sonra:
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve sizi tanışasınız diye milletlere, kabilelere ayırdık. Çünkü Allah katında en üstününüz, Allah'tan en çok korkanınızdır. Şüphe yok ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır." Âyet-i kerime'sini okudu. (Hucûrât: 13)
Resulullah Aleyhisselâm Kâbe kapısının eşiğinde durdu. Karşısında saf bağlamış Mekkeliler'e baktı. Yirmi yıldır şahs-ı âlîlerine ve müslümanlara ellerinden gelen her türlü kötülüğü yapmaktan çekinmeyen, el kaldıran, dil uzatan bu mağrur insanların hayatı şimdi onun iki mübarek dudağı arasından çıkacak hükme bağlıydı.
Mânâlı mânâlı baktı, sonra da onlara:
"Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size nasıl bir muamelede bulunacağımı sanıyorsunuz?" diye sordu.
Hepsi bir ağızdan:
"Hayır umarız. Sen kerim bir kardeş, âlicenap bir kardeşoğlusun!" diye cevap verdiler.
Başka bir şey diyemezlerdi. Çünkü ondan hiçbir zaman en küçük bir kötülük görmemişlerdi.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi, ben de size:'Bugün artık size geçmişten sorumluluk yoktur.' derim. Haydi gidiniz hepiniz serbestsiniz!" buyurdu.
Affedişlerin en makbulü muktedir iken affetmektir, iyiliklerin en güzeli ise kötülüklere karşı yapılandır.
Müşrikler, Medine'ye hicret eden muhâcir müslümanların Mekke'deki evlerini, barklarını müsadere etmişlerdi. Resulullah Aleyhisselâm'ın bu meseleden vazgeçmelerini istemesi üzerine Muhâcirler de üzerinde durmadılar.
Bu hitabesinden sonra Resulullah Aleyhisselâm Mescid-i harâm'da oturdu. Zemzem dağıtma işini eskisi gibi Hazret-i Abbas -radiyallahu anh-a, Hicâbe (Kâbe'yi açıp kapama, anahtarlarını taşıma) hizmetini de Osman bin Talha -radiyallahu anh-a bıraktı.
Öğle vakti, Resulullah Aleyhisselâm'ın emriyle müezzin Bilâl-i Habeşî -radiyallahu anh- Kâbe'nin üzerine çıktı, "Ezân-ı Muhammedî" yi okudu. En yüksek perdeden ve var gücüyle: "Allah-u Ekber... Allah-u Ekber..." sadâlarıyla etrafı çınlatıyor, bütün Mekke kulak kesilmiş bu sesi dinliyordu.
Yalnız müşriklerden bazıları içlerinden kopan isyan hamlelerini yenemediler.
Ebu Cehil'in kızı Cüveyriye: "Babam vaktiyle öldü de Bilâl'in Kâbe üzerinde bağırdığını görmedi!" diyordu.
Hâris bin Hişam: "Keşke evvelce ölseydim de bu günü görmeseydim!" demekten kendini alamadı.
Daha sonra umumi affın heyecanı ile galeyana gelen Attab, âni olarak Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna fırladı ve:
"Ben Esîd'in oğluyum. Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin de O'nun elçisi olduğunu tasdik ederim!" dedi.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Çok güzel... Seni Mekke vâlisi yaptım!" buyurdu.
Namazdan sonra Resulullah Aleyhisselâm Safâ tepesine çıktı. Burada kendi istekleriyle İslâm'a giren Mekkeliler'in ayrı ayrı biatlarını kabul etti.
Mekke halkı fevç fevç müslüman olmaya başladılar. Bir gün önce İslâm'a düşman olanlar, Muhammed Aleyhisselâm'ın yüksek ahlâkını ve insanlık duygusunu görünce, hiçbir zor görmeden içten gelen bir teslimiyetle İslâm'ı kabul ettiler.
Bu fetih, hakikaten bir Feth-i mübin oldu.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh-ın babası Ebu Kuhafe, çok yaşlı idi, gözlerinin feri kalmamış, yolunu göremiyordu. Oğlu, ihtiyar babasının elinden tutarak huzura getirdi.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Yaşlı babanı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın, biz onun ayağına giderdik!" deyip iltifatta bulundu.
Onu önüne oturttu. Mübarek ellerini göğsüne koyup sığadıktan sonra müslüman olmasını tavsiye etti, o da derhal müslüman oldu ve oğlunun saâdetine saâdet kattı.
Erkeklerden sonra kadınlar da biat merasimine katıldılar.
Erkekler "İslâm ve cihad" üzerine biat etmişler, kadınlardan da "Allah'a ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zinâ yapmamak, çocuklarını öldürmemek, asî olmamak" üzere biat alınmıştı.
Bu biat müslümanların bozmaması gereken birtakım hususlara bir numunedir. Çünkü biat, Allah-u Teâlâ'ya ve Resul'üne verilmiş bir ahiddir.
Bu hususta nâzil olan Âyet-i kerime'de Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip;
Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları,
Hırsızlık yapmamaları,
Zinâ etmemeleri,
Çocuklarını öldürmemeleri,
Elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri (başkalarının doğurduğu veya başka erkekten gayr-i meşru kazandıkları bir çocuğu kocalarına nisbet etmemeleri),
İyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir." (Mümtehine: 12)
Esmâ binti Seken -radiyallahu anhâ- der ki:
"Ben biat eden kadınlar arasında idim. 'Yâ Resulellah! Elini uzat da sana biat edeyim!' dedim. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm: 'Ben kadınlarla musafaha yapmam. Allah'ın onları yükümlü tuttuğu şeylerden ben de yükümlü tutarım.'buyurdu."