Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Eğitim - "Ey Rabb'im! Beni ve Soyumdan Gelecekleri Namaz Kılanlardan Eyle!" (İbrahim: 40) - Ömer Öngüt
"Ey Rabb'im! Beni ve Soyumdan Gelecekleri Namaz Kılanlardan Eyle!" (İbrahim: 40)
Eğitim
Canan Büşra Kara
1 Nisan 2017

 

"Ey Rabb'im! Beni ve Soyumdan Gelecekleri Namaz Kılanlardan Eyle!" (İbrahim: 40)

Suna Hanım bayanlar bölümünde şok bir vaziyette şu soruyu sordu kendi kendine: "Bu çocuklar bir daha bu coşku, sevinç ve mutlulukla bir camiye girecekler miydi?"

 

Suna Hanım, İbrahim suresi 40. Âyet-i kerime'yi mırıldanarak girdi camiye. Zira fetih ordularının namazgâh olarak kullandığı bir mekânda idi. Bu alan okçuların yüzyıllar boyunca talim yaptığı bir yerdi aynı zamanda.

Cami Okmeydanı'ndaki tarihi Okçular Tekkesi'nin içinde bulunuyordu. Tekkenin hemen yanındaki büyük talim sahasında okçuluğa gönül vermiş gençlerimiz talim görmeye devam ediyordu. Mekân aslına uygun olarak restore edilmiş çok nezih ve buram buram tarih kokan bir yerdi. Camide bu tarihi hatıranın verdiği bir huzur vardı.

Suna Hanım camiye girerken mırıldandığı Âyet-i kerime'yi merdivenleri çıkarken tekrar mırıldanmaya devam etti;

"Ey Rabb'im! Beni ve soyumdan gelecekleri namaz kılanlardan eyle! Ey Rabb'imiz! Duâmı kabul buyur." (İbrahim: 40)

Bu Âyet-i kerime'yi küçük oğlu Hamza'ya dua niyetiyle okuyordu. Onun namazlarına daha çok ehemmiyet göstermesini arzu ediyordu. Hamza'yı her hafta buraya okçuluk kursuna getiriyor ve onu kursu bitinceye kadar bu camide bekliyordu. Boş olan camide her seferinde yaşlı bir amca minbere yaslanmış, önünde rahle, Kuran-ı Kerim okuyordu. Suna Hanım, bayanlar bölümüne geçti, camideki huzur dolu atmosferi içine çekti. Burası bir başkaydı, insanı alıp götürüyordu.

Suna Hanım savaş esnasında dahi namazını bırakmayan ecdadını hatırladı; ayağı sakatlandığı için rükûya eğilemeyen, bir elini kaybettiği için iki eli ile iftitah tekbiri alamayan, iki ayağı olmadığı için ima ile namazını eda eden gazileri hayal ediyordu ki, birden iki küçük çocuğun sesi ile kendine geldi.

7-8 yaşlarındaki iki erkek çocuğu caminin içinde mutlu bir şekilde, bir oraya koşuyor, bir öbür tarafa koşuyorlardı. Belli ki ilk defa boş bir cami görüyorlardı. Kim bilir belki de ilk defa bir camiye geliyorlardı. Kesin olan bir gerçek ise çocukların mutluluk ile her tarafı keşfetmek istiyor olmaları idi. Çocuklardan biraz uzun olanı;

"Aaa burada da küçük merdivenler varmış." dediğinde öbür çocuk koşarak arkadaşının yanına geldi;

"Aaa evet bir de perde varmış" diyerek merdivenlerle mihraba çıktıklarında sanki mutlulukları da zirve yapmıştı. Neşe dolu mutlulukları camiye can ve canlılık katıyor gibiydi. Sanki az önce hayal ettiği ecdad "İşte fetih bunun içindi" der gibiydiler.

Tam o sırada, yaşlı amca "Hşşşşt, hşşşşt sessiz olun! Çabuk inin oradan" diye sinirli bir şekilde seslendi. Ama çocuklar zirve yapmış mutlulukları içerisinde, amcanın bu davranışına bir anlam veremiyorlardı. Çocuklar bulundukları yere hayran bir şekilde "Ama amca burası çok güzel" dediklerinde, amca daha sinirli bir ses tonu ile "Hayır! Bu yaptığınız hiç eğlenceli değil. Çabuk inin ve dışarı çıkın!" dedi ve bir taraftan da cep telefonu ile: "Çabuk gel caminin içindeki çocukları dışarı al!" talimatı verdi. Suna Hanım bunun üzerine bu yaşlı amca caminin hocası herhalde diye düşündü. Talimatı alan güvenlik görevlisiydi. Beş saniye içerisinde geldi ve çocukları hiç hoş olmayan bir ses tonu ile dışarı aldı. Bu arada Suna Hanım bayanlar bölümünde şok bir vaziyette olanları izliyordu. Şu soruyu sordu kendi kendine: "Bu çocuklar bir daha bu coşku, sevinç ve mutlulukla bir camiye girecekler miydi?"

Bu olay tam da kendi çocuğu Hamza ile yaşadığı yarasına tuz biber olmuştu. Yıllardır dinlediği eğitmenlerin sözleri geldi aklına. "Çocuklara karşı davranış ve söylemlerinize dikkat ediniz. Zira hiç farkına varmadan bir güzel duygu ve düşünceyi yıkar yok edersiniz."

Bu sefer içi acıyarak soruyu tekrarladı: "Bu çocukların bir daha bu coşku, sevinç ve mutlulukla bu camiye girmeyecekleri kesindi. Ama acaba bundan sonra herhangi bir camiye girecekler miydi?"

Hazret-i Allah'ın kendisini bu olaya şahit kılmasında bir hikmet arayan Suna Hanım: "O halde Hamza'nın da namazlarına ihtimam göstermemesinin bir sebebi olmalı" diye düşündü. Şimdi iğneyi başkasına çuvaldızı kendine batırma zamanı gelmişti. Kurs bitimi eve giderken oğluna az önce yaşadıklarını anlattı. Bu olaya şahit olmasında bir hikmet aradığını, bu nedenle kendisinin oğlunun küçük yaşta yaşamış olabileceği bir olaydan dolayı namazlarına dikkat etmiyor olabileceğini düşündüğünü söyledi ve: "Benim canım oğlum, düşün ve söyle bakalım!" dedi.

Suna Hanım eve geldiklerinde aradığı sorunun cevabını öğrenmişti. Kendisini bir vebal altında hissetti, sanki dağlar üzerine yıkılmıştı.

O günden sonra, hatasını düzeltme yoluna girerek her gün bu dua ile Rabb'inden yardım diledi:

"Ey Rabb'im! Beni ve soyumdan gelecekleri namaz kılanlardan eyle! Ey Rabb'imiz! Duâmı kabul buyur."

Dağların altında kalmadan; çocuklara karşı davranış ve söylemlerimize dikkat eden ve çocukları için daima hayır dualarda bulunanlardan olmak ümidi ile…


  Önceki Sonraki