Muhterem Okuyucularımız;
Dünya hayatı muvakkattır, günleri mahduttur, emniyete şâyân değildir. Servet ve sâmânı ise emanettir. Geçicidir, gidicidir, aldatıcıdır. Gönül bağlamaya değmez.
Dünya bir haraphanedir. Dünyayı harap gören bir insanın içi o nispette sağlam ve düzgündür. Dünyayı mamur gören ve muhabbet eden bir insanın içi ise haraptır.
Allah-u Teâlâ dünyayı içindekileri ile beraber insanoğluna musahhar kılmış, istifadesine arzetmiştir. Bütün bunlar dünya hayatını geçirmek ve faydalanmak üzere verilmiş birer vasıta olması itibariyle birer nimet iseler de, asıl aranılacak gaye bunlar değildir, bunların faydası geçicidir. Birçok insanlar ise bütün bunlara düşkündürler.
Hakk ve hakikati bırakıp dünya lezzetlerine dalanlar, dünyaya aşırı muhabbet bağlayanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
Dünyada ne kadar büyük menfaatlar ve lezzetler elde edilirse edilsin, hepsi de sınırlı ve geçicidir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67)
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'de dünya hayatının gelip-geçici olduğunu, ahiret hayatının ise ebedî olduğunu haber vermiş, müminleri dünya hayatına bağlanarak ebedî hayatlarını mahvetmekten sakındırmış ve:
"Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın!" buyurmuştur. (Fâtır: 5)
Ukbayı bırakıp dünyaya meyletmek, Hakk'ı bırakıp bâtıla sarılmak demektir. Hakk ve hakikati unutup dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
Dünya, ahireti kazanmak için bir vasıtadır, gaye değildir. Dünyanın cazip güzelliklerinin, gelip geçici tat ve lezzetlerinin insanı Allah yolundan alıkoymaması ve ahireti unutturmaması gerekir.
Çoğu zaman yüz seneyi bile geçmeyen dünya hayatı ile sonsuzluğu tasavvur olunamayan ahiret hayatı mukayese edilirse, ehemmiyet derecesi kendiliğinden ortaya çıkar.
Hadis-i şerif'te;
"Dünya, ahiretin tarlasıdır." buyuruluyor. (Münâvî)
Ektiğini biçeceksin, ahirette hiçbir şey yok. Ahirete buradan götürdüğün bir şey varsa, orada o var, başka hiçbir şey yok.
Lâkin bir ahiret tarlası olduğu için, rızâ-i Bârî'ye vesile olduğu için çok muhteremdir, çok mükerremdir. Dünya sayesinde ahiret kazanılır. Bu gaye için kullanıldığı zaman insana bir gemi olur, suyun üstünde yüzdürür. Gayesi haricinde kullanılırsa cehennemin dibine indirir.
Çalışma; kendisini ve ailesini kimseye muhtaç etmemek, müminlere faydalı olmak, ahiret saâdet ve selâmetini kazanmak içindir. Dünya geçimi, ahireti kazanmaya bir yol ve yardımcıdır.
Niyet ahiret gayesi olmalıdır, ahiret işlerini rahatlıkla ve kolaylıkla yapmak için olmalıdır.
Saadet-i ebediyyeyi kazanmak maksadıyla gayretlerini Cenâb-ı Hakk'ın rızâsına uygun olarak sarfedenler her iki dünyalarını da kurtarmış olurlar.
Âyet-i kerime'de:
"Şüphesiz insan için kendi çalışmasından başkası yoktur ve çalışması ileride görülecektir." buyuruluyor. (Necm: 39-40)
Her müslümanın kendisine, âilesine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar helâlinden kazanması farzdır. Çünkü bir müslüman, görevlerini kazanç sayesinde yerine getirebilir. Niyeti iyi olursa aynı zamanda sevap da kazanır.
Dünya bir imtihan sahnesidir, ya ebedî saadet, ya ebedî felâket.
Dünya teklif, kulluk ve çalışma yeridir. Ahiret ise muhasebe, ceza ve mükâfat yeridir.
Baki esselâmü aleyküm, ve rahmetullah...
"Allah-u Teâlâ dünyayı içindekileri ile beraber insanoğluna musahhar kılmış, istifadesine arzetmiştir. Bütün bunlar dünya hayatını geçirmek ve faydalanmak üzere verilmiş birer vasıta olması itibariyle birer nimet iseler de, asıl aranılacak gaye bunlar değildir, bunların faydası geçicidir. Birçok insanlar ise bütün bunlara düşkündürler. Hakk ve hakikati bırakıp dünya lezzetlerine dalanlar, dünyaya aşırı muhabbet bağlayanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah âhireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67)
Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir.
Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider."
Dünya bir imtihan sahnesidir, ya ebedî saadet, ya ebedî felâket. Dünya ve içindekiler Hazret-i Allah'a kulluk yapmaya, yolunda yürümeye mani olmamalıdır. İnsan her zaman Hazret-i Allah'a yönelik olmalı, emir ve nehiylerini seve seve yapmalıdır. Nefis var, şeytan var amma insan Hazret-i Allah'a kulluk yapmalı, Hazret-i Allah'a sığınmalı, Hazret-i Allah'a dayanmalı ve güvenmelidir. Dünya ve içindekileri kalbine sokmamalıdır.
Allah-u Teâlâ dünyayı geçim uğrunda çalışma ve gayret, mihnet ve meşakkat, imtihan ve ibtilâ yeri; âhireti ise mükâfat ve mücazat yeri olarak yaratmıştır.
Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu Âyet-i kerime'nin tefsiri mahiyetinde Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Sizi imtihana çekmek için ki, hanginizin akılca en güzel, Allah'ın haram kıldığı şeylerden sakınmada en müttaki, O'nun taatine koşmakta en hızlı olacak." (Suyûtî)
İnsan bir imtihan gayesi ile dünyada bulunmaktadır. Allah-u Teâlâ insanı başıboş bırakıvermek için değil, bir takım emanet ve yükümlülüklerle sorumlu tutup kendisine vazifeler yükleterek imtihana çekmek için yaratmıştır.
Dünya insan için bir imtihan sahnesidir, ömür denilen şey de bu imtihan süresidir. Bu imtihan ömrün sonuna kadar, son nefes çıkıncaya kadar sürer. Neticesi ise burada değil ahirettedir. Bütün imtihanlardan aldığı neticeler değerlendirilecek, başarılı veya başarısız olduğu ilân edilecektir. Dünya deneme ve mükellefiyet yeridir, ahiret ise ceza ve mükâfat yeridir; orası imtihanın sonucudur.
Halbuki ezelî ilminde kimin ne yapacağını biliyordu. Daha cenin halindeyken kişinin takdirini dürmüştü. Fakat kulun kendisi de görsün diye dünya sahnesine göndermiştir. Bu imtihandaki hikmet, kullarının hallerini kendilerine bildirmek ve hiç kimsenin bir mazeret ileri sürmesine salâhiyeti kalmamak içindir.
"Amelin en güzel" olması; liveçhillâh, yalnızca Allah için olması, doğru olması, Rızâ-i ilâhîye uygun olması demektir.
Hayat, her kemâlin ve lezzetin esası olması itibariyle insanlar hakkında nimet olduğu gibi; ölüm de dünyadan âhirete intikal vasıtası olduğu için, insanlar için hayat gibi bir nimettir.
Ölümü daima gözönünde bulunduran bir kimse, hazırlığını ona göre yapar. Allah-u Teâlâ'nın emir ve nehiylerine hakkıyla riâyet ederek ubudiyet vazifelerini yerine getirmeye çalışır. Yapacağı amellerin en güzelini yapmaya gayret eder. Çünkü kişinin her an fotoğrafı çekiliyor, her sözü ve her kelimesi zaptediliyor.
"Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onun mükâfatını görür." (Zilzâl: 7)
Orada herkes yaptığı büyük ve küçük her türlü iyiliğin karşılığını kat kat görecektir.
Zerre kadar bile olsa gerek her küçük iyiliğin, gerekse her küçük kötülüğün bir ağırlığı ve değeri vardır. Onun içindir ki insan küçük büyük demeyip hiçbir iyiliği terketmemeli, küçük ve büyük her kötülükten şiddetle kaçırmalıdır.
"Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun cezasını görür." (Zilzâl: 8)
Yaptığı zerre kadar bir şeyden bile soracak. Kişi inkâra kalktığında ise ağzına mühür vuracak, bütün organları yaptığına bir bir şâhitlik edecekler. Aynı zamanda Kirâmen kâtibin melekleri ağızdan çıkan her sözü, işlenen iyi ve kötü her ameli yazıyorlar, her yapılanın fotoğrafı çekiliyor. Bu yazılan defterler canlı kanlı çıkarak konuşacaklar, kıyamet gününde sahiplerine teslim edilecekler.
Bir mümin bir iyilik yapmışsa onun mükâfatını görecektir. Kötülük yapmışsa ondan da haberdar edilecektir. İyilikleri kötülüklerinden çok ise ilâhî bir lütuf olarak o kötülükleri affa uğrayabilir veya onun cezâsını dünyada iken görmüş bulunur.
Dünya teklif, kulluk ve çalışma yeridir. Ahiret ise muhasebe, ceza ve mükâfat yeridir.
Dünyada ne kadar büyük menfaatlar ve lezzetler elde edilirse edilsin, hepsi de sınırlı ve geçicidir.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67)
Bu dünya hayatı, çocukların, oyun oynayarak kendilerini yordukları gibi insanların kendilerini yordukları bir oyuna benzemektedir. Ömrün akşamı olunca, çocukların oyunlarını bırakıp evlerine döndükleri gibi, her şey yüzüstü bırakılıp âhiret âlemine göç edilmekte, elde edilen her şey başkalarına bırakılmaktadır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurmaktadır:
"Fakat siz dünya hayatını (ahirete) tercih ediyorsunuz. Halbuki ahiret hayatı daha hayırlı ve daha süreklidir." (A'lâ: 16-17)
Abdullah bin Mesud -radiyallahu anh- Hazretleri Â'lâ sûre-i şerif'inin 17. Âyet-i kerime'sini okuyarak şöyle buyurmuştur:
"Dünya hayatını ahiret hayatı üzerine tercih etmemizin sebebini bilir misiniz? Dünya hazır önümüzde duruyor. Yiyecekleri, içecekleri, kadınları, zevk ve güzellikleri ile hemen takdim edilip bize veriliyor. Ahiret ise önümüzde gözle görülür durumda hazır bulunmuyor. O bakımdan biz peşin olanı aldık, sonra verilecek olanı bırakıverdik."
Dünya hayatı dünya gözüyle ölçüldüğünde çok büyük bir şeymiş gibi görünür. Ahiret terazisine konulduğunda ise, ne kadar değersiz ve önemsiz olduğu apaçık meydana çıkar.
Allah-u Teâlâ bu hususta Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"İyi bilin ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süstür." (Hadîd: 20)
Bu dünya hayatı, zaman öldürmekten başka bir işe yaramayan eğlence gibidir.
"Aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olmak isteğinden ibarettir." (Hadîd: 20)
Bu dünya hayatı, "Ben filânın oğluyum!.. Ben şundan üstünüm!.." gibi bir böbürlenme ve kibirlenmedir.
Dünya, insanı ahireti için çalışmaktan alıkoyuyorsa, bir aldanma sebebi olur. Ahireti kazanmak için sermaye oluyorsa, kazanma sebebi olur. Daha doğrusu cennete girmeye vesile olursa övülmüş bir yer, cehenneme girmeye vesile olursa yerilmiş bir yerdir.
Dünyaya aldananlara, dünyanın kazandırdığı işte budur.
"Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitki gibidir." (Hadîd: 20)
Yağmur sonrası biten bitkiler, nasıl ki ekincilerin hoşlarına gidiyorsa; kâfirler de dünya hayatının geçici güzelliklerinden o derece hoşlanırlar, gel-geç sevdalara oldukça düşkündürler.
"Ki, sonra kurur sapsarı olduğu görülür, sonra çer çöp olur." (Hadîd: 20)
İşte dünya hayatı da böyledir. İnsan gençlik döneminde canlı olur, sonra orta yaşlılığa geçer, kuvvetten düşmeye başlar, daha sonra yaşlanır, hareketleri tamamen azalır, sararıp solar.
"İşte hayatı bu şekilde olan kimse için ahirette şiddetli azap, müminler için ise, Allah'ın mağfireti ve rızâsı vardır." (Hadîd: 20)
Dünya hayatına düşkünlüğün neticesi acı bir azaptır. Ahireti dünyaya tercih edenler ise büyük bir mağfirete kavuşacaklar, bunun da üstünde Allah-u Teâlâ'nın rızâsına ereceklerdir. Bu öyle bir hoşnutluk ki, değeri hiçbir şeyle ölçülemez.
"Dünya hayatı insanı oyalayan aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir." (Hadîd: 20)
Dünya hayatının, dünyaya meyil ve gönül verenler nazarındaki sonucu işte bundan ibarettir.
Bu misal, dünya hayatının bir gün olup son bulacağına işaret etmekte, bunun için de meyilleri ve gönülleri ahiret hayatına doğru yöneltmektedir.
"Doğrusu onlar çabuk geçeni (dünyayı) seviyorlar da, önlerindeki o çetin günü (ahireti) bırakıyorlar." (İnsan: 27)
İnsan dünyada yüz yıl da yaşasa, dünyanın bütün varlığı ahirete nispetle bir lokma bile değildir. Çünkü sonu olan şeyin, sonu olmayan şeye mukayesesi bile yapılamaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyuruyor:
"Hayır, hayır! Siz çarçabuk geçen dünyayı seviyorsunuz ve ahireti bırakıyorsunuz." (Kıyâmet: 20-21)
O âlemdeki mükâfat ve mücâzâtı hiç düşünmüyorsunuz.
"Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!" (Necm: 61)
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'de dünya hayatının gelip-geçici olduğunu, ahiret hayatının ise ebedî olduğunu haber vermiş, müminleri dünya hayatına bağlanarak ebedî hayatlarını mahvetmekten sakındırmış ve:
"Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın!" buyurmuştur. (Fâtır: 5)
Ukbayı bırakıp dünyaya meyletmek, Hakk'ı bırakıp bâtıla sarılmak demektir. Hakk ve hakikati unutup dünya lezzetlerine dalanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
Dünya, ahireti kazanmak için bir vasıtadır, gaye değildir. Dünyanın cazip güzelliklerinin, gelip geçici tat ve lezzetlerinin insanı Allah yolundan alıkoymaması ve ahireti unutturmaması gerekir.
Çoğu zaman yüz seneyi bile geçmeyen dünya hayatı ile sonsuzluğu tasavvur olunamayan ahiret hayatı mukayese edilirse, ehemmiyet derecesi kendiliğinden ortaya çıkar.
Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir.
Dünyayı ahirete tercih etmek; kâfirin küfründeki, münafığın nifakındaki, âsinin mâsiyetindeki gizli hastalığını gösteren bir işarettir. Onların bütün gayretleri dünya lezzetlerini elde etmek içindir. Dünyanın süsü, eğlence ve lezzetleri gözlerini kör etmiş, basiretlerini örtmüştür. Allah-u Teâlâ'ya kavuşmayı aslâ akıllarına getirmezler. Ahiret yerine dünya hayatına râzı olurlar, geçici olanı ebedî olana tercih ederler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır. Ahiret yurdu ise Allah'tan korkanlar için elbette daha hayırlıdır.
Düşünmüyor musunuz?" (En'âm: 32)
Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider.
Âyet-i kerime'de:
"Dünya hayatı aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir." buyuruluyor. (Âl-i imrân: 185)
Dünya lezzetlerinin mubahlarının suali, haramlarının ise cezası vardır. Çünkü Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Dünyanın helâli hesap, haramı ise azaptır." buyurmuşlardır. (Beyhakî)
Onun için aldanmaya gelmez.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Dünya malını ehline terk ediniz. Zira ondan kifayet fevkinde (ihtiyacından fazlasını) alan kimse, şuursuzca kendini helâk etmiş olur." (C. Sağir)
Yine bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Haberiniz olsun ki dünya melundur, içindekiler de melundur. Ancak Allah-u Teâlâ'yı zikretmek ve O'nun rızâsına uygun şeylerle, bilen ve öğreten müstesnâdır." (Tirmizî)
Diğer insanlar da ekim yapıyor amma, onlar dünyanın melun kısmına dalmışlar, hayatlarını hiçe müncer etmişler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Senin için ahiret, dünyadan daha hayırlıdır." (Duhâ: 4)
İşte bu hayat-ı hakikinin semeresidir. Nefsin ölümünden sonra yepyeni bir hayat başlar.
Bu tebliğ Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-i için olduğu gibi ümmet-i muhteremesine de bir tebliğdir. İnsanlar hayâlâta dalmak için değil, hakikati bulmak ve ahireti kazanmak için gönderilmişlerdir.
Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Dünyayı tercih edenler, dünyaya meyledenler, dünyaya rağbet edenler hak ve hakikatten uzaklaşmış olanlardır.
Âyet-i kerime'de:
"Onlar dünya hayatını ahirete tercih ettiler." buyuruluyor. (Nahl: 107)
Dünyaya rağbet eden, onu sevendir. Dünyalık edinmek ve sürekli olarak daha fazlasını istemek, dünyaya rağbet etmenin alâmetidir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ashâb'ı ile birlikte pazar yerinde dolaşırken bir oğlak ölüsüne rastladı. Kulağından tutarak:
–"Hanginiz bunu bir dirhem mukabilinde almak ister?" diye sordu.
Ashâb:
–"Bundan daha az paraya bile olsa almayız. O bizim ne işimize yarar ki?" dediler.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:
–"Parasız verilse ister misiniz?" buyurdu.
–"Vallahi, esasen bu diri olsa bile, kulaksız olduğundan dolayı kusurludur, ölü iken ne yapalım?" dediler.
Bunun üzerine buyurdular ki:
–"Vallahi, bu sizce nasıl kıymetsiz ve değersiz ise, Allah'a göre de dünya bundan daha değersizdir." (Müslim)
Cenâb-ı Hakk, Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Size verilen her şey dünya hayatının bir geçimliği ve ziynetidir. Allah katında olanlar ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (Kasas: 60)
Hadis-i şerif'te;
"Dünya, ahiretin tarlasıdır." buyuruluyor. (Münâvî)
Ektiğini biçeceksin, ahirette hiçbir şey yok. Ahirete buradan götürdüğün bir şey varsa, orada o var, başka hiçbir şey yok.
Bu Hadis-i şerif'in zâhiri ve bâtıni manasını arz edelim:
Dünya bir tarladır. Ahirete taallûk eden amellerini ekmek için.
Rızâya uygun iş ve hareketlerde bulunursa, tarlayı ekmiş olur. Ekebilirsen, inşallah biçersin, ekemezsen ne biçeceksin?
Akıllı olan gideceği yer için çalışır, akılsız olan bırakacağı için çalışır.
Akıllı olan oraya hazırlığını yapar, akılsız olan çalış çalış aleme bırak. Kendisine hebasını bırakır. Daha ölür ölmez paylaştılar. Sen azabını çek, ben burada yiyeyim. Akıl mı bu?
Gönderdiğin senin, bıraktığın varisinin.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Ancak sadaka vermeyi, iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi emredenlerin sözünde hayır vardır." (Nisâ: 114)
Bu hayırlı işler açıktan değil de ancak gizli yapılmakla değer kazanır.
Binaenaleyh bu üç şeyi kavradıktan sonra bu dünyayı da ahiret tarlası haline getirmesi lâzımdır. Ahirete taalluk eden erzakı gömersin, hayır hasenatta bulunursun.
Nihayet şu Âyet-i kerime'yi de düstur edinecek:
"Allah'a tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rüku ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah'ın hududunu koruyanlar... İşte bu müminleri müjdele!" (Tevbe: 112)
Bu Âyet-i kerime'yi insan kaparsa, yaşarsa, nefsine tatbik ederse Cenâb-ı Hakk'ın rızâ hududunun içine girmiş oluyor. Bunlar dünya hasenesidir.
Cenâb-ı Hakk Âyet-i kerime'sinde şöyle buyuruyor:
"Kim (kıyamet gününe) bir iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır." (En'âm: 160)
Sen hakikaten rızâ yolunda çalıştıysan, ektiysen, sana ektiğinin en aşağısı bire on verilir.
Dilerse bu iyilik sahibi bahtiyar müminlere; lütuf, ihsan ve ikramı olarak fazlasını da verir.
Binaenaleyh bunlar ahiret ekini oluyor. Dünya tarlasından ahirete geçti şimdi. Bire; on, yüz, yedi yüze kadar gidiyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Bir hasene (iyilik) ondan yedi yüz kat büyük hasene ile, bir seyyie (kötülük) yalnız kendi misli ile karşılanır. Meğer ki; o kötülüğü de Allah affeder." (Buhârî: 39)
Dünya bir hayaldir, ne ki varsa seriu'z-zevaldir. Eğer dünyada ebediyatı için çalışmışsa, hazırlığını yaptıysa karşılığını alacak. Amma çalışmadı ne alacak?
Bâtınî ekine gelince;
Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, onu halketmezden evvel onu ektiyse, kendi tarlasına ektiğini kendi büyütür. Kendisi büyüttüğünü kendisi muhafaza eder. Onu hıfz-u himayesinde, tasarruf-u ilâhiyesinde bulundurur. Ona hayırlı ömür, hayırlı umur, hayırlı ölüm lütfeder. Ebedî saadete erdirir. Bu da kendi ektiği kullardır. Ezelden alınanlardır.
Bu noktada; şeriat, tarikat, hakikat ve marifetullah ehlinin ekinlerini de arz edelim:
Zâhir ehlinin ekini satırdandır, Allah-u Teâlâ ona hidayet lutfetmişse bildiği kadar zannı ile yürümeye çalışır. Fakat dışta kalmıştır, alt tabakaları bilmez.
Tarikat ehlinin yukarıdan aşağıya yavaş yavaş inmeye çalışır ki hakikate vakıf olmak için. Bunun çalışması da rüyâ göreyim, yolda ilerleyeyim, bir şeylere nail olayım içindir, karşılık bekler.
Hakikat ehli ise gerçekten Hakk'ı ve hakikati aramaya başlamıştır. Zanlardan, vehimlerden sıyrılmaya, nefsin hilelerinden kurtulmaya, Hazret-i Allah'a yakın olma çarelerini aramaya çalışır. İbadet ve taatine devam eder.
Marifetullah ehline gelince; o, ekimini gönülde yapar. Onun işi ruh iledir. Hazret-i Allah'ın ona bahşettiği ruh ile temasını kurar. Ruh ile hemhâl olur. Her türlü riyâdan, maddeden, gaileden sıyrılmıştır. Vücut elbisesinden, ten kafesinden sıyrılmıştır. Kendi vücudu bile ona ağır gelir. Niçin? Vücudu Hazret-i Allah'a yaklaşmasına engel olduğu için. Bu kulları Allah-u Teâlâ kendisi için yaratmıştır. Bu kulları dünya için, zevk, sefa için yaratmamıştır. O kul da O'nunla olmak ister. Hazret-i Allah ile hemhâl olmuştur.
Dünya hayatı muvakkattır, günleri mahduttur, emniyete şâyân değildir. Servet ve sâmânı ise emanettir. Geçicidir, gidicidir, aldatıcıdır. Gönül bağlamaya değmez.
Lâkin bir ahiret tarlası olduğu için, rızâ-i Bârî'ye vesile olduğu için çok muhteremdir, çok mükerremdir. Dünya sayesinde ahiret kazanılır. Bu gaye için kullanıldığı zaman insana bir gemi olur, suyun üstünde yüzdürür. Gayesi haricinde kullanılırsa cehennemin dibine indirir.
Çalışma; kendisini ve ailesini kimseye muhtaç etmemek, müminlere faydalı olmak, ahiret saâdet ve selâmetini kazanmak içindir. Dünya geçimi, ahireti kazanmaya bir yol ve yardımcıdır.
Niyet ahiret gayesi olmalıdır, ahiret işlerini rahatlıkla ve kolaylıkla yapmak için olmalıdır.
Saadet-i ebediyyeyi kazanmak maksadıyla gayretlerini Cenâb-ı Hakk'ın rızâsına uygun olarak sarfedenler her iki dünyalarını da kurtarmış olurlar.
Âyet-i kerime'de:
"Şüphesiz insan için kendi çalışmasından başkası yoktur ve çalışması ileride görülecektir." buyuruluyor. (Necm: 39-40)
Her müslümanın kendisine, âilesine ve borçlarını ödemeye yetecek kadar helâlinden kazanması farzdır. Çünkü bir müslüman, görevlerini kazanç sayesinde yerine getirebilir. Niyeti iyi olursa aynı zamanda sevap da kazanır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde buyurur ki:
"Uykunuzu bir dinlenme yaptık, geceyi bir bürgü yaptık, gündüzü ise geçiminize elverişli kıldık." (Nebe: 9-10-11)
Uyku ve gece; gündüz çalışmak için dinlenme zamanı olduğu gibi, uyanıp gündüz çalışmak da geçim temin etmeye vasıtadır. Allah-u Teâlâ tarafından insana tahsis edilmiştir.
"Yeryüzünde sizin için geçimlikler yarattık." (Hicr: 20)
Yemek, içmek ve ticaret yapmak gibi hususlarda yeryüzünde bir çok nimetler ve maişetler halketmiştir.
"Size yeryüzünü boyun eğdiren O'dur. Öyleyse yeryüzünde dolaşın. O'nun verdiği rızıktan da yiyin.
Nihayet dönüş O'nadır." (Mülk: 15)
İnsanın ondan yararlanmasını elverişli kılmış, onun her bölgesine her tarafına çeşitli kazanç yolları aramak ve ticaret yapmak üzere gidip gelmelerini tavsiye buyurmuş, rızkını elde etmek için gerek duyacağı her şeyi yeryüzünde var etmiştir.
"Yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlından nasibinizi arayın." (Cum'a: 10)
Çünkü rızık O'nun elindedir. Çalışanın çalışmasını zâyi etmez, isteyenin ümidini boşa çıkarmaz.
Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki; dünyadan el-etek çekmek esas değildir. Müslümanların meşru surette dünyadan faydalanmaları gerekir.
"Dünyadan da nasibini unutma!" (Kasas: 77)
Başta Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz olmak üzere büyükler çalışmayı ihmal etmemişlerdir.
Cenâb-ı Fahri Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Çalışarak kazanç sağlama yollarını aramak her müslüman üzerine bir farzdır."
"Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış." (İbn-i Asakir)
Çalışırken ve kazanırken kişinin niyeti, ahiret işlerini rahatlıkla ve kolaylıkla yapmak olmalıdır.
Hadis-i şerif'te:
"Allah-u Teâlâ dünyayı ahiret niyetine göre verir." buyurulmaktadır.
Allah-u Teâlâ dünya nimetlerini, dostları olan müminlere has kılmıştır. İnanmayanlar her ne kadar ortak olsalar da, bu nimetler dünya hayatında Allah'a inanan ve ibadet edenler için yaratılmıştır. Kıyamet günü ise sadece onlara tahsis edilecek, inanmayanlardan hiç kimse bu nimetlere eremeyeceklerdir. Zira cennet kâfirlere haram kılınmıştır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Resul'üm! De ki: Allah'ın, kulları için yarattığı süsü ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmış?
De ki: Bunlar dünya hayatında inananlarındır, kıyamet gününde ise yalnız inananlara tahsis edilmiştir.
İşte biz bilen kimseler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz." (Â'râf: 32)
O ziynetlerin o temiz yiyeceklerin başlıcası, müminlerin istifadesi için yaratılmıştır. Mümin olmayanların bunlardan bu dünyada istifade etmeleri ise geçici bir zamandır. Ahirette bu nimetlere iştirak edemeyecekleri gibi, bir çok cezalara ve azaplara maruz kalacaklardır.
Âyet-i kerime'den anlaşılıyor ki dünyadan el etek çekmek esas değildir. Müslümanların meşru surette dünyadan faydalanması gerekir.
"Ahiret de dünya da Allah'ındır." (Necm: 25)
Görülüyor ki Allah-u Teâlâ dünyada da ahirette de müminleri ayırmıştır. Bütün bu ikram ve ihsanları Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ve onun yüzüsuyu hürmetine ümmet-i muhteremesine bahşetmiştir. Her türlü nimet müminler için iniyor, fakat herkes istifade ediyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Her asırda benim ümmetimde sabikûn (önde gelenler) vardır ki bunlara büdelâ ve sıddikûn ıtlak olunur. Haklarındaki inayet ve merhamet-i ilâhî o kadar boldur ki, sizler de o sayede yer ve içersiniz. Yeryüzü halkı için vukuu tasavvur olunan belâ ve musibetler onlarla kaldırılır." (Nevadir-ül Usûl)
Bir veliye bunca ihsan, bunca ikram. Ya Allah-u Teâlâ'nın nuru olan Resulullah Aleyhisselâm'a neler verilmiştir?
İşte Âyet-i kerime, işte Hadis-i şerif.
Allah-u Teâlâ bütün bu lütufları Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine ikram ediyor, fakat inanan ve inanmayan herkes istifade ediyor. Amma mümin olmayanların istifade etmeleri geçici bir zaman içindir. Ahirette bu nimetlere iştirak edemezler. Çünkü Allah-u Teâlâ dünyanın Rahman'ı, ahiretin Rahîm'idir.
"Kadın olsun erkek olsun, her kim mümin olarak sâlih amel işlerse, biz onu (dünyada) çok güzel bir hayat ile yaşatırız. (Ahirette ise) mükâfâtlarını yaptıklarının en güzeli ile ödeyeceğiz." (Nahl: 97)
Allah-u Teâlâ sadece ahirette değil, dünyada da huzurlu bir hayat bahşeder. Bu, iman edip sâlih ameller işleyenlere bir vaad-i sübhânî'dir.
Allah-u Teâlâ'nın rahmet hazinelerinin sonu yoktur. O'nun dünyevî ve uhrevî bütün nimetleri birer saâdet vesilesidir.
Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Sizin yanınızda olanlar tükenir, Allah katında olanlar ise bâkidir, tükenmez.
Sabredenlerin karşılığını, yaptıklarının en güzeli ile vereceğiz." (Nahl: 96)
Onlar, yaptıkları hayırlı amellerin karşılığını âhirette almak için sabırla beklerler, sonsuz olanı geçici olana tercih ederler. Bunun içindir ki haram yollarla elde edebilecekleri her türlü kazancı reddederler.
Bu gibi kimseler bol bir rızka nail olurlarsa şükrederler, âhiret mükâfatlarına namzet olurlar. Dar bir rızıkla rızıklanırlarsa kanaat ederler kısmetlerine râzı olurlar, bunun için de âhiret mükâfatlarına namzet olurlar.
Mümin; insan rızkının Allah-u Teâlâ'nın takdiri ve tedbiriyle olduğunu bildiği için, ilâhi taksime râzı olur, rızkı ne kadar az da olsa kalbi rahat eder. Kâfirin ise kanaatı olmadığından, rızkı ne kadar çok ve zengin de olsa kalp darlığından kurtulamaz.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İman edip amel-i sâlih işleyenlerin kötülüklerini elbette örteriz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz." (Ankebût: 7)
İslâmiyet bir lokma ve bir hırka ile yetinmeyi emreden bir din değildir. Meskenet ve tembelliği, dilenciliği, başkasına yük olmayı... şiddetle yasaklamıştır.
Başta Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz olmak üzere bütün büyükler çalışmayı ihmal etmemişlerdir.
Âdem Aleyhisselâm buğday eker, onu hasat eder, harmanda döver, öğütür, un ve ekmek yapardı. İdris Aleyhisselâm terzi, Nuh Aleyhisselâm ve Zekeriyâ Aleyhisselâm marangoz, Dâvud Aleyhisselâm demirci, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise tüccar idiler.
Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazeratı'nın her birisi bir işle meşgul oldular. Çünkü kişinin yediğinin en temiz olanı kendi kazancından olanıdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz çalışkan insanları çok sever, tembellikten hoşlanmaz ve dilenciliği sevmezdi.
Bir gün Ashâb-ı kiram'ı ile oturuyorlardı. Gücü kuvveti yerinde bir delikanlının sabahın erken saatinde oradan geçtiğini gördüler.
Ashâb "Yazık buna! Eğer kuvvet ve gençliğini Allah yolunda sarfetmiş olsaydı, ne iyi olurdu!" dediler.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunun üzerine buyurdular ki:
"Öyle söylemeyiniz. Şayet o, küçük çocuklarının rızkını temin için yola çıkmışsa Allah yolundadır. Kendisini helâl yollardan beslemek için yola çıkmışsa yine Allah yolundadır. Amma riyakârlık ve övünmek için yola çıkmışsa işte o zaman şeytan yolundadır." (Taberâni)
Huzur-u saâdetlerine bir gün bir cemaat geldi. Söz sırasında "Yâ Resulellah! Memleketimizde sulehadan bir zat var, gündüzleri oruçla geceleri namaz ve zikrullahla meşgul oluyor." dediler. Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz onun yiyecek ve içeceğini kimin temin ettiğini sordu. "Biz hepimiz..." cevabını alınca "Öyle ise hepiniz ondan üstünsünüz." buyurdu.
Bir Hadis-i şerif'lerinde:
"Sizin hayırlınız dünyası için âhiretini, âhireti için dünyasını terk etmeyip her ikisi için çalışan ve halkın başına yük olmayandır." buyuruyorlar. (Camiü's-sağir)
Dünya gerçekten muvakkat bir zaman içindir, günleri mahduttur, itimada şayan değildir, geçicidir, gönül bağlamaya değmez. Lâkin ebedî bir hayatın ekim tarlası olduğu için çok kıymetlidir, çok muhteremdir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Dünya ahiretin tarlasıdır." buyururlar. (Münâvî)
Eğer insan gönderiliş sebebini lâyık-ı veçhile bilirse, gece-gündüz o tarlayı ekmek için çalışır. Böylece hem dünya saadetine hem ahiret selâmetine nail olur, hem de kendisini cehennem azabından muhafaza etmiş olur.
Güzel bir hayat geçirmek ve fazla nimetlenmek için daha fazla kazanç sağlamak mübahtır.
Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:
"Sâlih bir insan için helâl mal ne güzeldir." (Ahmed bin Hanbel)
"Takvâ ve tâat için mal ve servet, müminlere ne güzel bir yardımcıdır." (Münâvî)
"Bir senelik hayatına yeterli olan azık insanın diyânetine ne güzel bir yardımcıdır." (Münâvî)
"Bir insan bir işte bulunup rızıklanıyorsa, o işe devam etmelidir." (Camiü's-sağir)
• İslâm'a karşı veya İslâm'ın haram kıldığı işler de haramdır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz faizi ve içkiyi yasaklarken; imal eden, taşıyan, hizmet eden, yazan ve şahidlik eden kimseleri de lânetlemiştir.
Hadis-i şerif'te "Allah-u Teâlâ bir şeyi haram kılınca onun bedelini de haram kılar." buyurulmaktadır. (Ebu Dâvud)
Allah-u Teâlâ yeryüzünü içindekileri ile beraber insanoğluna musahhar kılmış, istifadesine arzetmiştir. Bütün bunlar dünya hayatını geçirmek ve faydalanılmak üzere verilmiş birer vasıta olması itibariyle birer nimet iseler de, asıl aranılacak gâye bunlar değildir, bunların faydası geçicidir. Bir çok insanlar ise bütün bunlara düşkündürler.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"İnsanın gönlünü çeken kadınlar,
Oğullar,
Yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşler,
Salma ve güzel atlar,
Sağmal hayvanlar ve ekinler sevgisi insanlara hoş gösterildi.
Bunlar dünya hayatının geçici birer menfaatidir.
Oysa gidilecek yerin güzel olanı Allah katındadır." (Âl-i imrân: 14)
1- Allah-u Teâlâ beyanında kadınlardan başlıyor. Zira dünyadaki fitnelerin en şiddetlisi kadınlar sebebiyledir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Kendimden sonra erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım." buyurmuşlardır. (Müslim)
Şu kadar var ki kadınlarla ülfetin maksadı ırzını koruma ve çocukların çoğalması olursa, bu durum arzulanan ve teşvik edilen bir husustur.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Evleniniz, çok olunuz! Zira ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla geçmiş ümmetler üzerine iftihar ederim." buyurmuşlardır. (Ebu Dâvud)
Diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyururlar:
"Dünya bir metâdır, o metânın en hayırlısı ise sâliha bir kadındır." (Müslim)
2- Çocukları sevmek övünme ve ziynet için olursa Âyet-i kerime'nin hükmüne girer.
Nitekim bir Âyet-i kerime'de:
"Servet ve oğullar dünya hayatının süsüdür." buyurulmuştur. (Kehf: 46)
Çocuk anne-babaya ilâhî bir hediye, ilâhî bir emanettir. Ümmet-i Muhammed'in çoğalması gayesiyle güzel bir terbiye ile yetiştirilirlerse elbette hayırlı bir iş yapılmış olur. Böyle güzel bir terbiye ile yetiştikleri için anne-baba da onun ecir ve sevabına ortak olurlar.
3- Servete gelince; sahibini gurura kaptırıp onu insanların haklarını çiğneyen bir kişi yaparsa kötüdür.
Hadis-i şerif'lerde şöyle buyuruluyor:
"Her ümmet için bir fitne vardır. Ümmetimin fitnesi de maldır." (Tirmizî)
"Benden sonra size dünya nimetlerinin ve ziynetlerinin açılıp onlara gönlünüzü kaptıracağınızdan korkuyorum." (Buhârî-Müslim)
Kişi o malı elde etmek için birçok tehlikeyi göze alabilir.
Fakat mal sahibi, serveti ile hem Yaratan'ının hem de insanların haklarına riâyet ederse o mal güzel bir şeydir.
Diğer bir Hadis-i şerif'te:
"Sâlih bir insan için helâl mal ne güzeldir!" buyurulmuştur. (Münâvî)
4- Övünmek ve nefsini tatmin etmek için yetiştirilen at, sahibi için vebaldir. İnsanlar bu gibi binekleri hoş gördüler ve sevilecek şey bunlar zannettiler. Bu gibi şeylerin süslü ve hoş görünmesi insanoğlunun fıtrat ve yaratılışı icabıdır.
Sahipleri bunları Allah yolunda kullanmak üzere beslerlerse sevap kazanırlar.
Nitekim Âyet-i kerime'de:
"Ey inananlar! Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın." buyuruluyor. (Enfâl: 60)
At, Allah-u Teâlâ'nın Kur'an-ı kerim'de üzerlerine yemin ettiği yaratıklarındandır. (Âdiyât: 1)
5- Deve, sığır ve hayvanlardan binek ve yiyecek için olanlar, ekilen ve dikilen şeyler de bunun gibidir.
Bütün bunlar insanın Allah'tan uzaklaşmasına ve günah kazanmasına sebep olurlarsa kötüdürler. Zamanımızda bir çok insanlarda görülen durum budur.
Bunların haklarına riâyet edilirse, bunlarla dînî ve vatanî vazifeler yerine getirilirse her biri birer nimettir, ilâhi birer lütuftur.
"Bunlar dünya hayatının geçici birer menfaatidir.
Oysa gidilecek yerin güzel olanı Allah katındadır." (Âl-i imrân: 14)
Bununla beraber hepsi de dünyevîdir, geçicidir, fânidir. İnsan bunlarla yetinmemeli, ebedi hayatını temin etmek için yorulmalıdır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"De ki: Size bunlardan daha iyisini haber vereyim mi?" (Âl-i imrân: 15)
"Takvâ sahipleri için Rabb'leri katında, altlarından ırmaklar akan ve orada ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır.
Allah kullarını hakkıyla görücüdür." (Âl-i imrân: 15)
O, kullarının niyetlerinden de amellerinden de tamamen haberdardır.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Yarışanlar bunun için yarışsınlar, imrenenler buna imrensinler." (Mutaffifîn: 26)
Allah-u Teâlâ Kur'an-ı kerim'inde dünya hayatının gelip-geçici olduğunu, ahiret hayatının ise ebedi olduğunu haber vermiş, müminleri dünya hayatına bağlanarak ebedî hayatlarını mahvetmekten sakındırmıştır:
"Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının kısa süreli bir geçimidir.
Allah'ın yanında bulunanlar ise, daha hayırlı ve daha devamlıdır.
Bu mükâfat iman edenler ve Rabb'lerine tevekkül edip güvenenler içindir." (Şûrâ: 36)
Bu mükâfatı hak edenler Allah-u Teâlâ'nın koyduğu hudutlar içinde ömürlerini sürdürürler, her vesile ile Rızâ-i ilâhî'yi ararlar.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"De ki: Dünya geçimi azdır. Ahiret ise Allah'tan korkup kötülükten sakınanlar için daha hayırlıdır.
Size kıl kadar haksızlık edilmez." (Nisâ: 77)
Bir şey zeval bulmakla karşı karşıya ise, çok bile olsa az sayılır. Hem az hem de geçici ise durum daha da değişir.
Ahiretin kendileri hakkında dünyadan daha hayırlı olacağı kimseler ise takvâ sahipleridir.
"Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir.
Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır, keşke bilseler!" (Ankebût: 64)
Eğer insanlar ahiretin devamını bilselerdi, dünyayı ahiret üzerine tercih etmezlerdi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Dünyaya muhabbet, büyük günahlardandır." (C. Sağîr)
Dünya muhabbetine tutulanların her türlü yasağı irtikap edegeldikleri herkesin bilip kabul ettiği bir husustur.
Âhiretsiz bir dünya hayatı yaşamak isteyenlerde zaten hayat da yoktur. Kalplerinde yalnız dünya muhabbeti olduğu için huzursuzdurlar. Hayat ise huzurla kaimdir, huzursuz hayat yaşanmaz. Günahlar kalp üzerine baskı yaparlar ve onu sıkıştırırlar. Zengin de olsalar, her arzularına nail de olsalar, o darlıktan o huzursuzluktan kurtulamazlar. Gönül dar olunca koca dünya insana dar gelir.
Bir Âyet-i kerime'de:
"Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun hakkı da dar bir geçimdir." buyuruluyor. (Tâhâ: 124)
Zâhiren nimetler içinde görünse bile, dilediğini yiyip içip, dilediğini giyinip, dilediği meskenlerde yaşasa bile; ne rahatı ne huzuru olur, ne kalbinde genişlik ne deferahlık olur. Tereddütlerden, kuruntulardan, boş hayallerden, uzun emellerden kendisini kurtaramaz. Bunun da sebebi hidayetten uzak oluşlarındandır.
İnanmayanların dünyadaki geçim süreleri çok azdır. Onun dünyadan faydalanması dünya ile sınırlı kalır, ahiret azabından kurtulmasına ise imkân bulunmaz.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Onları az bir süre geçindiririz, sonra kendilerini ağır bir azaba sürükleriz." (Lokman: 24)
"İnkâr edeni de az bir süre geçindirir, sonra onu ateşin azabına (girmeye) zorlarım.
Orası ne kötü varılacak yerdir." (Bakara: 126)
Allah-u Teâlâ kâfirlere de yaşadıkları sürece nimetlerini esirgemeyeceğini, fakat ölümlerinden sonra rahmetini artık onlardan keseceğini ve küfürlerinin cezası olarak onları çok kötü bir yer olan cehenneme icbar edeceğini beyan buyurmaktadır. Onların faydalanması dünya ile sınırlı kalır, ahiret azabından kurtulmalarına imkân bulunmaz.
Onlara verilen rızık bolluğu azaplarının daha da artmasına sebep olacaktır. Çünkü onlar o kadar bol nimetlere nâil oldukları halde, o nimetleri ihsan buyuran Allah-u Teâlâ'ya iman etmediler. Yaratıcı'yı tanımadılar. Dolayısıyle ilâhî azaba müstehak oldular.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:
"Eğer bütün insanlar (küfre meyledip) tek bir ümmet olma durumuna düşmeyecek olsaydı, Rahman olan Allah'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını, çıkacakları merdivenleri, evlerinin kapılarını, üzerine yaslanacakları koltukları gümüşten yapar ve onları altın ziynetlere boğardık.
Bütün bunların hepsi sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise Rabb'inin katında, O'nun azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur." (Zuhruf: 33-34-35)
Allah katında dünya malının hiçbir değeri yoktur. Altın ve gümüşün kıymet olarak bilinmesi insanlara göredir. O'nun katında değersiz olduğu içindir ki, peygamberlerini dünya hayatında bunlardan mahrum bırakmıştır.
Nitekim Hadis-i şerif'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin, altın ve gümüş kaplardan yemek yemeyin. Şüphesiz ki bunlar dünyada onların, ahirette ise bizimdir." (Buhârî-Müslim)
Allah-u Teâlâ'dan ve O'nun yüce dininden yüz çevirip küfre kayan, Hakk'ı bırakıp bâtıla sarıldıkça sarılan kimseler devâsız, şifâsız bir hastalığa yakalanmışlardır.
İstidatlarını Hakk'tan yana olmak yönünde kullanmadıkları içindir ki, Allah-u Teâlâ bir istidraç olarak onlara bir çok servetler verir, şehvet nimetlerini gözlerine süslü gösterir. Kalplerini bu denli dünyanın sevgisi kuşatır. Uğrunda ölecek gibi dünyaya gönül bağlarlar. Dünya malının üstünde hiçbir haz ve nasip tasavvur edemezler. Öyle bir fitneye düşerler ki, bu pek süslü gördükleri varlıklarla övünüp dururlar, ahireti de büsbütün unuturlar.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"İnkâr edip kâfir olanlara dünya hayatı süslü gösterildi.
Bu yüzden onlar inananlarla alay ederler. Oysa ki Allah'tan korkup karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet gününde onların üstünde olacaklardır.
Allah dilediğine hesapsız rızık verir." (Bakara: 212)
Müminler ise Allah'a inandıkları, yolunda bulundukları, ilâhî bir lütuf olarak dünyanın mahiyetini kavradıkları, iyiyi-kötüyü, haramı-helâli seçtikleri için; O'na döndükleri gün hem bol kazanca kavuşacaklar, hem de yüksek derecelerde olacaklardır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Rabb'inizden mağfiret dileyiniz ve O'na tevbe ediniz ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin." (Hûd: 3)
Dünya bir haraphanedir. Dünyayı harap gören bir insanın içi o nispette sağlam ve düzgündür. Dünyayı mamur gören ve muhabbet eden bir insanın içi ise haraptır.
Allah-u Teâlâ dünyayı içindekileri ile beraber insanoğluna musahhar kılmış, istifadesine arzetmiştir. Bütün bunlar dünya hayatını geçirmek ve faydalanmak üzere verilmiş birer vasıta olması itibariyle birer nimet iseler de, asıl aranılacak gaye bunlar değildir, bunların faydası geçicidir. Birçok insanlar ise bütün bunlara düşkündürler.
Hakk ve hakikati bırakıp dünya lezzetlerine dalanlar, dünyaya aşırı muhabbet bağlayanlar büyük bir belâya ve huzursuzluğa uğramışlardır.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah âhireti kazanmanızı ister." (Enfâl: 67)
Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir.
Akıllı kimsenin dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede kapılmaması gerekir. Serap gibi parıldar, bulut gibi geçer gider.
Diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Senin için ahiret, dünyadan daha hayırlıdır." (Duhâ: 4)
Dünya sayesinde ahiret kazanılır. Bu gaye için kullanıldığı zaman insana bir gemi olur, suyun üstünde yüzdürür. Gayesi haricinde kullanılırsa cehennemin dibine indirir.
Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Haberiniz olsun ki dünya melundur, içindekiler de melundur. Ancak Allah-u Teâlâ'yı zikretmek ve onun rızasına uygun şeylerle, bilen ve öğreten müstesnâdır." (Tirmizî)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Nasıl yaparsan sana da öyle yapılır." buyururlar. (Buhârî)
İyiyse iyi kötüyse kötü.
Âyet-i kerime'de ise şöyle buyuruluyor:
"İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm: 39)
Gece gündüz çalışmak gerekiyor. Zira burası bir tarladır. Bir ebedî hayatın ekimine geldik. Yâ saadet-i ebediye veya felaket-i ebediye ile karşı karşıyayız.
Buradan da anlaşılıyor ki dünya hayatı çok mühimdir, çok sakınmamız gerekiyor.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Her ümmetin helâkine mucip bir fitne vardır. Benim ümmetimin helâk sebebi ise dünya malıdır." (Hâkim)
"Dünyadan ve ziynet-i metâından (cazibeli mallardan) muhabbetinizi kesiniz." (Münavî)
"Dünya müminin cehennemi ve kâfirin cennetidir." (Tirmizi)
Mümin dünyada ne kadar nimet içinde yaşarsa yaşasın, Allah-u Teâlâ'nın Cennet-i âlâ'da ona bahşedeceği nimetler yanında zindanda gibidir. Fakat bir kâfir ne kadar eziyet görürse görsün, cehennem azabının yanında dünya ona cennet gibidir.
Muhabbet Yaratan'a bağlanacak.
Bir insan Hazret-i Allah'a çok samimi olacak, Hazret-i Allah'tan çok korkacak ve Hazret-i Allah'ı çok sevecek. Ama bunlar da icraat ile belli olacak.
"Ey Peygamber! Allah sana da sana tâbi olan müminlere de yeter." (Enfâl: 64)
Boynun bükük olsun, gözün yaşlı olsun, gönlün Hakk'ta olsun.
Ama çoluk çocuğa bağladığın zaman, o bağ çözülüyor. Bu üç kelimede çok mühim iş var.
Abdulkadir Geylâni -kuddise sırruh- Hazretleri bir çocuk doğduğu zaman, onun ismini koyar; "Ben bunu öldü biliyorum!" buyururlardı.
Muhabbetini kalbinden atmış; "Ama yaşamış ama ölmüş, benim için fark yok!"
Yani muhabbetini kalbinden çıkartıyor, ölü olarak biliyor. Muhabbet yalnız Hakk'a bağlanır, halka değil...
Akl-ı meaşda olanların kimi para hırsındadır, kimi lezzetler peşindedir. Kimisi çocuğunu düşünür, kimisi şehvet yolundadır.
Ve fakat gün gelir ömür sona erer. Tul-i emel bitmiştir. Herkes sorguya çekilmiştir. Kimisi saadet-i ebediyeye varmıştır, kimisi de kendisini helâk etmiştir. Zira o, niçin yollandığını bilmedi, dünyaya o kadar tapmıştı ki, onun için gönderildiğini sanmıştı.
Halbuki Hakk Celle ve Alâ Hazretleri buyurur ki:
"O hanginizin daha güzel amel işleyeceğinizi imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratandır." (Mülk: 2)
Allah-u Teâlâ bizi bu dünya sahnesine denemek için gönderdi. Halbuki ilm-i ezelîsinde kimin ne yapacağını biliyordu. Daha cenin halindeyken kişinin takdirini dürmüştü. Fakat kulun kendisi de görsün diye sahneye gönderdi. Eğer bizi göndermeseydi, iddia ve itirazlarda bulunacaktık.
Ama bu sahnede öyle bir durum var ki, kişinin her an fotoğrafı çekiliyor, her sözü her kelimesi zabtediliyor.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurur:
"Şunu iyi bilin ki, üzerinizde muhafızlık eden değerli kâtip melekler vardır. Onlar, yapmakta olduklarınızı bilir ve yazarlar." (İnfitar: 10-12)
Ve insan ölürken sonanda bu filmi seyredecek, gideceği yeri görecek. Ya saadet-i ebediye veya felâket-i ebediye...
Eğer saadet ehli ise, adeta uçarcasına gitmek ister. Ruhu çıktıktan sonra yedi kat semaya çıkar ve Hazret-i Allah ile karşılaşır. Şekavet ehli ise gitmek istemez. Hazret-i Allah da onunla karşılaşmak istemez, gök kapıları onlara açılmaz. Dünya semâsından döndürülür.
Çok ince bir mevzu.
O ki masivayı kalbine doldurmuştu, nazârgah-ı ilâhiyi çöp tenekesine çevirmişti ve aklını da kalbini de ifsad etmişti.
Halbuki Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:
"Ümmetimden yetmiş sene yaşayan pek azdır." buyururlar. (C. Sağir)
Biz insanlar dünyaya o kadar meyletmişizki; aklımızda o, fikrimizde o, elimizde o, dilimizde hep o.
Bâki âleme giderken bunların hiç de faydası olmayacak. Meselâ; bir insan var, bir memleket de onun, bir bina değil de bir memleket. Cenazesi giderken bu kadar malın-mülkün onun yanında sinek kanadı kadar değeri kalıyor mu? Hâlbuki bütün ömrü onları toplamakla geçmişti. Onun değildi aslında, denemek için ona emanet verilmişti. İşte biz bunu bilemiyoruz.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Amelleri Tihame dağı kadar büyük olan nice topluluklar vardır ki kıyamet günü haşredilecekler ve cehenneme atılmaları emredilecek."
Ashâb-ı kiram: 'Namaz kıldıkları halde mi ya Resulellah?' diye sorunca şöyle devam etti;
"Evet bunlar namaz kılarlar, oruç tutarlar, geceleri çok az uyurlardı. Ama kendilerine azıcık bir dünyalık arz edildi mi dört elle sarılırlardı." (Irakî, Muğni lll. 204)
"Ey iman edenler! Ne mallarınız ne evlâtlarınız sizi zikrullahtan alıkoymasın.
Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır." (Münâfikûn: 9)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki gayretleri mideleri, şerefleri servetleri, kıbleleri karıları, dinleri dirhemlerive dinarları olacak. Onlar mahlûkatın en şerlileridir ve onların Allah katında hiçbir nasipleri yoktur." (Deylemî)
Böyle zamanda böyle insanlar gelecek ve insanlar da böyle cezalanacak.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e; "Dünya neden ibarettir." diye sorulduğunda:
"Dünya, Mevlâ'nın zikrinden ve taatinden seni meşgul eden ve gaflete düşüren şeydir." buyurdular.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Ey Ebu Zerr! Gemiyi yenile, çünkü deniz derindir. Tekmil azığını al, çünkü sefer uzaktır.
Yükünü hafiflet, çünkü dağlar arasındaki yol sarp ve meşakkatlidir.
Amelini hâlis kıl, çünkü iyiyi kötüden ayırt eden Allah her şeyi, her yapılanı görür." (İbn-i Hâcer, Münebbihât)
Dünyadan sıyrılacaksın. Sıyrılmak demek; muhabbeti kalbinden çıkaracaksın. Kalbine muhabbetle zikrullahı yerleştireceksin, O'na yöneleceksin. İşte o zaman yükleri atmış olursun. Hani atan? Herkes yüküne sarılmış, rızâya sarılan nerede?
Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:
"Dünyayı ahirete tercih eden kimseyi Hakk Teâlâ üç şeye mübtela kılar. Birisi üzüntü, gam ve ıstıraptır ki ebediyyen kendisinden ayrılmaz. İkincisi kalp fakirliğidir ki, o kimsenin dünya ihtiyaçları tükenmez. Üçüncüsü, hırs ve tamahtır ki, kendisi hayat boyunca doymak bilmez."
Ahirete inanan bir kimse için; "Neresine güveniyorsunuz bu dünyanın!" diyorum. Ama ahirete inanmayan yapacağını yapacak ve gideceği yere gidecek. Cennet-i alâ'da hak, cehennem de hak...
Diğer bir Hadis-i şerif'te ise
"Dünyadan sakınınız. Çünkü dünya Harut ve Marut'tan daha fazla büyüleyicidir." buyruluyor. (Tirmizî)
Zavallı insan bir hayalâthane dünya için ebediyatını kaybediyor.
Yine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Dünya için çalışmakta hırs göstermeyiniz. Herkes dünyada kendine ne takdir edilmişse ona kavuşur." buyuruyorlar. (İbn-i Mâce)
Tûli emeli bırakmak lâzım. Çünkü senin değil, dünyanın bile ömrü azaldı.
"Para, dirhem, ipek ve kadife kulu olan kimseler yüzüstü düşsünler, kahrolsunlar." (Buhâri: 1218)
İnsanın kaydığı en çok iki yer vardır; kadın ve dünya muhabbeti...
Bir başka Hadis-i şerif'te yine şöyle buyuruluyor:
"Ey Ademoğlu! Sana kâfi gelecek nimetler varken, seni azdıracak şeyleri istiyorsun.
Ey Ademoğlu! Ne aza kanaat ediyorsun, ne de çoğa doyuyorsun." (Beyhâki - C. Sağir)
Mal, dost, ahbap kabre kadar gider, amel seninle gider.
Cenâb-ı Fahr-i Kaînat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"Ben Havz'ın başına sizden önce varacağım. Onun genişliği Eyle ile Cuhfe arası gibidir. Sizin benden sonra şirk koşacağınızdan korkmuyorum. Fakat ben sizin dünya hakkında yarışa girişeceğinizden ve birbirinizle çarpışıp sizden öncekilerin helâk olduğu gibi helâk olacağınızdan korkuyorum." (Müslim: 2296)
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî)
İnsanın kabirdeki bu yaşayışı dünyadan alâkasını kestiği andan itibaren başlar.
Bahçeye düşersen saadet, çukura düşersen felâket. Onun için insanın hazırlanması lâzım.
"Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Çünkü Allah onların ne yaptıklarını en iyi bilendir." (Zümer: 70)
Size dünyayı terk edin demiyorum. Yalnız dünya için çalışırken ebedi hayatın saadetini de ihmal etmeyin. Çünkü dünya malı dünyada kalacak. Önümüzde öyle büyük fırtınalar varki hiçbir şey kalmayacak. Biz hazır olalım. İmanla göçmek için çareler arayalım. Onun için cihat yolunda bulunalım. O'nun yolunda olalım, O'nun yolunda ölelim.
Hazret-i Allah'ın, Resulullah'ın ve onun varislerinin getirdiklerinin, bıraktıklarının emanet olduğunu bilelim; azmayalım, şaşmayalım!
İmandan kayan öyle kimseler var ki, üzülmemek, gözyaşı dökmemek elde değil.
Bunu ne yaptı? Dünya yaptı.
Nasıl yaptı?
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Dünya mal ve şerefine karşı kişinin içinde beslediği hırsı; dinine, koyun sürüsüne saldıran iki kurttan daha zararlıdır." (C. Sağir)
Dünyada, insanlar arasında şerefli olayım, itibarlı olayım diye benlik deryasına düşeceksin, böylece Allah katındaki, ahiretteki şerefini kaybedeceksin; dünyada malım olsun, çoluk-çocuğumun parası olsun diye cifeye daldıkça dalacaksın, böylece ahiretteki nimetlerden olacaksın! Şerefini, imanını kaybedeceksin.
Kurdun koyun sürüsüne daldığı gibi, şeytan da böyle böyle insanın imanına, şerefine dalar.
Nefsini yükseltmek isteyen imanını alçaltır. Nihayetinde imanını kaybeder.
Değer mi? Değmez! Hiç değmez!
Değmeyen bir dünya için çabalıyoruz. Allah'ım kimseye muhtaç etmesin. Fakat fazlası da bizim için zarar getirir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şöyle bir duâsı var:
(Allahümmec'alrızka âli Muhammedin kûten)
"Ey Allah'm! Muhammed âilesinin rızkını yetecek kadar ver." (Müslim: 1055)
Ne kadar güzel. İnsan ihtiyacını temin ettiği zaman, her şeyi yerine gelmiş oluyor, ötesi yük. Hesabı çok, azabı şiddetli. Değmez... Bu da bize ölçü.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Eğer, siz ölümden sonra ne gibi tehlikelerle karşılaşacağınızı bilseydiniz, tam istekle yiyip içmez, huzur içinde eve girip oturmaz, bilâkis yollara düşüp göğsünüze vurarak ağlardınız." (Camiu's-Sağir)
Kimse bu durumun farkında değil.
"Çünkü insan çok zâlim ve çok câhildir." (Ahzâb: 72)
Sehl İbnu Sa'd -radıyallâhu anh-den rivayet edilen bir diğer Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyurmuşlardır:
"Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, hiçbir kâfire dünyadan bir içim su vermezdi." (Tirmizî)
Nefsin ve şeytanın hoş gösterdiği bu değersiz ve mel'un dünyayı tercih edenlerin, nasıl farkına bile varmadan dinden ve imandan kaydıklarını, imanlı bir kimse iken nasıl münafık olduklarını anlatan bir başka Hadis-i şerif'lerinde Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyururlar:
"Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan kendisine ne yutturulmuşsa onu (hak veya batıl) bilir." (Müslim)
Dikkat ederseniz ortalığı bugün fitneler ve bu fitnelerle kalpleri kararmış münafıklar istilâ etmiştir. Bu gibileri etrafınızda da görebilirsiniz.
Nitekim böyle fert fert dinden çıkmalar olduğu gibi, zümre zümre dinden çıkmalar da oluyor. Hadis-i şerif'lerde bu dinden çıkmaların farkına varmadan, iz bırakmadan olduğuna işaret edilmesi tehlikenin büyüklüğünü gösteriyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ebu Saîd-i Hudrî -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Sizin aranızda öyle zümreler türeyecektir ki; siz onların namazlarının yanında kendi namazlarınızı, oruçlarının yanında kendi oruçlarınızı, iyi işleri yanında kendi iyi işlerinizi küçük göreceksiniz. (Yani onların yaptığı işler dıştan sizinkinden üstün gibi görünecektir.)
Onlar Kur'an da okuyacaklar. Fakat Kur'an(ın) feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir (yalnız dilde kalacaktır). Nitekim onlar, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkacaklar. Okun sahibi (avı delip geçen) okun demirine bakar (kana benzer) bir şey göremez. Sonra ağaç kısmına bakar, bir şey göremez, yelesine bakar, orada da bir kan izi göremez. Daha sonra (Acaba ava dokunmadı mı?) şüphesiyle, kirişe gelen ve fok denilen çatal yerine bakar, orada da bir iz göremez." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 1783)
Hadis-i şerif'ten anlaşılıyor ki, bu kadar ibadet ve taatlarına, Kur'an-ı kerim de okumalarına rağmen ok yaydan çıktığı gibi dinden çıkıyorlar. Neden dinden çıktıklarına dair hiçbir iz de yok gibi görünüyor? Fakat Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'ler incelendiği zaman göreceksiniz ki Allah-u Teâlâ onları dinden çıkarıp atmıştır. Artık zanlarının hükmü yoktur.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz gelecekle ilgili hadiseler hakkında bilgi verirken bir noktasında şöyle buyuruyorlar:
"Bir kimse hakkında ne kadar kahraman zâttır, ne kadar zarif kişidir, o ne kadar akıllı kimsedir diye övülür. Halbuki onun kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." (Müslim, İman)
Bu Hadis-i şerif'leri arzetmekteki gayemiz, siz bunları dıştan dinde kahraman gibi görürsünüz. Oysa ki bunlar imansız olarak yaşarlar, bütün iş ve icraatları gösterişten ibarettir.
"Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve söylerlerse dediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidirler. Ve her gürültüyü, korkularından aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakın. Allah kahretsin onları! Hakk'tan nasıl çevriliyorlar?" (Münâfikûn: 4)
Bu münafıklar kalplerindeki nifakı gizliyorlar. Ancak her şeyi bilen Allah-u Teâlâ kalplerin gizlediklerini de en iyi bilendir.
"Size geldikleri zaman: "İnandık!" derler. Halbuki yanınıza kâfir olarak girip kâfir olarak çıkmışlardır. Allah onların gizlediklerini daha iyi bilir." (Mâide: 61)
"İyi bilin ki onlar, içlerindekini O'ndan gizlemek için göğüslerini çevirirler. İyi bilin ki onlar elbiselerine büründükleri zaman da, Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını da bilir. Şüphesiz ki O, göğüslerin özünü bilendir." (Hûd: 5)
"Allah, gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir." (Nahl: 19)
Allah-u Teâlâ bu bilgisinden Zât'ına yaklaştırdığı kimseyi haberdar etmekten de aciz değildir.
İnsanlarla görüşme zamanı değil. Niçin? Yediği helâl olmadığından sana söyleyeceği güzel bir şey olmaz.
Onun için bugün hakikaten dünya ile ve dünya ehli ile irtibatı kesmemiz lâzım ki, ebedî hayatın hazırlığı başlasın. Yoksa hem gayri sevgiler, hem Hakk'a sevgi olmuyor. Çünkü bu hususta Âyet-i kerime var:
"Allah hiç kimsenin göğsünde iki kalp yaratmamıştır." (Ahzâb: 4)
"Ben size iki kalp vermedim ki, birisini Hazret-i Allah'a hasredesiniz, birisini gayriya masivaya vermedim." Bir kalp var, o kalpte ne varsa diğeri sakıt olur. Eğer o kalpte Hazret-i Allah'ın muhabbeti varsa, O'nunla yaşarsın, gayri muhabbet varsa onunla yaşarsın.
Bu halk gitti. Niçin? Lokmaya dikkat etmediği için, oradan gitti. Haramı-helâli ayırmadı, midesine haram koydu, oradan kaydı. İmanı da gitti, inancı da gitti, dini de gitti.
Haramla ibadet olmaz, haramla dua olmaz, haramla ihlâs olmaz, hiçbir şey olmaz. Bugün helâl yiyen kaç kişi var? Allah'ımız bize acısın ve bizi korusun.
Cenâb-ı Hakk bir Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Onlara dünya hayatının tıpkı şöyle olduğunu anlat:
O, gökten indirdiğimiz suya benzer ki, o su sayesinde yeryüzünün bitkileri birbirine karışır, arkasından da rüzgârın savurduğu çöp kırıntısı hâline döner.
Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır." (Kehf: 45)
İşte dünya hayatının sonu böyledir. Başlangıçta pek güzel bir manzara teşkil ediyor, daha sonra bir felâketle mahvolup gidiyor.
Servet ve evlât, gayesine uygun olarak kullanılırsa cennetin, kullanılmazsa cehennemin kapısını açar. Bunlar dünya hayatına ait birer ziynettir. Allah katında asıl hayırlı olan şey ise sâlih amellerdir.
Nitekim Âyet-i kerime'de:
"Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Bâki kalacak olan sâlih ameller ise Rabb'inin katında hem sevapça daha hayırlıdır, hem de ümit etmeye daha lâyıktır." buyuruluyor. (Kehf: 46)
•
Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde dünya hayatının az bir süre ve bir geçimlik olduğuna dair, yağan yağmur sebebiyle yeşeren bitkilere kısa bir ömür verilmesini misal olarak beyan buyurmaktadır:
"Dünya hayatı tıpkı gökten indirdiğimiz yağmura benzer. O yağmurla insan ve hayvanların yiyerek beslendikleri bitkiler bol bol yetişir; yeryüzü renk renk, çeşit çeşit mahsullerle süslenir.
Yerin sahipleri bütün bunlara malik olduklarını sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün birden emrimiz geliverir de, orayı hiçbir şey bitirmemişe çeviririz.
İşte biz âyetlerimizi, düşünen insanlar için böylece apaçık beyan ederiz." (Yunus: 24)
Dünyanın, kıyametin kopmasından az önceki durumu işte budur.
Bu misallerden ders alabilenler, ancak tefekkür kabiliyeti olan kimselerdir.
Geçici ve gidici bir hayatın lezzetlerine aldanarak, ahiret için hiçbir hazırlık yapmayanlar; tıpkı hasadından emin olunan olgun bir bitkinin, âniden bir felâketle karşılaşması gibi, onlar da bu yaptıklarının karşılığını bir felâket olarak bulurlar.
Dünyayı isteyenden dünya kaçar, ondan kaçanın da peşine düşer.
"Cenâb-ı Allah dünyaya 'Bana hizmet edenlere hizmet et' diye ferman buyurur." (Münâvi)
Ömrünü Allah yolunda değerlendirenler, ebedi saâdetin yolunu seçmiş olurlar:
"Allah esenlik yurdu olan cennete çağırır, dilediğini doğru yola eriştirir." (Yunus: 25)
Öyle bir cennet ki, orada; herhangi bir kayıp, felâket, üzüntü ve sıkıntı, acı ve tasa yoktur.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir." (Müslim: 2956)
Mümin dünyada ne kadar nimet içinde yaşarsa yaşasın, Allah-u Teâlâ'nın Cennet-i âlâ'da ona bahşedeceği nimetler yanında zindanda gibidir. Fakat bir kâfir ne kadar eziyet görürse görsün, cehennem azabının yanında dünya ona cennet gibidir.
Allah-u Teâlâ, ahirete müteveccih olmayan dünya hayatının nefreti mucip âkıbetini beyan etmek üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Allah'ın gökten bir su indirip, onu yerdeki kaynaklara yerleştiren, sonra onunla türlü türlü renklerde ekinler yetiştiren olduğunu görmez misin?
Sonra onlar kurur da sapsarı olduklarını görürsün. Sonra da onu kuru bir çöpe çevirir.
Şüphesiz ki bunlarda akl-ı selim sahipleri için bir öğüt vardır." (Zümer: 21)
Allah-u Teâlâ bu ve buna benzer Âyet-i kerime'lerde gökyüzünden indirmiş olduğu suyu, bu su ile bitirmiş olduğu ekinlerin ve meyvelerin, daha sonra çer-çöp haline gelişini dünya hayatına misal olarak vermektedir.
İşte fâni dünya budur. Günleri mahduttur ve muvakkattır. Kendisine gönül bağlayanlar için aldatıcı bir metadan başka bir şey değildir.
Ömrü ne kadar uzun olursa olsun, insan öyle bir zamana ulaşır ki; rüzgârın saman çöpünü savurup, yerinde hiçbir şey kalmadığı gibi, ölüm gelir, ahirete alıp götürür.
"Sanki orada hiç yaşamamışlardı." (Hud: 95)
Süflî hayat sona erer; nedamet çok, dönüşü hiç yok.
Allah-u Teâlâ insanlara mal ve can vermiş, insanları bunlarla imtihan etmektedir.
Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Andolsun ki mallarınıza ve canlarınıza ibtilâlar verilerek imtihan olacaksınız." (Âl-i imrân: 186)
Dilediği kuluna mal ve servet verir, onunla kendisini imtihan eder. Tâki emr-i ilâhîye uyup uymadığı, o serveti nereden elde edip ne gibi yerlere sarf ettiği, zekâtını verip vermediği meydana çıksın. Kimisini fakir düşürür, çeşitli musibetlere uğratır, o şekilde imtihan eder. Bazen de sıkıntı ve hastalık vererek canları hususunda imtihana çeker.
Herkes bu imtihandan geçmektedir. Kişi dininde kuvvetli ise imtihanı arttırılır. Rızâ gösteren kulundan da râzı olur. Allah-u Teâlâ'nın her türlü hükmüne râzı olmak, hoşnutluk göstermek amellerin en faziletlisi, ahlâkın en güzelidir.
Bir Âyet-i kerime'lerde ise şöyle buyuruluyor:
"Andolsun biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan canlardan ve mahsullerden yana eksiltmekle sizi imtihan edeceğiz. Resul'üm! Sabredenleri müjdele." (Bakara: 155)
İbtilâlara sabredip ilâhî hükme teslim mi olacaksınız, yoksa olmayıp isyan mı edeceksiniz? Böylece bu durum ortaya çıkmış olacak.
"Bu dünyada güzel işler yapanlara güzellik vardır, ahiret yurdu ise onlar için daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu ne güzeldir!" (Nahl: 30)
Mekkeli bazı müslümanların hicretine, Medineli bazı müslümanların cihada çıkmasına engel olan eş ve çocukların bu davranışları üzerine Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının!" (Teğabün: 14)
Dini hayata, hayır ve infaka, ahlâk ve fazilete karşı olan her davranış bu Âyet-i kerime'nin şümulüne girmektedir.
Kimi eşler vardır ki kocalarının, kimi çocuklar da vardır ki babalarının düşmanıdırlar. Bu düşmanlık onları sâlih amellerden alıkoymak mânâsınadır. İbâdet ve taattan meşgul ederler. Haram kazanca ve günah olan işlere sevk ederek büyük mesuliyetlere maruz bırakabilirler.
Onların sebebiyle gelmesi düşünülen dünyevî ve uhrevî zarar ve ziyanlardan kaçınmalı, dikkatli ve tedbirli olmalıdır.
Bununla beraber sakınacağız diye bunaltıp sıkmamalı, ahkâm ölçüleri dahilindeki kusurlarını bağışlamalıdır.
Âyet-i kerime'nin devamında şöyle buyurulmaktadır:
"Affeder, kusurlarına bakmaz, günahlarını örterseniz, şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." (Teğabün: 14)
Eş ve çocukları baştacı edip bütün mesaisini onlara hasreden, helâl ve haram sınırlarını gözetmeden onların rahatı için gecesini gündüzüne katıp uğraşırken ibadet ve taatı terkeden, yapması gereken infak ve hayırları yapmayan, böylece Hakk'tan uzaklaşan kimseler için mal ve evlât birer fitnedir. Kalbi dünya ile meşgul ettikleri için onlara fitne denmiştir.
Ashâb-ı kiram'dan Avf bin Mâlik el-Eşcâî -radiyallahu anh- Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in de katıldığı bir savaşa gitmek isterken eşi ve çocukları sızlanıp kendilerini acındırarak onu alıkoymuşlardı. O ise bu davranışının yanlış ve hatalı olduğuna kanaat getirerek derin bir pişmanlık duymuş ve Allah-u Teâlâ 'ya yönelerek tevbe ve istiğfarda bulunmuştu
Bu sebeple inen Âyet-i kerime'sinde Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfât ise Allah'ın yanındadır." (Teğabün: 15) (Bakınız, Enfâl: 28)
Bu imtihan Allah-u Teâlâ'ya itaat edenle isyan edenin bilinmesi için yapılır.
Kul bu nimetin hakkını ödeyerek şükür mü edecektir, yoksa öfkelenip âsi mi olacaktır? İmtihan sadece sıkıntı ve mahrumiyetle olmaz. Bazen bolluk ve genişlikle de olur. Mal ve evlât da bu bolluk ve genişliğin bir ifadesidir.
İşin hakikati şu ki, Allah-u Teâlâ kullarını imtihana tutmaya muhtaç değildir. Ezeli ilmi ile geçmişi de geleceği de bilir. Fakat kullarının iş ve icraatlarını ortaya koymak ve kendilerine de göstermek için, hikmetinin iktizası olarak imtihan sahnesinde bulundurmaktadır.
Dünyayı sürekli kalınacak bir yurt yapmadığını, gelip geçici süslerle ve zevklerle bezediğini, yalnızca bir imtihan yurdu kıldığını haber vermek üzere Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"İnsanlardan hangisinin daha güzel amel işlediğini imtihan etmek için yeryüzünde olan şeylere bir ziynet verdik." (Kehf: 7)
Mal ve mülk, evlât ve ıyâl her ne kadar dünyanın ziyneti, hayatın intizamı için gerekli ise de; ana ve babasına meşru durumlarda itaat etmeyen evlâttan, kocasına itaat etmeyen kadından daha ziyâde insan için düşman olamaz.
Çünkü itaatsiz evlât insanın gönlünü daima rencide eder, işini sekteye uğratır, huzurunu bozar. İtaatsiz ve ahlâksız bir kadın da böyledir. Dünyaca zararları yanında ahiretçe de zararları olacağında şüphe yoktur.
Şu kadar var ki hepsinin böyle olmadığı da bir gerçektir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Ne mallarınız ne de evlâtlarınız huzurumuzda size bir yakınlık sağlayamaz. Ancak iman edip de sâlih amel yapanlar başka.
Onların yaptıklarına karşılık kat kat mükâfât vardır. Onlar cennet odalarında huzur ve güven içindedirler." (Sebe: 37)
Onlara verilen nimetler hiç tükenmeyecek, mükâfâtları sonsuz olacaktır. Çünkü insan tükenecek, her an geri alınabilecek bir nimetten gönül rahatlığı ile zevk alamaz. Onlar ise her türlü sıkıntı, korku ve eziyetten yana emniyet içerisindedirler.
Nitekim diğer bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Bak! Biz insanların kimini kiminden nasıl üstün kılmışızdır. Elbette ki ahiret, derece ve üstünlük farkları bakımından daha büyüktür." (İsrâ: 21)
Bu fark ve değişikliğin esası, Allah-u Teâlâ'nın tercihi ve üstün tutmasıdır ve ancak O'nun iradesinin eseridir. Bunun içindir ki insan, yaptıklarının makbul olması için bütün maksatlarında ahireti tercih etmelidir.
Allah-u Teâlâ bir takım kimseleri zengin veya fakir olmalarının ilâhî bir takdir eseri olduğunu, insanların çoğunun kendilerine mal-mülk verilmesinin bir imtihan olduğunu bilmediklerini, bir istidraç olduğunu takdir edemediklerini, yanlış kanaatler içinde yaşadıklarını beyan etmek üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"İnsana bir zarar dokunduğu zaman, başına bir sıkıntı gelince bize yalvarır. Sonra kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimizde: 'Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir.' der. Hayır! O bir imtihandır, fakat çokları bilmezler." (Zümer: 49)
Öyle bir imtihan ki, kendisine verilen nimetler hususunda itaat mı edecek yoksa isyan mı edecek kendisi de görsün, sabreden ve şükreden meydana çıksın.
O ise sahip olduğu şeylere kendi kabiliyet ve meziyeti sayesinde sahip olduğunu, kazanç ve ticaret yollarını iyi bildiği için verildiğini söyler durur.
Karun, Firavun ve diğer ümmetlerden birçok kimseler sahip oldukları nimetleri kendi bilgileri sayesinde elde ettiklerini iddia etmişlerdi. Fakat Allah-u Teâlâ'nın gazabı geldiğinde zekâ ve marifetleri işlerine yaramadı, gelen belâyı başlarından defedemedi.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Onlardan öncekiler de bunu söylemişlerdi. Amma kazandıkları şeyler kendilerine hiçbir fayda sağlamadı." (Zümer: 50)
Kazandıkları kendi çabalarının bir sonucu olmuş olsaydı, yine aynı çabayı göstererek ilâhî azaba mâni olabilir, kendilerini kurtarabilirlerdi.
Bazıları Karun gibi yere battı, bazıları Firavun gibi denize garkoldu, her biri bir azap ile helâk edildiler.
"Bunun için yaptıkları kötülüklerin vebâli onları yakaladı. Bunlardan da zulmedenlerin işledikleri kötülükler başlarına gelecektir. Bu hususta Allah'ı âciz bırakamazlar." (Zümer: 51)
Menkul ve gayr-ı menkul mal vererek dilediği kulunu servet sahibi kılan Allah-u Teâlâ'dır.
Âyet-i kerime'sinde:
"Zengin eden O'dur, sermaye veren O'dur." buyurmaktadır. (Necm: 48)
Mal bakımından, sıhhat bakımından zengin eder, dilediğini de ahiret zenginliği ile zenginleştirir.
Rızık işi kişinin zekâsının azlığına ve çokluğuna, kulun arzu ve isteğine bağlı değildir. O ancak Allah-u Teâlâ'nın hikmetine ve iradesine bağlıdır. Hakiki müessir O'dur, bütün işler O'nun tasarrufu altında olur. Bütün genişlikler O'nun dilemesiyle meydana geldiği gibi, bütün darlıklar da yine O'nun dilemesiyle olur. Açan ve genişleten de O'dur, sıkan ve daraltan da O'dur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:
"Bilmiyorlar mı ki Allah, rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz ki bunda inanan bir kavim için ibretler vardır." (Zümer: 52)
Bazı kullarını aklına ve aslına bakmaksızın bir müddet fazlaca merzuk ettiği halde, bir müddet de dar bir rızık içinde bırakır. Nice kimseleri varlıklar içinde yaşatır, nice kimseleri de yokluklar içinde bırakır.
"Allah dilediğine rızkını kolaylaştırır da daraltır da." (Ra'd: 26)
Bir mümin bilir ki bütün bunlar hikmet-i ilâhînin birer tecellisi, takdir-î ilâhînin birer neticesidir. Yaratan, yaşatan, nimetlerle donatan O'dur.
"Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir." (Âl-i imrân: 73)
Göklerin ve yerin hazineleri O'nundur. Yorgunluk ve zahmete katlanmadan dilediğine dilediği kadar rızık verir.
Rızık bolluğu kişiyi sevdiğinin bir delili olmadığı gibi, yoksulluk da sevmediğinin bir delili değildir. İster sevsin ister sevmesin, bu husustaki kesin tasarruf O'nundur.
"Şüphesiz ki Allah dilediği kimseye hesapsız rızık verir." (Âl-i imrân: 37)
Allah-u Teâlâ fertlere darlık ve bolluk verdiği gibi, toplumlara da bazen darlık bazen bolluk verir. Darlıkta ümitsizliğe düşmemeli, genişlikte azıp sapmamalı, her iki halde de Hakk'tan yana olmalı, hayır ve hasenat yapmayı elden bırakmamalıdır.
Hakk'ı bırakıp bâtıla sarılanların rızıkları hemen kesilip helâk olmazlar. Bol nimetlerle şımarırlar, neticede azab-ı ilâhî bilmeyecekleri bir taraftan ansızın gelir ve helâk olurlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Âyetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helâka yaklaştıracağız." (Â'râf: 182)
"Onlara mühlet veririm. Çünkü benim tuzağım (önce mühlet verip sonra yakalamam) çetindir." (A'râf: 183)
Müminler rızık genişliğinin bazen yavaş yavaş helâke götürmek için olduğunu, daraltılmasının da bazen yüceltmek için olduğunu bilerek hareket ederler. Asla şeref ve haysiyetlerini ayak altına almazlar.
"De ki: Şüphesiz ki Rabb'im rızkı dilediğine genişletir, dilediğine kısar.
Fakat insanların çoğu bilmezler." (Sebe: 36)
Malı hayra sarfetmek, malı noksanlaştırmadığı gibi berekete sebeptir. Binaenaleyh hayra sarfetmekle malın tükeneceği zannedilmemelidir. Mal ve evlâdın çokluğu da iyiliğe alâmet sanılmamalıdır.
Takdir-i ilâhîye râzı olmalı, bir nimete nâil olunca kadrini bilmeli, şükrünü ifâ etmeye çalışmalı, bir sıkıntıya düşünce de sabretmeli, asla ümitsizliğe kapılmamalıdır. Genişlik anında aşırı sevinmeye gerek olmadığı gibi, darlık zamanında da ümitsizliğe gerek yoktur.
Allah-u Teâlâ'nın ilmi her şeyi kuşatmıştır. Kimin zenginliğe kimin de yoksulluğa müstehak olduğunu en iyi bilen O'dur.
"Allah, kullarından dilediğine rızkı bol bol verir, dilediğine de kısar şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir." (Ankebût: 62)
Bunu görenler bollukta da darlıkta da imanlarını tam tutarlar, Allah'ı unutanlar gibi haris ve cimri olmazlar. Meşru maişet sebeplerine tevessül ederler.
Allah-u Teâlâ'nın verdiği nimetleri yine O'nun yolunda sarfederler. O'nun kurduğu bu düzen ve kanunlara uyanlar dünya saâdetine, ahiret selâmetine kavuşurlar. Bu ahlâki mükemmellik asla bir müşrikte bulunmaz. Uymayanlar ise kendilerine yazık etmiş olurlar.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin, bu hususta taşkınlık ve nankörlük etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Gazabım kimin üzerine inerse, şüphesiz ki o mahvolur." (Tâhâ: 81)
"Bununla beraber şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da Hakk yolunda ölünceye kadar sebat edenleri elbette çok bağışlayıcıyım." (Tâhâ: 82)
"Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine geniş geniş vermekte, dilediğinin rızkını da daraltmaktadır.
Şüphesiz ki bunda inanan bir kavim için ibretler vardır." (Rûm: 37)
Âyet-i kerime, kendilerine isabet eden ihtiyaçtan ve bir musibetten dolayı ümitsizliğe kapılanları teselli mahiyetindedir.
O'nun açtığı rahmet hazinesini hiç kimse kapayamaz, O'nun kapadığı bir hazineyi de açabilecek bir mahlûk mevcut değildir. Hiç kimsenin erişemediği, el süremediği hazineler O'nundur.
"Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Dilediğine rızkı bol verir, dilediğinden de kısar.
Şüphesiz ki O her şeyi bilendir." (Şûrâ: 12)
Herkesin haline uygun olanı en iyi bilen O'dur. Şu halde rızık hususunda herkesin eline geçen miktar, kendisi hakkında hayırlı olandır.
Hiç kimsenin karışmaya ve itiraz etmeye salâhiyeti olamaz. Mülkün sahibinin hiçbir işine mahlûkun aklı ermez.
Nice zenginler sonradan fakir düşmekte, nice fakirler de sonraları zengin olmaktadır.
Âlemin içinde bulunduğu düzen, hem zenginin hem de fakirin varlığını gerekli kılmaktadır.
Herkesin rızkını bol bol kılmış olsaydı, o varlıklara güvenerek gurura, kibire ve isyana dalarlar, birbirlerine karşı üstünlük sevdasına kapılırlar, aralarında husumetler düşmanlıklar başgösterirdi.
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarından haberdardır, onları görendir." (Şûrâ: 27)
"Rabb'in dilediği kimsenin rızkını genişletir ve bunu bir ölçüye göre verir. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, onları görür." (İsrâ: 30)
Nitekim bir Hadis-i kudsî'de şöyle buyurulmaktadır:
"Bazı kullarım vardır ki, onlara ancak zenginlik yaraşır. Şayet onu fakirleştirirsem (bu fakirlik) onu yoldan çıkarır. Bazı kullarım vardır ki, ona ancak fakirlik yaraşır. Eğer ona bol rızık verirsem, bu onu yoldan çıkarır.
Öyle kullarım vardır ki, ona ancak sağlık yaraşır. Şayet onu hastalandırırsam, bu onu yoldan çıkarır. Öyle kullarım vardır ki, ona ancak hastalık yaraşır. Eğer onu sağlığına kavuşturursam, bu onu ifsad eder.
Şüphesiz ki ben kullarımın kalplerindekileri bilerek onları idare ederim. Muhakkak ki ben her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olanım" (Kenz'ül-Ummâl)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde buyurur ki:
"Nihayet o gün dünyada kazanıp harcadığınız nimetlerden hesaba çekileceksiniz." (Tekâsür: 8)
Büyük nimetlerden suâl olunacağı gibi, en küçük nimetlerden dahi suâl olunacaktır. Emniyet ve asayişten, sıhhat ve âfiyetten, mevki ve servetten, ikbal ve itibardan, yenilen, içilen, giyilen şeylerden, koyu gölgeden, soğuk bir sudan muhasebeye tutulacaklardır.
O nimetleri nereden alıp nereye harcadıkları, helâlinden kazanıp helâlinden mi harcadıkları, haramdan kazanıp haram mı harcadıkları, şükrünü yapıp yapmadıkları bir bir sorulacaktır.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz iki arkadaşı ile Ebu Eyyûb el-Ensârî -radiyallahu anh-in evine gitmişlerdi. Onlara hem tazesinden hem de kurusundan hurma ikram etti. Ayrıca bir oğlak keserek pişirdi ve önlerine koydu.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: "Ekmek, et, kuru ve olgun hurma!.." diyerek mübarek gözleri yaşardı, daha sonra şöyle buyurdu:
"Nefsim kudret elinde bulunan Zât'a yemin ederim ki, işte bu kendisinden sorguya çekileceğiniz nimetlerdir." (İbn-i Hibban)
Bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Sizden her kim kendi evinde ve yurdunda emniyetle, vücudu âfiyetle olarak sabaha çıkarsa ve yanında günlük yiyeceği bulunursa, sanki dünya bütünüyle ona ayrılıp verilmiş gibi olur." (Tirmizî: 2449)
Denizden büyük nimetlerin içinde yaşıyoruz. Her nimet O'nun, her lütuf O'ndan. İnsan üzerinde öyle nimetler var ki; O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmemiştir. Sadece Zât-ı akdes'ini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istemiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
"Rabb'inin dosdoğru yolu işte budur. Biz öğüt alacak bir topluluk için âyetleri uzun uzadıya açıkladık." (En'âm: 126)
Buna göre hareket edenler ebedî saâdete kavuşurlar.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyururlar:
"Mümin iki korku arasındadır. Birisi geçmiş ömrü hakkındadır, ki Allah-u Teâlâ'nın geçmişine dair kendisine ne gibi bir muamele edeceğini bilmez.
Diğeri ise geri kalan ömrüne dairdir ki, burada da Allah-u Teâlâ'nın kendisi hakkında ne gibi bir hüküm vereceğini bilmez.
Binaenaleyh kul kendisinden kendisi için, dünyasından ahireti için, hayatından ölümü için ve geçliğinden ihtiyarlığı için azık alsın. Çünkü dünya sizin için, siz ahiret için yaratılmışsınız.
Hayatım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; öldükten sonra affı mucip bir amel yapılamayacağı gibi, dünyadan sonra da cennet veya cehennem olmak üzere iki yer vardır." (Beyhakî)
Bir Hadis-i şerif'lerinde ise şöyle buyurmuşlardır:
"İki mühim nimet vardır ki, insanlardan çoğu onda aldanıyorlar: Sıhhat ve boş vakit." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 2019)
Ukbe bin Âmir -radiyallahu anh- der ki:
"Bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- evinden çıkarak Uhud şehidleri için cenaze namazı kıldıktan sonra minbere çıktı ve şöyle buyurdu:
"Ben sizin kıyamette öncünüz ve şâhidinizim. Vallahi ben şu anda cennetteki havzımı görüyorum. Bana gerçekten yer hazinelerinin anahtarları yahut yerin anahtarları verilmiştir. Ve yine Allah'a yemin ederim ki, ben sizin benden sonra şirke sapacağınızdan korkmuyorum, fakat dünya hususunda birinizin diğerinizle yarışmaya dalacağınızdan korkuyorum." (Müslim: 2296)
•
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz şöyle anlatmıştır:
"Biz Resulullah Aleyhisselâm ile otururken uzaktan Mus'ab bin Umeyr -radiyallahu anh- göründü, bize doğru geliyordu. Üzerinde deri parçası ile yamanmış bir bürdesi vardı. Resulullah Aleyhisselâm onu görünce (Mekke'de iken giyim kuşam yönünden yaşadığı) bolluğu düşünerek ağladı.
Sonra buyurdu ki:
"(Gün gelip) Sizden biriniz, sabah bir elbise akşam bir elbise giyse ve önüne yemek tabaklarından biri getirilip diğeri kaldırılsa ve evlerinizi de (halılarla ve kilimlerle) Kâbe gibi örtseniz o zamanda nasıl olursunuz?"
Orada bulunanlar: "O gün biz bugünümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibadete daha çok vakit ayıracağız." dediler.
Resulullah Aleyhisselâm şöyle karşılık verdi:
"Hayır! Bilâkis siz bugün o günden daha iyisinizdir." (Tirmizî: 2478)
•
Abdullah bin Mes'ud -radiyallahu anh- demiştir ki:
"Eğer ilim ehli, ilmi koruyup, onu lâyık olanlara vermiş olsalardı, ilim sayesinde devirlerinin insanlarına efendi olacaklardı. Ne var ki onlar ilmi, dünyalıklarından menfaat sağlamak için ehl-i dünya için harcadılar. Dünya ehli de âlimleri aşağıladı. Halbuki ben, Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Kimin tasası sadece ahiret oIursa, dünya tasalarına Allah kifâyet eder. Kim de dünya tasalarına kendini kaptırırsa, dünyanın hangi vadisinde helâk olduğuna Allah aldırmayacaktır."
•
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- anlatıyor:
"Bir adam gelerek Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e:
"Ey Allah'ın Resûl'ü, bir kimse Allah yolunda cihad arzu ettiği halde bir de dünyalık isterse durumu nedir?" diye sordu. Şu cevabı verdi:
"Ona hiçbir sevab yoktur!"
Adam aynı soruyu üç sefer tekrar etti, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de her seferinde:
"Ona sevab yoktur!" diye cevap verdi." (Ebu Dâvud)
•
Enes bin Malik -radiyallahu anh-den rivayetle, dedi ki:
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Cehennem ehlinden olan en zenginlerden (birisi) kıyamet günü getirilir. Sonra cehennem azabına batırılır ve:
'Ey Âdemoğlu! Malının hiçbir hayrını gördün mü? Hiç sana bir nimet geldi mi?' denilir. O da:
'Hayır! Vallahi Ya Rabb'i!' diye cevap verir.
(Sonra) da Cennet ehlinden dünyada iken en fakir, en yoksul olan bir adam getirilir ve Cennetin boyasına sokulup (batırılır). Ve ona:
'Ey Âdemoğlu! Hiçbir yoksulluk gördün mü? Hiç sana bir sıkıntı isabet etti mi?' denilir. O da:
'Hayır! Ya Rabb'i! Bana hiçbir yoksulluk gelmedi ve bana hiçbir sıkıntı da isabet etmedi.' der." (Müslim)
•
"Her ümmetin bir fitne sebebi vardır. Benim ümmetimin fitnesi dünya malıdır." (C. Sağir)
•
"Öylesine felâketlerle dolu bir zaman gelecek ki, o zamanda üç şeyden daha az hiçbir şey olmayacaktır: Helâl para; temiz, samimi bir arkadaş; amel edilen sünnet" (C. Sağir)
•
"Dünya bir cîfedir, onun taliplisi köpeklerdir."
•
"İnsanlar, öylesine kötü bir zamanla karşılaşacak ki, o zamanda kişi, aciz ve beceriksiz olmakla, işini gayr-i meşru yollarla kazanmanın arasında kalır. Bu durumda, mümin olan kişi birinciyi ikinciye tercih etsin." (C. Sağir)
•
"Uhud dağı kadar altın olsa, aradan üç gün geçmeden yanımda bir kuruşun dahi kalmaması beni sevindirir. Yalnız ödenmesi gereken borcum için ayırdığım müstesnadır." (C. Sağir)
•
"Su içinde yürüyen bir kimse, ayaklarını ıslanmaktan kurtaramadığı gibi, dünya işlerini (ahîret işlerinden daha) üstün tutan bir kimse de kendini günah işlemekten kurtaramaz." (C. Sağir)
•
"Muhakkak ki, kişinin malında, ailesinde ve çocuklarında bir fitne vardır." (C. Sağir)
•
"Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar." (Beyhakî)
•
Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz buyurdular ki:
"Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlâtları var. Sizler âhiretin evlâtları olun. Sakın dünyanın evlâtları olmayın. Zîra bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok." (Buhârî)
•
İmrân İbnu Husayn -radıyallahu anhümâ-ın anlattığına göre, İmrân, Kur'ân okuyan, arkasından da buna mukabil halktan dünyalık talep eden birisine rastlamıştı. "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'un", deyip arkasından şu açıklamayı yaptı:
"Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in şöyle söylediğini işittim:
"Kim Kur'ân okursa (isteyeceğini) Allah'tan istesin. Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur'ân okuyup, okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler." (Tirmizî, 2918)
•
"İki çeşit sarhoşluk sizi kaplamak üzeredir: Dünyayı haddinden fazla sevmek; zararını düşünmeden cehaleti sevmek!
Bu iki belânın karşısında artık siz Allah'ın emirlerini öğretip yaptırmaktan, yasaklarını ise terk ettirmekten vazgeçersiniz. (Bu tehlikeli zamanda) Allah'ın kitabını ve peygamberin hadislerini kendisine rehber yaparak bütün işlerinde uygulayan kimseler, Allah'ın nezdinde muhacir Mekkeli, ensari Medineli sahabiler kadar değerlidir." (C. Sağir)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde beyan buyurduklarına göre;
"Allah-u Teâlâ cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme koyduğunda 'Ey cennet sakinleri! Yeryüzünde ne kadar kaldınız?' buyuracak. Onlar 'Bir gün veya daha az bir süre kaldık!' diyecekler. 'Bir gün veya daha az bir süre içinde ne güzel ticaret yaptınız. Rahmetimi, hoşnutluğumu ve cennetimi kazandınız. Orada ebedi olarak kalın.' buyuracak.
Sonra cehennemliklere 'Ey cehennem sakinleri! Yeryüzünde kaç sene kaldınız? buyuracak. Onlar 'Bir gün veya daha az bir süre kaldık.' diyecekler. 'Bir gün veya daha az bir sürede ne kötü bir ticaret yaptınız. Ateşimi ve gadabımı kazandınız. Orada ebedi olarak kalın.' buyuracak." (İbn-i Kesir)
Çünkü O, Kahhar ve Cebbar olan bir Allah'tır.
Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz Enes bin Mâlik -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyuruyorlar:
"İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, aralarında dini üzerine sabreden, ateşi elinde tutan gibidir." (Tirmizî)
Bu güçlükler içerisinde azmeden, Allah'ına yönelen, yürümeye çalışan kimseler için hem dünyada hem de ahirette büyük saâdetler vardır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:
"Ümmetim fesada düştüğü bir zamanda Sünnet-i seniyye'me sarılanlara yüz şehit sevabı vardır." (Beyhakî)
Ma'kıl bin Yesar -radiyallahu anh-den rivayet edilen diğer bir Hadis-i şerif'lerinde ise buyururlar ki:
"Fitne-fesadın çoğaldığı bir zamanda ibadet etmek, bana hicret etmek gibidir." (Müslim: 2948)
Fitne zamanında yapılan ibadetin faziletli olması, insanların ekserisi fitneye karışarak ibadetten gâfil kaldıkları içindir. Allah-u Teâlâ bir kulunu muhafaza edip hıfz-u himâye ve tasarruf-u ilâhîsine aldığı zaman böyle oluyor.
Hadis-i şerif'lerde mal fitnesinden ve kadın fitnesinden haber veriliyor:
"Her ümmetin fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi maldır." (Tirmizî)
"Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım." (Buhârî)
Ebu Sâidi Hudri -radiyallahu anh- Hazretleri, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz minbere oturdu biz de etrafına oturduk. Resulullah şöyle buyurduğunu haber verdi:
"Benim sizin hakkınızda korktuğum benden sonra üzerinize dünya süsü ve çiçeğinin açılmasıdır." (Buhârî)
"Şüphesiz dünya hoş ve göz alıcıdır. Şüphesiz Allah sizi dünyada hakim kılacak, sonra da nasıl davranacağınıza bakacak. Dolayısıyla dünyadan sakının, kadınlardan da sakının." (Müslim)
"Ahirete göre dünyanın durumu birinin şu parmağını denize daldırması gibidir. Parmağın denizden ne kadarla döndüğüne bir baksın." (Müslim)
"Allah'ım hidayetimizi artır. İmanımızı kemâlleştir. Rahmetini gönlümüze yerleştir. Nûrunu kalbimize akıt. Hakk ile bâtılı bildir ve yaşamamızı nasib eyle."
Buradaki esrar, herşeyi Hazret-i Allah'tan istemek, O'ndan beklemek ve dilemektir. İmanı ve hidayeti Cenâb-ı Hakk'tan bütün sâdık kullar dilemişlerdir.
"Ey Rabb'imiz! Bizi doğru yola hidayet ettikten sonra kalplerimizi saptırıp döndürme. Bize kendi nezdinden bir rahmet ver. Şüphesiz ki bağışı en çok olan sensin." (Âl-i imran: 8)
Âyet-i kerime'lerde şöyle buyurulmaktadır:
"Ey Rabb'imiz! Biz şüphesiz inandık, günahlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru!" (Âl-i imran: 16)
"Ey Rabb'imiz! Nûrumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kâdirsin." (Tahrim: 8)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in şu mübarek duâları ne kadar arza şayandır:
"Allah'ım! Kalbimde bir nûr kıl, gözümde bir nûr kıl, kulağımda bir nûr kıl, sağımda bir nûr, solumda bir nûr, üstümde bir nûr, altımda bir nûr, önümde bir nûr, arkamda bir nûr kıl. Beni nûr eyle!" (Buharî. Tecrîd-i sârih: 2146)
"Ey benim Rabb'im! Dünyada da ahirette de yegâne yar ve yardımcım sensin, iman ile göçmeyi lütfet!" diyorum. Her zaman bu duayı yapıyorum.
Dikkat ederseniz Peygamber Efendilerimiz de bu duayı yaptı.
"Rabb'im! Müslüman olarak canımı al ve beni sâlihler zümresine kat." (Yusuf: 101)
Süleyman Aleyhisselâm, Yusuf Aleyhisselâm, Sıddık-u Ekber -radiyallahu anh- da bu duayı yaptı. Ve aslında hepsi yaptı.
İman bu kadar mühimdir. Fakat insan farkında değil.
Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra kıyamet alâmetlerinden bazısı zuhur edince Ashab-ı kiram dahi nifaka düşmekten çekindi.
İbn-i Ebu Müleyke -rahimehullah- anlatıyor:
"Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın ashabından olup da Bedir gazvesine katılanlardan otuz kadarına yetiştim. Hepsi de kendi hesabına nifaktan korkuyorlar ve dinlerinde fitneye düşmekten kendilerini emniyette hissetmiyorlardı." (Buhârî)
Onlar ki böyle dikkat ediyordu. Hususiyetle bu zamanda bize ne düşer! Artık öyle bir devirdeyiz ki dünya İslâm'ın en önünde görünenleri yutuyor, imanlarını alıyor, nifaka sürüklüyor.
Hazret-i Enes -radiyallahu anh-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:
"Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar:
Allah ve Resûl'ünü, her şeyden ve herkesten daha çok sevmek,
Bir kulu sırf Allah rızası için sevmek,
Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasip ettikten sonra tekrar küfre düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak." (Buhârî)
İmandan sonra küfre, nifaka düşme tehlikesi olduğunu bu Hadis-i şerif'ten de anlayabilirsiniz.
Bu devirde bu tehlike bir afat halini almıştır. Kurtulmak adeta imkânsız hale gelmiştir.
Allah'ımız bizleri hidayetine erdirdiği, imanla süslediği, İslâm ile ziynetlendirdiği kullarından yapsın.
Bize hayât-ı hakikiyi lütuf buyursun ve hakikati duyursun. İnşaallah-u Teâlâ.