Allah-u Teâlâ Fetih Sûre-i şerif'inde müminlere hitap ederek, Hudeybiye Barış Antlaşması'nın hikmetlerini beyan buyurmaktadır:
"Allah size elde edeceğiniz birçok ganimetler vâdetmiştir. Bunu (Hayber ganimetini) size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Tâ ki bu, müminlere bir işaret olsun ve sizi doğru yola iletsin." (Fetih: 20)
Nitekim Hayber'in fethinden sonra İslâm devletinin sınırları genişledi, müslümanlar sayılamayacak kadar zaferler kazandılar ve ganimetler elde ettiler. Bu fetihler kıyamete kadar devam edecektir.
"Bundan başka sizin gücünüzün yetmediği, fakat Allah'ın sizin için kuşattığı ganimetler de vardır. Allah her şeye kâdirdir." (Fetih: 21)
İnananlara bir lütuf olarak fetihleri de ganimetleri de vermeye elbette gücü yeter, bunlar mutlaka gerçekleşecektir.
Nitekim yakın bir gelecekte gerçekleşmeye başlamış, ilk olarak Mekke-i mükkerreme fethedilmiş, bunları haber veren Kur'an-ı kerim'in ebedî bir mucize olduğu tecellî etmiştir.
"Eğer o kâfirler sizinle savaşacak olsalardı, mutlaka arkalarını dönüp kaçarlardı. Sonra da ne bir dost, ne de bir yardımcı bulamazlardı." (Fetih: 22)
Müşrikler eğer müslümanlara karşı savaş açmaya yeltenselerdi, hiçbir yardımcı bulamayacaklar, savaş olmadan hezimete uğrayacaklardı.
"Allah'ın önceden beri geçmiş olan sünneti (âdeti) budur. Sen Allah'ın sünnetinde aslâ değişiklik bulamazsın." (Fetih: 23)
O'nun peygamberinin eski ümmetlerden beri devam edegelen bir âdetidir. Elçilerine muhalefet eden kâfirleri rezil ve perişan eder.
"O size onlara karşı zafer verdikten sonra Mekke'nin ortasında, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekmiştir. Allah yaptıklarınızı görmektedir." (Fetih: 24)
Allah-u Teâlâ müşriklerin onlara herhangi bir kötülük yapmasına fırsat vermediği gibi, müminlerin ellerinin onlara uzanmasına da engel olmuştur. Sonuç ise müminlerin lehine tecelli etmiştir.
"Onlar inkâr edenlerdir, sizi Mescid-i haram'ı ziyaretten ve bekletilmekte olan kurbanlıkları da yerlerine gitmekten alıkoyanlardır." (Fetih: 25)
Azgınlıklarının ve inatlarının bir sonucu olarak böyle yapmışlardır. Aslında bu yaptıkları çok büyük bir suçtur.
"Eğer onların arasında (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğnemek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı (fetih için Allah size izin verirdi). Allah dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır." (Fetih: 25)
Mekke'de müşriklerin arasında imanlarını gizleyen müminler de vardı, güçsüzlüklerinden dolayı hicret edememişlerdi, onları kimse bilmiyordu. İman ettiklerini bilmeden mümin kardeşlerini öldürebilirlerdi. Allah-u Teâlâ bu sebepten dolayı izin vermedi, müminlerin ellerini müşriklere, müşriklerin ellerini müminlere kaldırtmadı.
Diğer taraftan iki sene içerisinde o azılı müşriklerin birçoğunun İslâm'la müşerref olmaları sağlanmıştır. İşte Allah-u Teâlâ'nın Hudeybiye'de savaş fırsatı vermemesinin hikmeti budur.
"Eğer onlar birbirlerinden ayrılmış olsalardı, biz o küfredenleri elbette acıklı bir azapla azaplandırırdık." (Fetih: 25)
Ya alabildiğine onları öldürürler, ya da esir ederlerdi.
"O kâfirler kalplerine taassubu, câhiliyet taassubunu yerleştirdikleri zaman Allah, Peygamber'ine ve müminlerin üzerine huzur ve sükûnu indirdi, onları takvâ kelimesi üzerinde durdurdu. Zaten onlar buna daha lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir." (Fetih: 26)
Müminler Allah-u Teâlâ'nın ezelî ilminde o kelimeye daha lâyık, hem de ehil idiler. Böyle bir kelime ile korunmak, müşriklerden daha çok onların hakkı idi. Çünkü Allah onlardan râzı olmuştu. Câhiliyet taassubunun sahibi olan müşrikler korunmaya lâyık değildirler. Nitekim müminler korundu, en güzel âkıbet onların oldu.
Resulullah Aleyhisselâm bu muahedenin şartlarına son derece saygı gösterdi. Hudeybiye'den Medine'ye dönüldükten sonra, bazı Mekkeli kadınlar İslâm dini'ne girerek Medine'ye gelmişlerdi. Resulullah Aleyhisselâm bu kadınları Kureyşliler'e teslim etmedi. Çünkü muahedenin geri çevrilmesini mecbur ettiği madde, yalnız müslüman olan erkekler içindi. Kadınlar buna dahil değildi. Aynı zamanda Kur'an-ı kerim de bu gibi müslüman kadınların, müşriklere iâdesini menetmiş bulunuyordu:
"Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman onları imtihan edin." (Mümtehine: 10)
Sizin zanlarınızın imanlarında samimi olduklarına dair ağır basacak şekilde emareleri tetkik suretiyle onları sınayınız.
Onların imtihan edilmeleri, Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resul'ü olduğuna dair şehâdet etmeleri şeklinde oluyordu.
"Allah onların imanlarını daha iyi bilir." (Mümtehine: 10)
Siz onların hallerini tetkik etseniz dahi, durumu gerçek şekliyle bilemezsiniz.
"Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin." (Mümtehine: 10)
Bu hususta sizin için kesin bir bilgi mümkün olmasa da, mümkün olabilen bazı soru ve cevaplarla bir tecrübe, yemin ve diğer hususlar gibi delillerden hareket ederek hüküm çıkarmak suretiyle en yakın zan kadar bir kanaat meydana gelirse, onları kâfir kocalarına geri vermeyin.
"Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar." (Mümtehine: 10)
Mümin kadın müşrik erkeğe helâl olmaz, mümin erkeğin de müşrik kadınla evlenmesi helâl değildir.
"Onların bu kadınlara verdikleri mehirleri iâde edin." (Mümtehine: 10)
Hem eşini kaybedip, hem de maddi zarara uğramasın.
"Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur." (Mümtehine: 10)
Çünkü İslâm'a girmiş olmalarıyla kâfir kocalarından ayrılık ve haramlık meydana gelmiştir.
"Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın." (Mümtehine: 10)
Yani dâr-ı harpten hicret etmeyip küfür üzere kalan kadınlarla aranızda evlilik alâkası kalmasın.
Nitekim Ashâb-ı kiram arasında eşleri müşrik olanlar vardı, hemen boşadılar.
"Onlara verdiğiniz mehri isteyin. Kâfir erkekler de hicret eden mümin kadınlara verdikleri mehirleri istesinler." (Mümtehine: 10)
Yani sizler şayet giderlerse, kâfirlere giden eski hanımlarınıza vaktiyle vermiş olduğunuz mehirlerinizi isteyiniz.
Kâfirler de İslâmiyet'i kabul edip hicret eden eski hanımlarına vermiş oldukları mehirleri müslümanlardan isteyebilirler.
"Allah'ın hükmü budur." (Mümtehine: 10)
Ona riâyet lâzımdır.
"Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir." (Mümtehine: 10)
Kullarına uygun olanı çok iyi bilendir ve bu husustaki hükümlerini koymakta hakim olandır.
•
Şayet müminler kâfir hanımlarından ayrılmaları durumunda verdiklerini geri alamazlarsa bu hususta Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:
"Eğer eşlerinizden biri kâfirlere katılır ve onlar da mehrinizi geri vermezlerse, siz onlardan bir ganimet elde ettiğinizde, eşleri gitmiş olanlara mehirlerinin karşılığını verin. İnandığınız Allah'tan korkun!" (Mümtehine: 11)
Müminler: "Allah'ın verdiği hükme râzıyız." dediler ve durumu müşriklere bildirdiler, fakat müşrikler bunu kabul etmediler.