Bir zât varmış. Bu zât; haliyle, tipiyle, ihtiyarlığıyla, fakirliğiyle, efendiliğiyle padişahın hoşuna gidermiş.
Padişah bir gün; "Şu adamı bana bir çağırın!" demiş.
Huzuruna getirmişler ve ona sormuş:
"Baba nasılsın?"
"İyiler iyi, kelp belâsını bulur!" demiş.
"Allah! Bu söz nereden çıktı?" diye hoşuna gitmiş padişahın. Ona bir ihsanda bulunmuş.
"Baba sen ara sıra buraya gel!" demiş ve adam gitmiş.
Tabi hiç gelmemiş, gelmezmiş.
Fakat padişahın da o söz hoşuna gittiği için onu gördükleri zaman adamlarına çağırtıp, görüşmek istiyormuş. Yine getirmelerini istemiş.
Getirdiklerinde:
"Baba nasılsın?" diye sormuş.
"İyiler iyi, kelp belâsını bulur!" demiş yine.
Padişah bir kâğıt yazıyor, o kâğıdı aşağıda gösteriyor ve ona ihsanda bulunuyorlar, alıp gidiyor.
"Baba sen gel buraya!" diyor padişah.
Fakat yine gelmiyor. Hiç gelmezmiş!
Bir gün veziri; "Padişah o adama ihsan ediyor!" diyerekten o zâtı kıskanıyor. Ve o gün vezir gelmiyor padişaha.
"Niye gelmedin?" diye padişah soruyor ve şöyle konuşma geçiyor aralarında:
"Çok hasta oldum, canım sıkıldı. Hani buraya bir ihtiyar geliyor ya."
"Evet!"
"Ben sordum ona senin başın niye eğik?"
"Padişahın ağzı kokuyor da kokuyu almayayım diye!"
"Benim çok canım sıkıldı." diyor vezir.
"Yahu ben onu seviyorum elimden geleni yapıyorum. Niye böyle söylüyor?"
Diyerek padişah da içten çok kızıyor o zâta.
Ve adamlarına bir gün tekrar onu geçerken çağırtıyor. Ama bu sefer padişahın niyeti bozuk. Fakat bu defa padişah onun durumuna da dikkat ediyor. Gene soruyor:
"Baba nasılsın?"
"İyiler iyi, kelp belâsını bulur!" diyor.
Bu sefer ona tekrar mektup veriyor. Fakat kâğıtta başka yazı var. Şimdi kapıdan çıkar çıkmaz vezir; "Gene ihsan etti!" diye zarfı alıyor. Tabi, hazineye gidecek, alacak diye düşünüyor. Fakat zarfın içinde öyle bir yazı var ki; "Bu zarfı getiren sorgusuz sualsiz yok edilsin!"
Getiren vezir, yazı padişahın yazısı. Yok ediyorlar veziri.
Ortalıkta vezir yok!
O adamı tekrar görüyor padişah. Çağırıyor adamı.
"Baba nasılsın?"
"İyiler iyi, kelp belâsını bulur!"
"O zarfı ne yaptın?"
"Vezir elimden aldı, bir daha vermedi!"
"Hah kelp belâsını bulmuş!" diyor.
Yani iyiler iyi. Kelp belâsını bulur, ama dünyada ama ahirette.
Onun için tavsiyem şu ki; hayat boyunca sen iyi ol! Sana hainlik yapana yapma. Yeter ki sen iyi ol! Kelp belâsını bulur. Bunu unutmayın!
Sana kötülük yapana yapma, hainlik yapana yapma! O bulacak, sen bulma!
Allah'ım ahirette karşılaştırsın. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri ihsan ve ikramda bulunurken bana ruhsat verilirse samimi selâm verenden dahi asla geçmem.
Sevdiklerimi Allah'a emanet eder, sevmediklerimi O'na havale ederim. Onun için itimat edin, ben tanımasam da Rabb'im tanır. Dilerse onları bir bir tanıtır.
Daha evvel şöyle bir söz var:
"Ah! Keşke ilmim olmasaydı da resim olabilseydim."
Çünkü şeytan da ilim sahibiydi. İlim onu bu hale koydu. Onun için birçok âlimim zanneden insanlar İblis oluyor.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Kim ki ben âlimim derse bilin ki o cahildir." (Münâvi)
Yol çok nazik, çok dakik.
Gaye; ruhen yükselmek ve ruhen yürümek. Bedenle yürümüşsün ne kıymeti var?
Hazret-i Ali -radiyallahu anh-den rivâyet edilen bir Hadis-i şerif'lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
"Medine Âir dağından filân yere kadar haremdir, muhteremdir. Kim ki Medine'nin bu haremi içinde dine aykırı bir bidat çıkarır, Kitap ve Sünnet'e muhalif bir iş işlerse veya çıkaranı korursa Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun. Bunların ne tevbesi ne de fidyesi kabul olunmaz." (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 882)
Medine-i münevvere bir nur beldesidir. Gerçekten çok büyük hürmet ve tâzim lâzımdır. Burası oranın şubesi demişizdir. Hiç fark yok.
Kim ki bidat ve fitneler peşinde koşarsa onların tevbesi de fidyesi de kabul olunmaz. Bunu Resulullah Aleyhisselâm buyuruyor. Onun için dikkat edin! Nerede olduğunuzu bilin!
Bir Hadis-i şerif'lerinde de şöyle buyururlar:
"Bu ümmet, şu haram yerlere hakkı olduğu hürmeti gösterdiği müddetçe hayır üzere devam eder. Bu hürmete riâyet etmedikleri zaman helâk olurlar."
Âli yapan O, değer veren O...
İşte bu. O koyduğuna, ona verilene hürmettir. Ondaki nura, kudsî ruha, velâyete, vekâlete verilen değerdir.
Onun için bu yol o yoldur. Allah'ım bu yoldan ayırmasın. Çünkü ahkâmla, sünnet rayları üzerinde gider. Onun için bu yolu takip eden Resulullah'a varmış olur, dininin özüne inmiş olur.
Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:
"Kimin kitabı sağından verilirse, onun hesabı pek kolay görülür." (İnşikak: 7-8)
Bu gibi kimselerin amelleri Allah-u Teâlâ'ya arz olunur. İbadetlerine sevap verilir. Eğer günahı varsa günahından geçilir, affolunur, asla şiddet olmaz. Yaptıklarının bütün incelikleri sorulmaz. Çünkü yaptığı şeylerden bütün incelikleriyle hesaba çekilecek kimse azaba uğrayacaktır.
Nitekim Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
"Kıyamet günü inceden inceye hesaba çekilen azaba uğratılır." buyurmuşlardır.
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz bu söz üzerine:
"Yâ Resulellah! Allah-u Teâlâ 'Kimin kitabı sağından verilirse, onun hesabı pek kolay görülür' buyurmuyor mu?" diye sorduğunda:
"O hesap değildir, sadece bir arz edilmekten ibarettir. Yoksa kimin hesabı inceden inceye tetkik edilirse azaba uğrar." cevabını verdiler. (Buhârî)
Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz buyururlar ki:
"Resulellah Aleyhisselâm'ı dinledim, namazlarının bazısında 'Allah'ım! Beni kolay bir hesapla muhasebe et!' diyordu.
Namazı bitirince; 'Yâ Resulellah! Kolay hesap nedir?' diye sordum.
'Kitabına bakılıp geçiştirilivermesidir' buyurdu." (Ahmet bin Hanbel)
İnşikak Sûre-i şerif'inin 9. Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruluyor:
"Ve sevinçli olarak ailesine döner."
Akrabalarının, dostlarının ve kendisi gibi azaptan kurtulanların yanlarına gelir. Müjdeleşirler, tebrikleşirler, sevinçleri yüzlerinde parlamaktadır.