Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz'e Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in ahlâkı sorulduğunda:
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-in ahlâkı Kur'an'dı." buyurdular. (Müslim)
Yani Kur'an-ı kerim'deki bütün hükümlerin tatbiki Resulullah Aleyhisselâm'ın yaşayışında görülmektedir. Bu bakımdan o Hazret-i Kur'an'dır.
Onlar "Elhamdülillâhi Rabbil-âlemin" dedikleri zaman âlemlerin Rabb'ini düşünür ve yalnız âlemde O'nu görürler.
Gerçek vâris-i Nebî onlardır. İlimleri sadır ilmidir, vehbîdir. Bu ilim onlara Hazret-i Allah ve Resulullah Aleyhisselâm'dan gelir. Onların işi Hakk iledir, Hakk'ı düşünürler, Hakk ile meşgul olurlar. Halk ile hiçbir icraatları ve menfaatleri olmaz, halktan hiçbir şey beklemezler. Âlem-i billâh olanlar "Lâ ilâhe illâllah" diyorlar. Onlar bunu görerek ve bilerek söylerler. İşte gerçek mutasavvıf bunlardır.
Şeyh Es'ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz buyururlar ki:
"Cenâb-ı Hakk'ın gayrısı bir matlup ve sûfi lisanında bir put kalpte mevcut bulundukça 'Lâ ilâhe illâllah' demek zordur, mânen kabule şâyan ve vuslata vesile olacağı şüphelidir."
Allah-u Teâlâ'nın ihsanından gafil olan ve unutan, nefsine tutunan, kendisini putlaştırmış olur. Neden? Allah-u Teâlâ'nın ihsanını kendi nefsine malettiği için.
İnsan bir tek kıla sahip değil, onu da Allah-u Teâlâ yarattı. Fakat insan her sahada "Ben, ben, ben..." diyor, bunlar bir puttur. Oysa ki Hazret-i Allah Âyet-i kerime'sinde:
"Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir." buyuruyor. (Hadîd: 4)
Değersiz bir mahlûkum. Kendim bir maske, nefsim ise değersiz bir mahlûktur. Yaratan, yaşatan Hâlik-ı Azîmüşşan'dır. Mârifetullah ehli bunu Allah-u Teâlâ'nın fazlından ötürü gördü, bildi.
"Bu Allah'ın fazl-u ikrâmıdır, kime dilerse ona verir." (Cum'a: 4)