Hakikat Yayıncılık - Muhterem Ömer Öngüt’ün Eserleri | Hakikat Dergisi | Hakikat Medya | Hakikat Kırtasiye
Arama Yap
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (62) - "Dünya" - Ömer Öngüt
"Dünya"
Muhterem Ömer Öngüt -kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin Hayat-ı Saadetlerinden İnciler (62)
Dizi Yazı - İnciler ve Hatıralar
1 Aralık 2015

 

Muhterem Ömer Öngüt
-kuddise sırruh- Efendi Hazretleri'nin
Hayat-ı Saadetlerinden İnciler ve Hatıralar (62)

 

Terakki Muhabbet İle Mümkün:

"Mânevi terakkinin muhabbet ile mümkün olduğu üzerinde bütün Evliyâullâh Hazerâtı ittifak etmişlerdir.

Muhabbet Hakk'tan gelir, halktan gelmez. O bir sermayedir.

"Yâ Rabb'i! Ne olur, kalbime muhabbet ihsan eyle, senin ihsanınla muhabbet edeyim!" diye niyaz edilecek.

Mevlâ muhabbet ihsan buyurursa, o sermaye ile, O'nunla veyahut O'nun sevgilisi ile alış-verişe kabul edilir."

 

Niyet-i Halisa İle Tevbe:

"Niyet-i halisa ile tevbe eden bir insan kötü icraatlardan vazgeçer. Nefis ise içeriden, durmadan o işlerin tadını anmak ve yaptırmak ister.

İnsan içini de sükût ettirirse, o artık iç ve dış hâkimiyetini elde etmiş, tevbe kısmını tamamlamış olur. Bunlar tasavvufla olan işlerdir.

Artık ona, yoluna mani olacak şeylerin tedkiki düşüyor. Şeriat hilâfına hiçbir iş yapmayacak. Muhabbetullah'tan başka muhabbetlerle kalbini meşgul ettirmeyecek. Gaflette olan insanlarla ünsiyet etmeyecek. Bunlar insanı dünyaya bağlar.

Şöyle ki; insan çok çalışıp çok kazanma hırsına kapılır. Ailesinin, çoluk-çocuğunun üzerine fazla düşer. Çok kıymetli vakitlerini harcamış olur. Tevhidden mahrum, ibadet ve taattan yoksun kalır. İçini de nurlandıramaz.

Fakat bunları az yapan, zikri-fikri çok yapan kimse içini nurlandırır, Hazret-i Allah'ın sevgili kulları meyanına girer.

Ne oldu şimdi? Hakk geldi, bâtıl gitti. Cenâb-ı Hakk'ın lütuf tecelliyatı o insana isabet etti, şeytan ve nefsin arzuları sönüp gitti.

Yeterki bir kulu Hazret-i Allah kendisine yaklaştırsın ve râzı olsun, o kula hiçbir fenalık gelmez. Onun için ölüm de yok. Ne büyük saadet..."

 

"Fenâ" Mevzuatının Sık Sık Geçmesinin Hikmeti:

"Mânevi yolda birçok geçitleri vardır. Nefis bu geçitlerde her şeyi kendisine maletmek ister. Malettiği anda da helâk olur. Maledilmezse, O'nun ve O'ndan olduğu bilinirse, Hazret-i Allah lütfunu ihsan eder ve kolaylık verir.

Bu "Fenâ" mevzuatı sık sık geçiyor. İnsanın basitliğinden, nefsin acizliğinden bahsediliyor. Bu sizin tuhafınıza gitmesin. İşleyen motor toz kabul etmediği gibi, bunları daima mevzu etmekle gönül ister ki nefsin üzerine toz konmasın. Toz konsa tozu bile benimsemeye çalışır. Acizliğimizi unutmama, varlıktan, benlikten uzaklaşma hali üzerimizde devamlı kalsın istiyoruz.

Toz kadar bir nesne dahi varlık verir. Bir toz konar, onu kaldıramazsan bir toz daha konar derken kalp örtülür ve hakikatin kapanmasına sebep olur. Emaneti benimsememek gerekiyor."

"Malayâni havası içine bürünen insanlara Hazret-i Allah hakikati ihsan buyurmaz. O havanın içinde kendisini beğenme durumu hasıl olur.

Kim olursa olsun, kendini beğeneni Hakk beğenmez.

Her şeyden evvel aciz, mücrim ve günahkâr olduğumuzu bilmemiz ve itiraf etmemiz lâzımdır."

 

Bu Yol Hakikat Yoludur:

"Bu yolun içinde yapıcı olanlar da vardır, bilerek veya bilmeyerek yıkıcı olanlar da vardır. Yapıcı olan daima iyiliğe teşvik eder. Yıkıcı olan ise bozmaya ve karıştırmaya çalışır. Hiç kimse niyetinin meydana çıkmasını istemediği için yapıcı da yıkıcı da bir gibi görünür.

Fakat uyanık ve müdrik bir ihvan herkesin halini tartar, o kimselerin arasırada olsa çıkardıkları ters bir kelimeden niyetlerini öğrenmiş olur. Ne kadar da gizleseler, bu ters kelimeler devam ettikçe iç halleri meydana çıkar.

Bu idrak kişinin teslimiyeti nispetindedir. Yoksa teslimiyeti zayıf olanlar bundan hiçbir şey anlamaz."

"Bu yol hakikat yoludur, hareket yolu değildir. Biz, bize gönderileni alıyoruz ve lüzumunca meşgul oluyoruz. Hareket ehli ile de hiçbir ilgimiz yoktur. Her geleni dahi alamıyoruz, istihare ile alıyoruz.

Geçenlerde; "Filan filan gelmek istiyor." dediler. Bazı rüyâlar görmüşler, ümidleri varmış.

Hayır hayır, alamayız dedik. "Efendim içerideydi!.."

Onları dışarıya bırakan içeriye almamız için emir vermedikçe biz içeriye almaya sahib-i selâhiyet değiliz.

Çünkü bize resmen buyrulmuştu ki:

"Gittikleri yeri bile helâk ettiler."

Onları alıp bende mi helâk olayım...

Bu yol gelsin gelsin yolu değildir!"

Çeşitli gruplarla bazı münasebetlerle sıksık ünsiyet etmek zorunda kaldığını söyleyen bir ihvana şu cevabı verdiler:

"Burası çok kaygan bir noktadır. İnsan kiminle görüşüp kaynaşırsa, onun haliyle halleniveriyor.

Meselâ; partici ile ünsiyet eden hemen particiliğe meyyâl oluyor. Herkes bulunduğu yeri methetmek ister. Ya o methettiği yerden Mevlâ râzı değilse!..

Belki o dalâlettedir diyemiyor insan.

Ömrümüz kısa, yolumuz uzun. En güzeli selâm verip geçmek.

Yolumuzu alalım, yoldan kalmayalım."

 

Hep Dünya!..

"Biz insanlar dünyaya o kadar meyletmişiz ki; aklımızda o, fikrimizde o, elimizde o, dilimizde hep o!

Bâki âleme giderken bunların hiç de faydası olmayacak.

Meselâ; bir insan var, bir memleket de onun, bir bina değil de bir memleket. Cenazesi giderken bu kadar malın-mülkün onun yanında sinek kanadı kadar değeri kalıyor mu? Halbuki bütün ömrü onları toplamakla geçmişti. Onun değildi aslında, denemek için ona emanet verilmişti...

İşte biz bunu bilemiyoruz."

"Dünya bir haraphanedir. Dünyayı harap gören bir insanın içi o nispette sağlam ve düzgündür.

Dünyayı mamur gören ve muhabbet eden bir insanın içi ise haraptır."

"Kardeşlere şöyle diyoruz; herkese değer verelim. Çünkü bu toprağın neleri yetiştirdiğini sen bilmezsin, kime ne verdiğini de bilmezsin!"


  Önceki Sonraki