Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Mekkeli müşriklerle Hudeybiye antlaşmasını yapmış, iki taraf arasında barış kurulmuş, emniyet sağlanmıştı. Halbuki Resulullah Aleyhisselâm yalnız Araplar'ın peygamberi değildi, bütün insanlara hidayet yolunu göstermek için gelmişti.
Âyet-i kerime'de:
"Resul'üm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik." buyurulmaktadır. (Enbiyâ: 107)
Bu sebepten dolayı Resulullah Aleyhisselâm Hudeybiye'den Medine'ye dönünce Ashâb'ını topladı. Onlara artık İslâm dinini her tarafa yaymak, peygamberliğini bütün dünyaya tanıtmak zamanının gelmiş bulunduğunu anlattı. Yaşadığı devrin büyük devletlerine, komşu hükümdarlara, Arap beyliklerine gönderilmek üzere kâtiplerine mektuplar yazdırdı. Altı devlet başkanını İslâm dini'ne dâvet etti.
İstişare esnasında kendisine: "Bu krallar, üzerinde mühür olmayan mektupları kabul etmezler." denilmesi üzerine gümüşten bir mühür yaptırıp üzerine "Muhammedün Resulullah" ibâresini kazıttı. Bu yazı "Muhammed" bir satır, "Resul" bir satır ve "Allah" bir satır olmak üzere üç satır idi.
Hicretin yedinci yılı Muharrem ayında yazılan bu mektupları elçileri vasıtasıyla gönderdi. Elçilerin bir kısmı Hayber'in fethinden önce, bir kısmı da daha sonra yola çıkarıldı.
Dihye bin Halife -radiyallahu anh- Bizans imparatoru'na,
Abdullah bin Huzâfe -radiyallahu anh- İran hükümdarı'na,
Amr bin Ümeyye -radiyallahu anh- Habeş hükümdarı'na,
Hâtıp bin Ebî Belteâ -radiyallahu anh- Mısır hükümdarı'na,
Şuca' bin Vehb -radiyallahu anh- Gassan beyi'ne,
Salît bin Amr -radiyallahu anh- Yemâme hâkimi'ne gönderildi.
Doğu Roma Devleti'nin hükümet merkezi Kostantiniyye (İstanbul) şehriydi. Fakat Rumlar İranlılar'a karşı zafer kazandıklarından ötürü Kayser Herakliyüs, Suriye bölgesinin ahvâlini düzene koymak için Kudüs'e gelmişti. Dihye bin Halife -radiyallahu anh- gelip Herakliyüs ile orada buluştu ve Resulullah Aleyhisselâm'ın mektubunu teslim etti.
Kayser, Resulullah Aleyhisselâm'ın elçisini çok iyi karşıladı. Fakat bazı tahkikat yapmaya lüzum gördü.
Hudeybiye antlaşması esnasında Şam'a gitmiş olan Kureyşliler'den bir ticaret kafilesi Suriye'de bulunuyordu. İçlerinde de Ebu Süfyan vardı. İmparator Herakliyüs Arap tâcirlerini huzuruna çağırttı. Resulullah Aleyhisselâm hakkında bilgi edinmek istiyordu. Bizans'ın devlet adamları, bütün rahipler imparatorun etrafına sıralanmışlardı.
İmparator tercümanı vasıtasıyla: "Peygamberlik dâvâsına kalkan bu zâta içinizde soy bakımından en yakın kim var?" diye Kureyş kafilesine sordu. Ebu Süfyan ileri atılarak: "Onun en yakını benim." diye cevap verdi. Mekke'nin devlet reisi Ebu Süfyan o zaman henüz müslüman olmamıştı. Resulullah Aleyhisselâm hakkında imparatorla aralarında çok mühim bir konuşma yapıldı. Ebu Süfyan yalan söyleyecek bir durumda değildi. Kendi arkasında duran kafile arkadaşlarından çekinmişti. Ebu Süfyan'la imparator arasında şu konuşma geçti:
– İçinizde Muhammed'in soyu nasıldır?
– Asildir.
– Muhammed'den evvel içinizde peygamberlik dâvâsında bulunan oldu mu?
– Hayır.
– Sülâlesi içinde hiçbir hükümdar gelmiş mi?
– Hayır.
– Yeni dine girenler halkın eşrafı mı, zayıfları mı?
– Eşrafı değil, zayıflarıdır.
– Ona tâbi olanlar artıyor mu, eksiliyor mu?
– Artıyor.
– Onun dinine girdikten sonra beğenmeyerek çıkan var mıdır?
– Yoktur.
– Peygamberlik dâvâsından önce hiç yalan söylediğini gördünüz mü?
– Aslâ görmedik.
– Hiç sözünde durmadığı oldu mu?
– Hayır. Ancak biz şimdi onunla bir antlaşma halindeyiz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz.
– Onunla hiç harbettiniz mi?
– Evet ettik.
– Netice ne oldu?
– Harp talihi nöbetledir. Gâh o bizi zarara uğrattı, gâh biz onu uğrattık.
– Peki size ne emrediyor?
– "Yalnız Allah'a kulluk ediniz, O'na hiçbir şeyi ortak yapmayınız. Dedelerinizin dinini bırakınız." diyor. Namazı, zekâtı, iffetli ve doğru olmayı, akrabalık bağını kesmemeyi emrediyor.
Bundan sonra imparator tercümanı vasıtasıyla sözlerine şöyle devam etti:
"Peygamberin sülâlesini sordum, asil bir âile olduğunu söylediniz. Peygamberlerin soyu dâima asil olur. 'Evvelce içinizden hiç kimse böyle bir dâvâda bulundu mu?' dedim, hayır cevabını aldım. Böyle olsaydı, Muhammed'in dâvetini, eski bir dâvânın devamı sayardım. 'Âilesi içinde bir hükümdar gelmiş mi?' dedim, gelmedi dediniz. Bundan da onun bir saltanat arkasında koşmadığını anladım. 'Evvelce onun bir yalanını duydunuz mu?' soruma, hayır cevabını verdiniz. İnsanlara yalan söylemeyen, Allah'a karşı da yalan söylemeye cür'et edemez. 'Ona uyanlar halkın eşrafı mı, yoksa zayıfları mı?' diye sordum, zayıfları olduğunu öğrendim. Peygamberlere ilk uyanlar dâima öyledir. 'Arkadaşları artıyor mu, eksiliyor mu?' sorumun cevabına artıyor dediniz. Hakk dininde böyle olur. 'Onun dinine girenlerden beğenmemezlik yüzünden çıkanlar oluyor mu?' soruma, hayır karşılığını verdiniz. İman kalpde kökleşince çıkmaz. 'Hiç kimseyi aldattı mı?' dedim, aldatmadığını itiraf ettiniz. Hakiki peygamberler böyledir. Sizi neye dâvet ettiğini sordum. Allah'a ibadet etmeye, O'na ortak koşmamaya çağırdığını söylediniz.
Eğer bu sözleriniz doğru ise ben de size haber vereyim ki, şu ayaklarımın bastığı yerler, pek yakında o zâtın olacaktır. Ben bu peygamberin geleceğini biliyordum, fakat sizden olacağını zannetmezdim. Arabistan'a gidebilsem, onunla görüşmek için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olaydım, kendi elimle onun ayaklarını yıkardım." demiştir.
Bundan sonra Bizans imparatoru Herakliyüs Resulullah Aleyhisselâm'ın göndermiş olduğu mektubunu okuttu. Besmele ile başlayan mektupta Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştu:
"Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'den Rum'un büyüğü Herakl'e. Doğru yolda gidene selâm olsun. Bunu böylece bilesin. Sonra ben seni İslâm'a dâvet ediyorum. İslâm'a gir ki, selâmette kalasın. Allah da (hem İsa'ya, hem Muhammed'e iman ettiğin için) sana ecrini iki kat versin. Eğer kabul etmezsen, bütün halkın vebali senin boynundadır."
Şu Âyet-i kerime'yi de mektubuna ilâve etmişti:
"De ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye geliniz. Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kiminiz kiminizi ilâhlaştırmasın." (Âl-i imrân: 64)
Ebu Süfyan'la imparatorun konuşmaları, yanında bulunan papazları kızdırmıştı. Resulullah Aleyhisselâm'ın bu mektubu ise, onları büsbütün çileden çıkardı. Halbuki imparator Herakliyüs'ün kalbinde müslümanlığa karşı bir muhabbet husule gelmişti. Mevkiinden çekindiği için duygusunu açıklayamadı. Yalnız Resulullah Aleyhisselâm'ın elçisini güzel bir karşılıkla geri çevirdi.