Hidayet Allah-u Teâlâ'nın, kendi zâtını bilmek için lütuf ve keremi ile kullarında halkettiği muvaffakiyettir. İman nûrunu ihsan ettiği, kalbine akıttığı kulunu, mârifetullah nûru ile kudsî ruh ile destekler.
Bunlar vâris-i enbiya oldukları içindir ki, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif'lerin tecelliyatına mazhar olmuşlardır. Yani bildirdiği kadar bilir, gösterdiği kadar görür. Hakk'ta fani olduğu zaman bunlar husule gelir.
Cenâb-ı Hakk'ı görür kendisini görmez, zira âyân-ı sâbite ile Hakk'ı tespih eder, O'nunla ibadet eder.
Azamet-i ilâhî'nin karşısında bir zerre olarak Allah-u Teâlâ'ya ibadet, taat ve secdesini yapar.
"Kulhüvallahü Ehad" dediği zaman Azamet-i ilâhî'yi görür.
"Allahüssamed" yarattığı varlıkların O'na muhtaç olduğunu bilir.
Bu esrar-ı ilâhiye ne zaman tecelli eder ki âyân-ı sâbite bütün âyân-ı sâbitelerin Hazret-i Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu görür? Ve herşeyin Hakk ile kâim olduğunu gördüğü zaman Âyet'ül-kürsi'nin sırrına mazhar olur.
Fâtiha-i şerif'te "Elhamdülillâhi Rabbil-âlemin" derken bu sırra mazhardır. Bu ise ancak Hazret-i Allah'ın boyası ile boyandığı zaman husule gelir.
"Allah'ın boyası ile boyanın! Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?" (Bakara: 138)
Bir zerre olarak Hakk ile Hakk'ı tespih eder. Ruh Cenâb-ı Hakk'ın lütuf tecelliyatıyla nûrlanır, nefsi ruha tâbidir. O da nûrlanmış olur, dolayısıyla vücududa nûrlanır. Bunların hepsi husule geldiği zaman "Sirâcen münîrâ" olur. Her tecelliyat-ı ilâhi ile "Nûrun alâ nûr" olur. O artık Hakk iledir. En hoşlandığı şey Hazret-i Allah'ın hükmü olur. Onlarda arzu yaşamaz. Hayat ve vefat arasında hiç fark olmaz. Çıkacak hükm-ü ilâhî'ye peşinen teslim olmuşlardır. Bu onlara ihsan edilen lütuflardır. Hazret-i Allah'a râm olmuştur. Bütün iradesini Hazret-i Allah'a teslim etmiştir.
Allah içinde olduğu zaman vücut elbisesi de O'nun nurundan nur olur. Vücut elbisesi nur olursa kefeni de nur olur. Kefeni nur olursa kabri de nur olur. O ne ölür, ne çürür. Çalışan bunun için çalışmalı.
Fakat tabi bunlar anlaşılmıyor diye okunmuyor
•
"De ki: O Allah bir tektir." (İhlâs: 1)
Sen "Ehad" olan Allah-u Teâlâ'yı mı gördün, yoksa kabuk mesabesinde olan ve O'na muhtaç olanlarında mı kaldın?
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:
"O hem Evvel'dir, hem Âhir'dir, hem Zâhir'dir, hem Bâtın'dır. O her şeyi bilendir." buyuruyor. (Hadîd: 3)
Bu Âyet-i kerime'yi okuyabilen bir kimse, hem "O" olduğunu, hem her şeyin "O'ndan" olduğunu ilmel-yakîn de olsa, gayet rahat bilmiş olur.
Allah-u Teâlâ "Evvel"dir, ezelîdir. O'ndan evvel hiçbir şey yok idi. Zât-ı Akdes'i için asla başlangıç tasavvur olunamaz. O'nun varlığı Zât-ı Akdes'inin gereğidir. Var olan her şeyin varlığı O'ndandır.
"Âhir"dir; ebedîdir, sona ermekten münezzehtir. Varlığının başlangıcı olmadığı gibi, nihayeti de yoktur.
"Zâhir"dir; zerreden kürreye kadar ne ki varsa O'nun "Zâhir" ism-i şerifi ile zâhir olmuşlardır. Her görünen varlık O'nun kudretinin eseridir. Canlı ve cansız bütün mevcûdat O'nun varlığı ile kâimdir. "Ol!" diyor oluyorlar, "Öl!" dediği zaman her şey yok oluyor.
"Bâtın"dır; uluhiyet sırları her zerrede mevcuttur. Varlık da vücud nûrunun zerrelerinin zuhur mahallidir. Olması için bir emre bakıyor...