Bir kul Hakk'ta fânî olursa o hâl onda tecelli eder, O'ndan başka hiçbir şey kalmaz. Bir tek kelime ifade ettik.
İtimat edin bunun ötesi de var. Bunun ötesi nedir? Bunun ötesi, Hakk kulunu istediği gibi o anda kullanır. Nasıl isterse! Kul olarak değil, öyle kullanır. Bunun ötesi O. Amma Hakk kullanır, o O'nun kudret elindedir, onu O kullanır. O'ndan başka yok! En ince bir nokta.
Nitekim Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri şöyle buyurmuştur:
"O yeryüzünde Allah'ın; halkı kendisiyle terbiye ettiği ilâhî bir kırbaçtır." (Nevâdirü'l-Usûl fî Ma'rifeti Ehâdîsü'r-Resul c. 1, s. 620)
Allah-u Teâlâ'nın onu kırbaç olarak kullandığını beyan ediyor. Kırbaç hiçbir şey yapmaz, O onu kırbaç olarak kullanır.
Demek ki orada fânî oluyor, onu istediği yerde istediği gibi kullanıyor. Nasıl? Nasıl isterse, duruma göre, ana göre, vaziyete göre kullanır. Artık o kulun kendisine âit hiçbir şeyi olmaz. Ne varlığı, ne iradesi, hiçbir şeyi olmaz, hiçbir hüküm kalmaz. Onu hep O kullanır.
Allah-u Teâlâ nasıl tecelli ederse o iş öyledir, bu işe ilim ve akıl ermez. O onu kullanır, nasıl tecelli ederse öyle olur. Hakk'ın tecelliyatına, idaresine âit bir iş. Mahlûk diye hiçbir şey yok. Bir sopanın bir adamın yanında ne hükmü var? Bir mahlûkun da Halik'ın yanındaki durumu da budur. Şu kadar var ki o sopayı kullanıyor, o sopa ile tecelli ediyor. Başkasında tecelli etmemiş de o sopada tecelli etmiş.
Bizzat Allah-u Teâlâ kullandığı için O'nun halifesi oluyor. İlâhî velâyet olduğu için de O kullanıyor.
Bu mevzular sizin ilminize ve aklınıza göre değil ve fakat ledünî mevzunun iç yüzü ve özü de bu oluyor, sözü değil özü oluyor. Bunlara beşerin aklı da ermez, ilim de yetmez.
•
Dikkat ederseniz Zeyneddîn el-Hâfî -kuddise sırruh- Hazretleri arzettiğimiz beyanlarında, gayenin kemâline ererek Tevhîd'in nihayetine erişen Hâtemü'l-enbiyâ ve Hâtemü'l-evliyâ'nın beşerî akılla idrâk edilemeyeceğini ortaya koymakta ve;
"Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tâyin ettik"
Âyet-i kerime'sinin bu iki Hâtemiyet'e işaret ettiğini ifşâ etmektedir.
Şeriat Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in İslâm dinini tebliğ vazifesidir. Yol ise; şeriatı yayarken, vazifesinden ötürü velâyetini kullanmadı, velâyeti şimdi dünyaya yayılıyor. O beyan etti, şimdi yayıldı.
Hülâsa olarak arzetmek gerekirse; risaletini kullanıp velâyetini bıraktığı için, bu velâyet dünyaya şimdi yayılıyor. Yol şimdi açılmış oldu. O zaman yayacak vasıtalar yoktu, fakat şimdi var.
Bu durum Resulullah Aleyhisselâm'ın velâyetini kullanmadığından ötürüdür. Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş. "O velâyet intikal etiği için, o yolu o açacak!" demek istiyor.
Bu bilgiyi bu zât bilmezdi, Resulullah Aleyhisselâm öğretmeseydi.
Nübüvvetini ve risâletini kullandı, velâyetini kullanmadı. Velâyetini kullanma günü bugünmüş. O evvel geldi, o sonra geldi, sonra birleşti. Birine sen bu vazifeyi yap, birine sen bu vazifeyi yap!
O zaman o lâzımdı onu gönderdi, bu zamanda bu lâzımdı bunu gönderdi. Onu da O gönderdi, onu da O gönderdi. Evvel onu gönderdi, sonra onu gönderdi. Onu da Âdem Aleyhisselâm'dan evvel yarattı, onu da Âdem Aleyhisselâm'dan evvel yarattı. Onu da Hatem yaptı, onu da Hatem yaptı. İkisi de nur, ikisi de kandil, ikisi de hâtem...
Hakîm-i Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, Allah-u Teâlâ'nın onun irşadını yayacağını beyan buyuruyor ve yaydı.
Nitekim İmam-ı Rabbânî -kuddise sırruh- Hazretleri:
"Kararmış olan âlem onun zuhur nuruyla aydınlanır. Onun hidayet ve irşad nurları bütün âleme yayılır." buyurmuşlardır. ("Mektûbât"; 260. Mektûb)
Hiçbir kimsenin irşadı dünyaya sirayet etmemişti. Fakat bu irşâd dünyaya sirayet etti. Hem zâhirî hem bâtınî birleşince bu şekilde dünyaya sirayet etmiş oldu. Allah-u Teâlâ öyle murad etmiş.
Allah-u Teâlâ bir Âyet kerime'sinde buyurur ki:
"Lütuf ancak Allah'ın elindedir. Onu ancak dilediği kimselere verir. Allah büyük lütuf sahibidir." (Hadîd: 29)
Ezelden bu kandilleri halketmiş, koymuş, öyle murad etmiş. Mahlûka âit hiçbir şey yok.
Allah-u Teâlâ Yahya Aleyhisselâm'a, son Peygamber'in ümmetinden olan bu büyük zâtı müjdeleyerek nebilerin ve resullerin dahi gıpta edeceği bir kemâlatla göndereceğini vahyetmiş ve beyanlarının bir noktasında şöyle buyurmuştur:
"İzzet ve Celâl'ime yemin ederim; ben onu öyle bir gönderişle göndereceğim ki, Nebi'ler ve Resul'ler dahi ona gıpta edecekler!"
("el-Muhabbe li'l-Muhâsibî"; s. 22-23)
Gıpta etmelerinin sebebi ve hikmeti; onu Allah-u Teâlâ gönderdiği için, azmini O verdiği için, irşadını O yaydığı için, bu nuru bütün dünyaya O sirayet ettirdiği içindir.
Zira Allah-u Teâlâ diğer nebileri ve resulleri yakınlarına, yahut kendi kavimlerine, kendi muhitlerine, kendi mıntıkalarına gönderdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'i ise umuma gönderdi. Bu ise Rahmeten lil-âlemîn olan Hâtem-i nebi'nin vekili olduğu için, onun irşadını hem dünyaya sirayet ettirdi, hem âlemlere sirayet ettirdi. Onun vazifesi olduğu gibi nakledildiği için, umumî bir irşad var.
Allah-u Teâlâ Din-i mübin'i korumak için, ayakta tutmak için bu Siyah Bayraklılar'ı seçmiş ve bu lütfa mazhar etmiş.
İşte siz bu hizmettesiniz, fakat farkında değilsiniz. Allah-u Teâlâ dünyaya bu nurun yayılması için sizi vesile kıldı. Şükredin, çalıştım demeyin. "Allah'ım bu verdiğin nimeti elimizden alma!" diye niyâz edin. Allah-u Teâlâ bu dini sizinle ayakta tutuyor.