Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Bedir’de Cebrâil Aleyhisselâm’ın tavsiyesi üzerine yerden bir avuç kum alarak müşriklerin üzerine attı. Bu atış onların hezimetine vesile oldu.
Âyet-i kerime’de ise:
“Resul’üm! Sen atmadın, Allah attı.” buyuruluyor. (Enfâl: 17)
Görünüşte Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- attı, fakat Allah-u Teâlâ: “Ben attım!” buyuruyor.
Ancak bu hâle gelen Vahdet-i vücud’dan bahsedebilir. Bu hâle gelen ise hiç bahsetmez, hiç konuşmaz. Bir de bu var. Bilen bu sırrı açmadı, bilmeyen konuştukça konuştu.
Ve bu bir zehirdir, bilmeyerek bu mevzudan konuşursa, kişi kendisini ve etrafını zehirlemiş olur.
İnsan bildiği mevzuda konuşmalı, bilmediği mevzuda konuşmamalı, aksi halde cehaletini ortaya koymuş olur.
Bu mevzuda kimler konuşuyor?
1. Âlem-i billâh olan Allah-u Teâlâ’yı bilir, ancak onlar Hakk’tan konuşur. Onların halk ile işleri olmaz, halka muhtaç değillerdir. Bu gibi kimseler hiçbir zaman; madde, makam, menfaat üzerinde durmazlar. Çünkü onlar gerçekten Hakk’ta fani olmuşlardır. Allah-u Teâlâ’nın nasıl tecelli edeceğine, ne hükmedeceğine bakarlar. Onların ilimleri vehbi’dir, Hakk’tan gelir.
2. Âlimin ilmi kesbî’dir, satırdan nasip alır. Hakk’a ulaşamadığı için halktan rağbet bekler ve daima nefsini düşünür. Her ne kadar hizmet etse de, nefisle olduğu için gayeler, maksatlar, menfaatler üzerinde durur.
3. Yazara gelince, o ise cebini düşünür. Bakarsın harikulâde yazılar yazmıştır, fakat daha yazmadan evvel, cebine ne gireceğinin hesabını yapar. Şayet en mühim bir mevzu dahi olsa, eğer onun cebine dokunacaksa onu ilân etmez.